Son yıllarda genel olarak tüm sosyal ve siyasal kuramda, özelde ise Marksizm içi tartışmalarda geniş yer tutmaya başlayan ‘maddi olmayan emek’, ‘dijital emek’, ‘bilişsel kapitalizm’ ve biyopolitika temalı çalışmalara NotaBene Yayınları’ndan iki önemli katkı geldi. İlk olarak, Onur Kartal’ın editörlüğünde hazırlanan, yerli ve yabancı yazar/çevirmen’lerin katkı sunduğu ve 3 ciltlik bir seri olarak kurgulanan “Biyopolitka: […]
Son yıllarda genel olarak tüm sosyal ve siyasal kuramda, özelde ise Marksizm içi tartışmalarda geniş yer tutmaya başlayan ‘maddi olmayan emek’, ‘dijital emek’, ‘bilişsel kapitalizm’ ve biyopolitika temalı çalışmalara NotaBene Yayınları’ndan iki önemli katkı geldi.
İlk olarak, Onur Kartal’ın editörlüğünde hazırlanan, yerli ve yabancı yazar/çevirmen’lerin katkı sunduğu ve 3 ciltlik bir seri olarak kurgulanan “Biyopolitka: Platon’dan Arendt’e Biyopolitikanın Felsefi Kökenleri”, kavramın henüz kullanılmadığı zamanlarda şimdilerde içerdiği tartışmaların tarihsel olarak izlerini sürüyor.
Diğer çalışma ise NotaBene Yayınları’nın iki seneyi aşkın süredir devam ettirdiği ve Dijital Emek, Bilişsel Kapitalizm gibi temaların –mevcut tartışmalara kuramsal bir müdahale aracılığıyla- irdelendiği Janus’un Çehresi olarak anılan seriden çıkan Sosyal Medya: Eleştirel Bir Giriş kitabı. Kitabın çevirisini uzun zamandır bu konularda çalışan ve sendika.org’a da benzer temalı metinleri çeviren Diyar Saraçoğlu ve İlker Kalaycı yapmış; çeviri editörü ise Seda Gönül. Daha önce de Christian Fuchs’un “Dijital Emek ve Karl Marx” başlıklı kitabını yayınlayan NotaBene’nin aynı seride kolektif olarak hazırlanan “Marx Geri Döndü” ve “Bilişsel Kapitalizm”, Zafer Kıyan’ın “Metalaştırma ve Direnç” başlıklı kitapları da bulunuyor.
Biyopolitika Cilt 1: Platon’dan Arendt’e Biyopolitikanın Felsefi Kökenleri
Dr. Onur Kartal’ın editörlüğünde hazırlanan ve NotaBene Yayınları’nın Biyopolitika Serisi’nin ilk kitabı olan Platon’dan Arendt’e Biyopolitikanın Felsefi Kökenleri başlıklı bu çalışmayı önümüzdeki aylarda Foucault’dan Günümüze Biyopolitikanın İzdüşümleri ve Biyoiktidarın Suretleri: Yaşam İpotek Altında adıyla iki kitap daha izleyecek.
Hegel’in “Kavram kendi hakkını arar” ifadesine referansla başlayan serinin ilk kitabında Onur Kartal, Biyopolitika kavramının belirlenim kazanmasını sağlayan tarihsel uğrakları Platon ve Aristoteles’ten başlayıp Ortaçağ düşünürleri, Hobbes, Spinoza, Hegel, Marx ve Nietzsche ile dolayımlanarak Arendt’e kadar takip ediyor.
GİRİŞ’ten…
Hiç şüphesiz biyopolitika kavramının mucidi Michel Foucault değildir. Kavramın soykütüğüne girişen çalışmalar sayesinde, bu kavramın farklı bağlamlarda ve zamanlarda birçok kez kullanıldığını biliyoruz. Ancak biyopolitikanın içeriğini, belirlenimini ve gücünü, Michel Foucault’nun 1970’lerin sonlarından 1980’lerin başlarına uzanan bir dönemde yürüttüğü çalışmalardan, verdiği seminerlerden aldığı da herkesin bildiği bir gerçek. Bu içerik, bu güç ve bu belirlenimin siyaset kuramı arenasında bir devrim etkisi yarattığını söylemek de yanlış olmayacaktır. Zira kavramın ardındaki iddia güçlüdür: hem iktidarın tüm teknik ve mekanizmalarını potansiyel ve fiili boyutlarıyla yaşamı belirlemek içinseferber oluşunu; hem öldürme yetkisi yerine yaşatma iradesini öne çıkaran bir paradigma değişikliğini; hem de bireysel ve bütünsel düzlemde, kendisini yalnızca baskıcı, negatif unsurlar üzerinden değil, üretken ve olumlayıcı bir pratikler silsilesiyle belirleyen, merkezsiz bir iktidar ilişkileri ağını ilan eder.
