Sendika.Org olarak Atilla Özsever’le konuştuk. Özsever, BES’in özendirici şekilde benimsetilip, orta gelir grubunun yönelmesiyle kamusal emeklilik sisteminin tasfiyesinin hızlanacağını belirtti
Bireysel emeklilik sistemi ve sosyal devletin tasfiyesi üzerine Sendika.Org olarak Atilla Özsever’le röportaj yaptık. Özsever, ‘BES ile çalışma hayatına zorunlu sistem getiriliyor, isteğe bağlı sigortalılık işverenlere ve AKP’ye yetmedi. Şimdi de zorunlu BES geliyor. Sosyal güvenlik sistemini herkesin kendi primini ödediği bir sisteme dönüştürdüğünüzde de gelirin yeniden dağılımı fonksiyonunu da ortadan kaldırmış olursunuz. BES’le gelirin yeniden dağılımı biter ve çalışanlardan da zorla para kesilmesi söz konusu oluyor ‘ dedi.
Özsever, ’45 yaş altındaki herkesin BES’e dahil edilmesi öngörülüyor. Bunun yanında işyeri olarak 50 ve daha fazla işçi çalıştıran yerlerde uygulanması ve bu zorunluluk süresi 6 ay+2 ay şeklinde gerçekleşecek. Zorunlu kalacaksın sistemden çıkmak yok. Zorunlu BES’te işveren katkısı yok. Sadece işçiden yapılacak kesintiler söz konusu. En az 100 lira prim olması öngörüyor. Bin 300 lira asgari ücretle çalışan bir işçinin yapılacak zorunlu kesinti ile bin 200 lira olan maaşıyla nasıl geçineceğini de sormak lazım’ ifadelerini kullandı
Sendika.Org: Özel istihdam büroları (ÖİB), kıdem tazminatı ve bireysel emeklilik sistemi (BES) derken emek kesimine yönelik olarak üç koldan saldırı olduğunu söyleyebiliriz. Bu saldırılarla amaçlanan nedir?
Atilla Özsever: Öncelikle kiralık işçilikle ilgili yasa meclisten geçti ve onaylandı. Dolayısıyla o çerçeveden baktığımız zaman AKP iktidarı nasıl bir çalışma rejimi istiyor sorusuna yanıt bulabiliyoruz. AKP, otoriter, despotik bir yönetim rejimi istiyor.
Zaten çalışma yaşamına baktığımızda pratik olarak büyük ölçüde güvencesiz ve taşeron çalıştırma mevcut. Kiralık işçilik düzemeleriyle iyice köleleştirilmiş bir işçi sınıfı ve sendikal haklardan mahrum bir işçi sınıfı yaratılmak isteniyor. Dolayısıyla fiili duruma yasal bir kılıf hazırlanıyor. Tayyip Erdoğan fiili olarak başkanlık rejimini uygulayarak işlerini yürütmeye çalışıyor. Yeni başbakan da bu fiili duruma yasal zemin hazırlayacağının garantisini vererek göreve başladı.
Çalışma hayatında da bu fiili durum, yasalarla tahkim ediliyor. Dolayısıyla bu çerçeveden baktığımızda bu üç alandaki saldırı öncesi süreci de gözden geçirmek gerekiyor. Onun için biraz daha eskiye gidecek olursak 1980’lerden itibaren yeni dünya düzeni adı altında neo liberal bir saldırı baş göstermeye, hakim olmaya başladı. Bu neoliberal saldırının 3 temel hedefi vardı:
1) emeğin kazanımlarını iyice sınırlamak
2)sendikaları etkisizleştirmek/güçsüzleştirmek
3)sosyal devleti mümkün olduğu kadar küçültmek.
AKP 2002’de ilk iktidara geldiğinde ilk iş olarak İş Hukuku’nda değişiklik yaptı. Eski 1475 sayılı İş Kanunu işçiyi koruma ilkesini esas almıştı ama 4857 sayılı İş Kanunu ise işletmeyi korumayı esas aldı. Dolayısıyla orada çok ciddi bir anlayış değişimi söz konusu. Bu anlamda esnek çalışma, taşeronlaşma 4857 sayılı yasayla hayata geçti. Ve emeğin kazanımları açısından bir takım olumsuzluk gündeme geldi.
