Führer son noktayı koyar. Goebbels’in Yahudi çıkışına itiraz eder, hümanizmin önemini bir kere daha vurgular. Yahudilerin hamam böceği olduğunu reddeder, anayasanın herkese saygılı olduğunu, affedersiniz Yahudi BİLE olsalar onların da insan olduğunu anlatır. Normalde ‘Helal be’ dememiz, polemiklere girmeyip dağılmamız gerekir değil mi? Ama dağılmıyoruz? Neden? Bir: Milletçe hümanizm ve eşitlik tartışmayı çok seviyoruz. İki: […]
Führer son noktayı koyar. Goebbels’in Yahudi çıkışına itiraz eder, hümanizmin önemini bir kere daha vurgular.
Yahudilerin hamam böceği olduğunu reddeder, anayasanın herkese saygılı olduğunu, affedersiniz Yahudi BİLE olsalar onların da insan olduğunu anlatır.
Normalde ‘Helal be’ dememiz, polemiklere girmeyip dağılmamız gerekir değil mi?
Ama dağılmıyoruz? Neden?
Bir: Milletçe hümanizm ve eşitlik tartışmayı çok seviyoruz.
İki: Yahudi olmamız, ırkçılığımız görmediğimiz manasına gelmez.
Üç: Goebbels’in Führer’e rağmen ırkçı olabileceğine kafamız basmaz.
Dört: Öyle şartlanmışız ki ırkçılığa, biri bir ırkçılık yaptığında hemen bir bit yeniği arıyoruz.
Almanya özgürdür, özgür kalacak!
Bu sloganı hiç sevmemiştim; zira, baskıcı, despot, mütehakkim özgürlük ve demokrasi anlayışının hakim olduğu yerde tek bir anlamı vardı:
İnsanlar özgürlük ve eşitliğe zorlanacaktı!
Devir değişti!
Baskıcı bir özgürlük ve eşitlik anlayışı yıkıldı.
Ama Goebbels için fark etmiyormuş…
İnsancıl Nazizm diye bi’şi var arkadaş!
Tıpkı demokratik ve feminist Şeriat gibi!
Eğer özgürlükten… Nazi olan her şey reddedilsin anlıyorsan,
Eğer özgürlükten…. Irkçı eğitimin önüne engeller koyulmalı anlıyorsan,
Eğer özgürlükten…. Nazi karşıtlığını, soykırım karşıtlığını anlıyorsan,
Hiç mırın kırın etmeyin, ‘’Özgürlükçü Nazizm de ne yaa?’’ demeyin,
Elbette özgürlükçü Nazizm vardır kardeşim!
Türkiye’de tartışma ahlakı ve ortalaması maalesef bu. Yandaş, Candaş, tarafsız cümle fikir erbabı ve kalem sahibi aklımızla alay edercesine istikamet veriyor: Dağılabilirsiniz. Bunlardan biri de Ahmet Hakan . Neymiş, hazret son noktayı koymuşmuş, gönlümüzü rahatlatmış ve anayasa neyim acaip seviyormuş. Eee, daha niye inat ediyoruz ki?
Ya ne? Anayasayı askıya aldığını söyleyen, fiili olarak parantezi kapayan, milletinin gayrı resmi aktif-faal Cumhurbaşkanı/başkanı, kadın erkek eşitliğine inanmayan, okulları –ayrımcılık yapmayan ama- ‘tercihen’ kontenjandan imam-hatipler ve diğerleri olarak ayıran, karşılaştığı her sorunda yasal-kanunen olmasa da fiilen icraata geçen, Anayasa mahkemesi kararlarını tanımayan, değiştirmek istediği anayasaya uymak zorunda olmayanların banisi; kısaca hukuku, anayasayı, yetkilerini fiilen her fırsatta aşan biri ülkemizin şanlı fikir erbaplarını tek tokadıyla dağıtabilir elbet. Kreşte çocuk avutmak için bundan daha nitelikli yalanlara ihtiyacınız var yalnız, değil ki bizi teskin etsin.
Oksimoron cumhuriyeti
Oksimoron, kısaca yan yana gelmesi/birbirini vasıflandırması anlamsız/hükümsüz iki kavramın bir arada kullanılmasıdır. Basitçe kavramların içini boşaltma, sulandırma ve çarpıtmak için kullanılır: Demokratik şeriat, feminist teokrasi, otoriter cumhuriyet-zira bir şey cumhuriyetse, yani halkın egemenliği söz konusuysa zaten otoriter değildir, olamaz-, dindar anayasa ve son olarak ‘özgürlükçü laiklik’ gibi. Daha da somutlarsak ‘sıcak buz’ demek gibi.