Foucault, iktidarın odağının, sadece ve sadece yaşama, yaşamın biyolojik yapısına, potansiyellerine yoğunlaştığını, bu potansiyeller üzerinde uzmanlaştığını söylediğinde, yalnızca kendine özgü bir siyasal perspektifin sınırlarını çizmekle kalmıyor, siyaset kuramı için de olağanüstü ufuklar açıyordu. Biyopolitika tıpkı bir salgın gibi, ötenaziden ırkçılığa, kürtaj ve öjeni tartışmalarından güvenlik mekanizmalarına, cinsellik ve toplumsal cinsiyet rollerinden sağlık ve eğitim politikalarına, gen araştırmalarından borçlandırma stratejilerine, maddi olmayan emek ve esnek çalışma rejimlerinden mülteci ve göç sorununa kadar(Yeng, 2014) birçok alana bulaştı. Ne kadar farklılık arz ederse etsin, tüm bu bulaşma alanlarının buluşma noktası Michel Foucault’ydu. Bunun nedeniyse Foucault’nun biyopolitik ufkunun çok boyutluluğuydu. Tıp, psikiyatri, iktisat, filoloji, biyoloji gibi bilgi kuramsal teşebbüslerin toplumsal iktidar ilişkileriyle dolayımından; fabrika, kışla, okul, tımarhane ve hastanelerin beden ve ruh terbiyesini sağlamayı amaç edinen disiplin ve kontrol mekanizmalarına; cinsellik, söylem, oyun ve çalışma kategorileri aracılığıyla örgütlenen ve akıl ile delilik arasındaki sınırı çizme yetkisini elinde bulunduran toplumsal normatif düzenin işleyiş biçiminden, doğum ve ölüm oranlarının, toplumsal refah ve sağlığın, bir bütün olarak nüfusun biyolojik yaşamının istatistiksel düzenlemesine; yaşamın bekçisi olarak polis aygıtının oluşumu, dönüşümü ve üstlendiği işlevlerden yetkin formunu Hıristiyanlıkta bulan pastoral iktidarın teolojik politik karakterine, politik ekonomiden liberalizmin ve neoliberalizmin doğuşuna ve nihayet nüfusun biyolojik sağlığını korumak adına uygulanan prosedürlerin bir ölüm, soykırım politikasına dönüştüğü noktaya kadar biyolojik olanın siyasal olana dahlini, siyasal iktidarın biyolojik yaşamı ana gayesi haline getirişini kılcal damarlarına kadar gözler önüne seren bir yapıtla karşı karşıyayız.
Şüphesiz bu çalışma, ilk elden söz konusu bulaşma alanlarını tespit etmeyi önüne hedef olarak koyuyor. Bu nedenle kendisini birden çok çerçeveye yaymak zorunda. Zira Türkiye’de siyaset kuramı arenasında, bu bulaşma alanlarına layıkıyla temas eden çalışma sayısı bir, haydi diyelim iki elin parmak sayısını geçmiyor. Dolayısıyla Foucault’nun tesis ettiği zemin üzerinde yol alan, ama bununla sınırlı kalmayarak kavramın kendisini kurduğu diğer zeminlerin de haritasını çıkaran bu çalışma, bir yanıyla siyaset kuramına dair kavramsal haznenin biyopolitika marifetiyle ne ölçüde zenginleştiğini göstermeye gayret ederken, diğer yanıyla, yaşam üzerindeki tasarruf mekanizmalarının çeşitliliğini görmezden gelen bir politik perspektifin neden daima eksik kalacağını göstermek niyetinde.
Sosyal Medya: Eleştirel Bir Giriş – Christian Fuchs
Facebook, Twitter, Youtube biz kullanıcıları sömürüyor mu? Bu platformları kullanırken gizliliğimiz güvence altında mı? Christian Fuchs bütünlüklü bir sosyal medya analizi sunarken bizleri sosyoloji kuramları, Marksist ekonomi politik, katılım kültürü ve kamusal alan gibi farklı uğrakları olan bir yolculuğa çıkarıyor ve başka bir sosyal medyanın olanağını soruşturuyor.
Sosyal medya, bir araç olarak var olmasını aşan anlamlara sahip günümüzde. Tekil kullanıcılar, “önemli” isimler, kamu kurumları, geleneksel haber platformları ve büyük şirketler bu alanda farklı şekillerde var oluyorlar. Yeni bir enformasyon ve haber edinmek için çoğunlukla ilk olarak bu platformlara başvuruluyor, insanlar sosyal ilişkilerini onlar üzerinden yürütüyor, birçok protesto gösterisi onlar üzerinden örgütleniyor. Çok farklı sayıda amaç için kullanım ve farklı kitleleri bir arada barındırma bu platformların temel karakteristikleri sayılıyor. Peki milyarlara varan kullanıcı sayılarına sahip olan bu platformlar ekonomik olarak nasıl ayakta kalıyor? Facebook, Twitter ve Google gibi platformlar kapitalist birer şirketlerse kimleri, nasıl sömürüyorlar? Bu platformlar ne tür iktidar yapılarını barındırıyorlar? Bu platformları kullanırken gizliliğimiz güvence altında mı? “Kâr amacı gütmeyen bir internet ansiklopedisi” olan Wikipedia’nın ekonomi politiği nasıl işliyor?
ChristianFuchs, Sosyal Medya: Eleştirel Bir Giriş başlığını taşıyan bu kitabında bu sorulara eleştirel yanıtlar ararken farklı kuramsal zeminlere ve tartışmalara değiniyor. Bu inceleme yolculuğu, kimi zaman sosyoloji yaklaşımlarına (Durkheim, Weber, Marx ve Tönnies) uğrarken kimi zaman da katılım kültürü (Henry Jenkins) veya kamusal alan (Jürgen Habermas) gibi tartışmaları temel alıyor. Bu yaklaşım da, son zamanlarda sayıları iyice artan, sosyal medyanın etkilerinin ve gücünün tartışıldığı çalışmaların yanında kendi çalışmasının özgün ve eleştirel bir yer edinmesini sağlıyor.
Bu eleştirel yaklaşım başka bir dünyanın mümkünlüğünün kapılarını aralarken dijital dünyanın olanaklarının da es geçilmemesi gerektiğini belirtiyor. WikiLeaks gibi iktidarı içeriden sarsan Truva atlarına, Wikipedia gibi dijital dünyada birlikte üretimi mümkün kılan mecraların önemine ve onları diğer platformlardan ayıran özelliklerine ve kısacası başka bir “sosyal medya”nın mümkün olduğuna değiniliyor.