Sosyal güvenlik alanına ilişkin de 2008 yılında 5510 sayılı Sosyal Güvenlik yasası çıkarıldı. Orada da emekli yaşı yükseltildi, prim ödeme gün sayısı yükseltildi, aylık bağlanma oranları düşürüldü, ilaç ve muayene bedelleri paralı hale geldi. Sosyal yardımların öne çıktığı sadakanın ön plana çıktığı bir anlayış belirdi. Sosyal devletten bir sadaka devletine geçilmiş oldu.
Sendikal alana baktığımızda yandaş sendikacılığın güçlendiğini görüyoruz. Hak-İş tamamen AKP’nin prensiplerine uygun bir sendikal anlayışı sürdürüyor. İşte kamu alanında AKP çizgisini savunan Memur-Sen en yetkili sendika oldu. Her iki konfederasyonun eski genel başkanları AKP’den milletvekili oldu. Türk-İş’e baktığımızda Türk-İş de bir anlamda AKP yedeğine girmiş durumda. Türk-İş içerinde Sendikal Güç Birliği Platformu diye bir oluşum vardı. İçerisinde Petrol İş, Hava İş gibi Türk-İş’in önemli sendikaları bulunuyordu. Bu sendikalarda yönetimler değiştirildi. Türk İş’teki muhalefet de bitmiş oldu. DİSK’e gelince gücü sınırlı bir sendikal hareket olarak kaldı. Sonuç olarak emeğin kazanımları, sendikal hareket güçsüzleştirildi, sosyal devlet tasfiye noktasına geldi. Bunların üstüne de kiralık işçilik eklendi. Dolayısıyla özetleyecek olursak çalışma yaşamında despotik bir emek rejimi inşa edilmeye çalışılıyor. Mevcut duruma bir yasallık kazandırılmış oluyor.
Biraz BES’ten bahsedebilir misin? Neden BES’in gelmesi için bir çaba hakim, neden bu çaba?
Şimdi başlangıçta BES tamamlayıcı bir emeklik sistemi olarak çıktı. Yani normal bir kamusal emeklilik sistemi var, yanında da gönüllü kişilerin tasarrufları esasıyla bireysel emeklilik sistemi var. Fakat BES öyle bir özendirme söz konusu oldu ki; örneğin kamusal emeklilik de 65 yaş sınırı varken BES’te 56 yaş sınırı konuldu. Aradaki 10 yıl insanların bu sisteme dahil olmalarını hızlandırdı. Ardından yüzde 25 oranında devlet katkısı getirildi. Dolayısıyla burada başlangıçta BES özendirici şekilde benimsetilip, orta gelir grubu yönelmesiyle kamusal emeklilik sisteminin tasfiyesinide hızlandırmış olacaktı. Ayrıca bu fonlarda biriken para da sermaye açısından son derece cazipti. Süreç içerinde BES belli bir yere kadar geldi. İşverenler hem kamu sistemine hem BES’e kaynak aktarıyor. Dediler ve bir noktadan sonra BES’in zorunlu olarak uygulanmasını istediler. Hatta bu bağlamda isteğe bağlı sigortalılık gündeme geldi. Yani insanlar giderek kamusal emeklilik sisteminin dışına çıkarılmış oldu.
BES avantajlıydı da neden insanlar tercih etmedi?
Bankadaki faizle BES arasında çok büyük farklılık yok. BES’e dahil edilen paraları oraya bağlamış oluyorsunuz. Bankaya para yatırınca tümünü de çekebilirsiniz. Ancak BES’te bulunan para zamanından önce çekildiğinde sağlanan getiri düşüyor. BES ABD de ciddi sorunlara yol açtı. Ve hemen hemen ilk iflas eden şirketler bireysel emeklilik şirketleri olmuştu. Dolayısıyla onlar da orta gelir grubunu BES konusunda olumsuz fikirleri başladı. Ondan sonra devletin yüzde 25 katkısı başladı ama BES’in girdiği krizi aşmaya yetmedi. Sonuçta 6 milyon civarında BES’li insan var. 20 milyonluk sigortalı olduğunu düşünürsek işverenler bunun çoğalmasını istiyor.