Kavramların önüne gelen kimi sıfatlar, bir anlamda kavramın içeriğindeki ‘yokluğa’ işaret eder. Nasıl ki ‘otoriter demokrasi’ denemezse, ‘özgürlükçü demokrasi’ demek de manasızdır. Demokrasi ‘özgürlük’ mefhumunu içermek zorunda olduğu için demokrasidir. Aksi halde başka bir şey olur. Yoğurda su katıp çalkalarsanız ayran, kimi kavramlara sıfat koyarsanız da hükümsüz olur. Özgürlükçü laiklik de bunlardan biri. Esasında bununla kast edilen öncelikle kamusal alanın ‘dini simge, yaşam biçimi ve taleplere’ açılmasıdır. Milli eğitimde din dersleri konması, müfredatın genişlemesi, din eğitiminin zorunluluk olması, kılık kıyafet talepleri, dinsel değer yargılarının ders içeriklerine ve medeni kanuna yansıtılması, ‘kültür ve din’ adı altında homojen değerler varsayılıp belli başlı zümre ve mezhebi yorumların hukuk, eğitim ve kamu yaşamına sinmesi vb onlarca talep ‘özgürlükçü laiklik’ adı altında ifade edilmekte. Bunu yaparken de X ülkesindeki uygulama örnek alınıp –Örneğin Britanya-, kavramlar kendi bağlamlarından ve icra biçimlerinden hepten koparılmakta. Çok kültürcülük adı altında, halihazırda devam eden dini-kültürel taassup, bağnazlık, siyasetten hukuka, mahalleden tüm topluma sinen baskıcı uygulamalar meşrulaştırılmaktadır. Halihazırda yazılı bir anayasa yapmaya tenezzül etmeyecek denli belli başlı ilke ve modern geleneklerini oturtmuş bazı ülkeler örnek alınarak, kanunlarda mevcut yazılı ve açık hükümlere takla attırarak örneğin çocuk ve kadına yönelik şiddete açık çek yazan yurdumuz vasatı bir tutulmaktadır. Kadın ve çocuklara yönelik töre cinayetlerinin, dinsel baskıların nadiren görüldüğü ülkelerin sosyal gelişim düzeyleri göz ardı edilerek kadın ve çocukların töre baskısı+erkek şiddeti yoluyla neredeyse sistematik kırıma uğradığı bir ülke şartlarında bu baskıyı daha da derinleştirecek argümanlar sorumsuzca desteklenmekte.
Çözüm sadelik ve tutarlılıktır
Dağılmıyoruz çünkü…
Devletin değil insanın, kurumların değil ilke ve bireylerin, ahlakın değil yaşamın, bağnazlık ve ilkelliğin değil bilimin, ahlaki-dinsel ama/fakat/şartların değil açık/sarih ilkelerin tarafındayız.
Daha da açık olayım: Sevme ve sevişme hakkımızı, sarhoş olma/içme hakkımızı, ‘ahlaksızlık’(?) hakkımızı, cinsel şiddette imam değil psikolog ve adalet hakkımızı, şehadet değil bu dünyada cenneti/yaşamı/onuru, tahrikten kurtulma arzumuzu, gecenin üçünde güvenle gezme hakkımızı vb birçok hakkımızı; dahası bunların ‘normlaşmasını’ talep ediyoruz. Birileri cehenneme-birileri de cennete inanıyor diye nefes almak kadar elzem ve ihtiyaç, önüne ahlaki engeller/zorluklar/bariyerler konduğu nispette de bataklığa dönüşen saçmalıkları reddediyoruz. Kadını erkekten, çocuğu yaşamdan koparan suni, bağnaz ve insaf dışı saçmalıkları görüyoruz. Kadın ve çocukların üzerinde esaret, sefalet ve kepazelik yaratacak her türlü baskıyı ‘özgürlük’ adı altında reddediyoruz. Daha fazla da somutlamıyacağım: Merak eden cinsel şiddet gören mağdurların davalarını incelesin bir zahmet. O çocukların ve kadınların ‘ahlaki-töresel’ değerler yüzünden adli süreçlerde defalarca nasıl mağdur ve istismar edildiklerini birkaç uzman psikoloğa ve avukatlarına sorsun. Sırf bir yerlere yaranmak yahut kafasındaki dinsel safsataları tatmin etmek için kavram kusanlar, ömürlerince bir kez olsun bu insanları ön yargısız dinlesin. O vakit insaf, vicdan, merhamet ve adalet duygusunun zerresine sahiplerse dağılmak nasıl oluyormuş görelim. Zerre, yalnızca zerre!…
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.