BES asgari ücretin 100 lirasını gasp ediyor
Son uygulama ile ne getiriliyor derseniz, zorunlu BES ile 45 yaş altındaki herkesin BES’e dahil edilmesini öngörülüyor. Bunun yanında işyeri olarak 50 ve daha fazla işçi çalıştıran yerlerde uygulanması ve bu zorunluluk süresi 6 ay+2 ay şeklinde gerçekleşecek. Zorunlu kalacaksın sistemden çıkmak yok. Zorunlu BES’te işveren katkısı yok. Sadece işçiden yapılacak kesintiler söz konusu. En az 100 lira prim olması öngörüyor. Bin 300 lira asgari ücretle çalışan bir işçinin yapılacak zorunlu kesinti ile bin 200 lira olan maaşıyla nasıl geçineceğini de sormak lazım. Ekim ayına doğru vergi dilimine girilmesiyle birlikte asgari ücret bin 100 lira civarına düşmüş olacaktır. Aslında kamusal emeklilik sistemine bakacak olursak bir devlet katkısı var ama ne kadar? Çalışan ücretinin yüzde 9’unu işveren de yüzde 11’ini öder. Normal SGK’ya bağlı bir işçinin ödeyeceği sosyal güvenlik-emeklilik primi bu kadardır. Bunun da ¼ ü kadarını da devlet yani kamu karşılar. Kamusal emeklilik sisteminde devlet katkısı yüzde 5 buraya dikkat çekerim. Fakat BES’te yüzde 25 veriyor devlet. Kamusal emeklik sistemine katkısı sınırlıyken BES’e katkısı daha fazla. Çünkü BES’i özendirmek istiyor. Aynı zamanda 2008 de yasa çıktı. İşverenlerin yüzde 19,5’luk prim ödemesi vardı bu da 5 puan düşürüldü. Kamusal emeklilik sisteminde işçi kendi primini kendi öder noktaya gelmiş durumda. Hal böyle olunca işçi hem kamusal emeklilik sistemine hem de bireysel emeklilik sistemine ödüyorum diye düşünüyor. O zaman bir tanesi iptal olsun bir tanesi yeter bana diyebilir. Ve işçileri yönlendirme durumu söz konusu.
‘Bu sistem ilk kez Şili’de uygulandı’
İlk kez bu sistem ne zaman ortaya çıktı diye baktığımızda Şili’de çıktığını görüyoruz. Daha doğrusu zorunlu bireysel emeklilik sisteminin ilk defa Şili’de ortaya çıktığını görürüz. Şili’de 1973’te seçimle gelen sosyalist lider Salvador Allende vardı. ABD-CIA destekli darbeyle 1973’te Allende devrildi, yerine General Pinochet liderliğindeki cunta geldi. Sonra bu cuntanın yaptığı ilk işlerden biri sosyal güvenlik sistemini özelleştirmek oldu. AFP adı verilen özel sigorta şirketleri kuruldu ve işçilerin bu zorunlu olarak bu özel sigorta şirketlerine üye olmalarını gerektiren yasa çıktı. Sadece iki kesim üye olmadı biri ordu diğeri polis. Yani güvenlik güçleri dışında herkesin bu sisteme dâhil olması zorunluydu. Hiçbir işveren ve devlet katkısı yoktu bu sistemde. Sadece işçilerden alınan primler vardı. İşçi ücretinin yüzde 10’unu ödüyordu. Şili’deki sistem 45 yıl boyunca bu primlerin ödenmesini öngörüyordu. Erkekler 65 kadınlar 60 yaşında emekliliğe hak kazanıyordu. Peki, emekli olunca ne kadar ücret alacaklardı Şili’de ücretlerinin yüzde 44’ünü alabileceklerdi.
Şili’de ortalama emekli yaşı 78. İşsiz olmuşsun prim ödememişsen aylık bağlanma oranı yüzde 37’ye kadar düşüyor. 1995 yılında AFP’lerde yüzde 57 ödeniyordu. Gerisi düzenli ödeme yapamaz hale geldi. 2014 yılında iş başına gelen yeni kadın devlet başkanı Michelle Bachelet, sistemi revize edeceğini söyledi ancak köklü değişiklikler henüz gerçekleşmedi.
BES ile çalışma hayatına zorunlu sistem getiriliyor, isteğe bağlı sigortalılık işverenlere ve AKP’ye yetmedi. Şimdi de zorunlu BES geliyor. Bu sosyal güvenlik gelirin yeniden dağılımını sağlar. Yani yüksek gelir gruplarından, düşük gelirli gruplara bir aktarma sağlar, kamusal sosyal güvenlik. Zenginler daha az hasta olur, yoksullar daha fazla hasta olur. Böylelikle zenginlerin ödediği sosyal güvenlik primleri de yoksullar için harcanabilir. Aynı derecede prim kesilir. Ama yüksek gelirli daha az hastalandığı için diğer grup için kullanılabilir.
Sosyal güvenlik sistemini herkesin kendi primini ödediği bir sisteme dönüştürdüğünüzde de gelirin yeniden dağılımı fonksiyonunu da ortadan kaldırmış olursunuz. BES’le gelirin yeniden dağılımı biter ve çalışanlardan da zorla para kesilmesi söz konusu oluyor. Saldırıların birine BES demiştik. Bir diğeri de kıdem tazminatı meselesi. İşçilerin 80 yıllık bir hakkı bu.
BES sisteminin aynı zamanda kıdem tazminatına bir alternatif olduğu yönünde bir algı var. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?
Kıdem tazminatı ile ilgili olarak bir fon oluşturulup bireysel kıdem hesabı getirilmesi öngörülüyor. Bu fon ya da hesaplama da ise Avusturya modeline atıfta bulunuluyor. Avusturya’da işverenin katkısı yüzde 1,53, çok komik bir rakam bu. 2003’ten beri böyle. İşçi adına bir bireysel emeklilik hesabı açılıp orada değerlendirilmek isteniyor.
Şu an Türkiye’deki hesaba baktığımızda işveren, işten çıkardığı işçiye her yıl için bir aylık kıdem tazminatı ödemek zorunda. Bu da, 1/12, yani oransal olarak yüzde 8.3 eder. Her yıl için ödenen tutar. Avusturya sistemi geldiğinde bu oran 1.53’e düşecek. İkincisi Avusturya sisteminde 3 yıldan önce kıdem tazminatı ödentisi verilmiyor. Hal, hazırda Türkiye’de işçi en az bir yıl çalışmış ise işten çıkarıldığında kıdem tazminatı almaya hak kazanmış oluyor. Bu anlamda da ciddi bir kayıp söz konusu. Avusturya’da 35 yıl çalışıp, 12 aylık ücret tutarında kıdem tazminatı almaya hak kazanılıyor. Türkiye 35 yıllık çalışmaya karşılık 35 aylık kıdem tazminatı alabiliyorlar. Avusturya sistemi geldiğinde 1/3 ü kadar azalmış olacak alınacak kıdem tazminatı.
BES’le kıdem tazminatı arasında ilişki de şu şekilde. İşçi Mehmet adına bir hesap kıdem tazminatı primi, senin hesabın bir fonda birikecek. İşveren bu fona para aktaracak. Ama bu prim tutarı düşük olursa, bu primleri devlet değil özel sigorta şirketleri aracılığıyla olacaksa bu şirketlerin Şili’de gibi iflas etmeleri durumunda ne olabilir. Bu soruların cevapları şimdilik yok.
İşverenlerin en büyük iddiası kıdem tazminatının bir yük olduğu yönünde. 12 Eylül cuntası kıdem tazminatına bir tavan uygulaması getirdi. Bu da en yüksek devlet memuru maaşına denk geldi. Bu da yaklaşık 4 bin TL civarında. Asgari ücrete baktığımızda bin 300 lira kıdem tazminatı asgari ücretin 3 katı civarı. Eskiden bu oran 7.5 katı idi. Yani işverene yük olması tamamen bir safsatadan ibaret.
Kiralık işçilik ya da BES’in devreye girmesiyle emekliliğin hayal olacağı söyleniyor. Emeklilik nasıl hayal olacak?
Şöyle olacak kiralık işçi olduğu zaman ya da esnek çalıma modelleri hala geçerli. Mesela ayda 15 gün çalışıyorsun. Şu anda 7200 gün pirim ödemen lazım. Karşılığı 20 yıldır. 15 gün prim ödersen 40 yıl olacaktır emeklilik süresi. Bu sistemde ücreti sadece ÖİB ödüyor. İşverene bağlı değil. Ücretlerin ödenmemesi yada ayda 10 günlük prim yatırılması gibi bir sorun ortaya çıkabilir. O zaman ayda 10 gün prim ödenirse 60 yıl sonra emeklilik söz konusu olacak. Yani mezarda değil ahirette emeklilik mümkün olabilecek.
Başka ülkelerde emeklilik sistemi nasıl, BES uygulanıyor mu?
Mesela Yeni Zellanda’da primli sosyal güvenlik sistemi yoktur, primsiz sistem vardır. Devlet vergi yoluyla elde ettiği kaynağı çalışanlardan prim toplamadan sosyal yardım şeklinde yasalara bağlı kurallar çerçevesinde uygular. Bu ülkede sosyal devlet anlayışı tam anlamı ile uygulamaya konulmuştur.
Yani, buradaki sistem tamamen vergilerle finanse edilen devlet yardımlarına dayanır. O nedenle bu ülkede sosyal devlet anlayışı tam anlamı ile uygulamaya konulmuştur.
Ülkenin sosyal güvenlik sistemi, toplumun her üyesinin bu topluma karşı bir “nafaka alacağına” sahip bulunduğu, gelirleri belli bir miktarı altına düştüğü zaman bu hakkını ileri sürebileceği düşüncesi üzerine kurulmuştur. Sistemin finansmanı ise, toplum bu nafaka alacağının borçlusu kabul edildiğinden, gelir üzerine konmuş bir vergi ile sağlanmıştır. Bu nedenle Yeni Zelanda’da sosyal güvenlik sistemi, her vatandaşın olanakları ölçüsünde maddi katkıda bulunduğu ve ihtiyaçlarına göre yararlandığı bir yardımlar sistemidir.
Yine bu ülkede 60 yaşını geçen ve ülkede oturma şartını gerçekleştiren herkes ulusal emeklilik aylığına hak kazanır. Dünyada yaşanan ekonomik kriz nedeniyle işsizlik, aile, dulluk, ana-baba ve hastalık yardımlarında yüzde 25 oranında kesintiler yapılmış, kaçak göçmenlere yapılan ödemeler iptal edilmiştir. Avustralya’da da daha çok vergilerle finanse edilen kamu yardımları sistemi egemendir.
İngiltere’de sosyal devlet uygulamalarının ilk olduğu ülkelerdendir. 1980 sonrasında neoliberal politikalar nedeniyle sosyal sigorta yardımlarında kısıntı başladı, işsizlik, hastalık, kira, çocuk yardımlarında indirim oldu. Halen kadında 60, erkekte 65 olan emeklilik yaşı, 2010 yılından sonra 10 yıllık bir süreçte eşitlenecek, yani herkes 65 yaşında emekli olacak.
İngiltere ve benzer ülkelerde zorunlu değil gönüllü olarak bireysel emeklilik sistemleri mevcuttur.
Eğitim, sağlık piyasalaştı, emek piyasalaştı sırada sosyal güvenliğin piyasalaşması var. ÖİB’ler Meclis’ten memleketin yangın yeri olduğu, hatta başbakanın bile görevden alındığı bir dönemde geçti. Bu ne anlama geliyor?
BES’teki kaynaklar hem siyasal iktidarın hem de sermayenin kullanımına açık olacak. Bu konuyla ilgili iki örnek vereceğim.
Birinci örnek şudur: 1980 öncesinde SSK vardı. SSK devlet yatırım bankasına kaynak aktarır, kredi verirdi. Ancak enflasyonun yüzde 110’lara vardığı dönemde SSK fonları yüzde 20 faizle değerlendiriyordu. Devlet yatırım bankası bu parayla kamu yatırımları gerçekleştirirdi, özel sektöre çok düşük faizle kredi verdi.
İkinci örnek ise, işsizlik sigortasıdır. İşsizlik Sigortası Fonu’nda biriken paralardan hem devlet, hem işverenler faydalanıyor. AKP, işverenlerin SGK primlerini 5 puan düşürerek işsizlik fonundan karşılanmasını olanak sağladı.
Hükümet 18-25 yaş arası gençleri kadınları istihdam ederse işveren sigorta primi ödemeyecek bu primler işsizlik sigortası fonu karşılanacak.
Bunun dışında Şili’de ya da Avusturya’da olduğu gibi bu fonda biriken parayı işverenin kullanma hakkı bulunuyor. Bu fona aktarılan paralar, çarçur edilme ihtimali çok yüksek. Düşük, emekliliğini de işçi kendisi finanse edecek. Böylelikle işveren maliyetleri düşecek. Ve en önemlisi işçinin iş güvencesi ortadan kaldırılıyor. Sosyal güvenliği çalışma yaşamı esnek, köleleştirilmiş biat edilmiş bir işçi sınıfı yaratma yolunda önemli adımlar atılmış oluyor. Kiralık işçilik modelinde sendikal örgütlenme mümkün değil. ÖİB’de bir sürü işçi çalışıyor. Metal işçisi, güvenlik görevlisi, hemşire, doktor, mühendis var ve daha pek çok iş kolunda çalışan işçi var. Bir sendika örgütlenecekse hangi iş koluna bağlı olacak bu ÖİB’ler aracılığıyla çalışan işçiler. Burada bir karmaşa var. Dolayısıyla kiralık işçilik yoluyla sendikal örgütlülüğün de önüne geçilmiş olacak. Burada köle işçi örgütsüz işçi olacak, tamamen işveren tabî, hükümete tabî bir işçi sınıfı yaratılmış olacak.
Diktatörler neden ilk olarak emekçiye saldırır?
Diktatörlüğe karşı en büyük engel emek hareketidir. Dolayısıyla diktatörlük-başkanlık yolunda bu saldırılar kaçınılmazdır. Şöyle bir örnek söyleyelim: 1933’te Hitler iktidara geliyor ve Alman sendikalar birliği Hitler iktidarını destekliyorlar ve bu Hitler iktidarını bir görelim diyorlar. Hitler de 1 Mayıs’ı ortak kutlayalım diyor. Devletin çatısı altında bütün sendikaların katılımıyla kutlayalım diyor. Sendikalar buna rıza gösteriyor, 1 Mayıs ortak kutlanıyor ve 2 Mayıs’ta da sendikalar kapatılıyor.
Sendikalar pişman oluyor ama iş işten geçmiş oluyor. Biraz önce ifade ettiğimiz gibi diktatöryel çabalara karşı en önemli tepki örgütlü kesimlerden gelir. Bu örgütlü kesimler içinde en güçlü olanlar işçi sınıfı örgütleridir. Diktatörler emek kesimin gücünün ortadan kaldırmaya çalışırlar. 1980 öncesi en büyük hedeflerden biri de DİSK’ti. DİSK’in başkanları içeri alındı, faaliyetleri durduruldu.
Faşizan rejimlerin saldırı noktası emek hareketi olması doğaldır.
İşçiler ne yapmalı, bu sarmaldan çıkış noktası nedir? Bir hareketsizlik var emek kesiminde emekçilerin vereceği cevap ne olabilir? Nasıl bir mücadele alanı örülmeli, sizce?
Gerek Dünya’da gerekse Türkiye’de emek hareketi ve sendikalar etkisiz güçsüz durumda getirilmiş durumda. Türkiye’de sendikalar genel olarak bir teslimiyet içerisinde. Eskiden bir emek platformu vardı. Dağıldı bu platform. Türk-İş son derece teslimiyetçi bir çizgi izliyor. DİSK’in gücü sınırlı. İşçiler bir şekilde dini argümanlarla da biat eden bir kitle haline getirilmeye çalışıyorlar. Bütün bu olumsuz koşullardan bir çıkış noktası var mı yok mu diye soruyoruz. Her şeye rağmen yine de emek kesiminin DİSK olsun KESK olsun bağımsız sendikalar olsun, irili ufaklı direnç noktaları direnme eğilimleri var. En son KESK’in yaptığı Laiklik mitingleri sınırlı da olsa toplumsal hayata ve çalışma hayatına müdahaleleri öngörüyor.
İşçilerin somut sorunları üzerinden bir çalıma programı hazırlamak gerekecek sanırım. Mesela kıdem tazminatı, bu konuda işçilerin kaybedecekleri neler, kiralık işçilikte, ÖİB’lerden nasıl etkilenecekler, taşeronlaştırma, güvencesizleştirme ne boyutlarda bunların anlatılması lazım işçilere. Ve de işsizlik sigortasının çalışan lehine kullanım nasıl olacak, bunların da gündeme getirilmesi lazım. İşçilerin bizzat somut olaylar üzerinden harekete geçirilmesi, örgütlenmesi lazım. Emek örgütlerinin bir çalışma ve mücadele programı ortaya koyması gerekiyor. Bunların yerellerden, başka bir deyişle aşağıdan yukarıya doğru örgütlenmesi lazım. Bu çerçevede yeni bir emek cephesini hedefleyen programlar ve örgütlenmeler oluşturulmalı. Öte yandan laiklik meselesi de, işçi sınıfı açısından çok önemli, özgür, biat etmeyen bireylerin yetişmesi gerekir, bunun ön koşulu da laik bir düzendir. Laikliğin emek kesimi açısından ne denli önemli olduğu somut bir biçimde, işçinin doğrudan yaşamı ile ilişkilendirilerek ortaya konmalı. Laiklikle birlikte, bağımsızlık, antiemperyalizm, savaş karşıtlığı da önemlidir. Tüm bunlarla birlikte esas olarak işçilerin karşılaştığı somut sorunlardan yola çıkarak yeni bir örgütlenme anlayışını, mücadele hedefleri ortaya koymak gerekiyor.
Sendika.Org
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.