Artık toplumsallık alanı olmuş sayısalı (dijital) ele almak, onu sadece teknik bileşenine indirgemekten kaçınmak (bilişim), birkaç yıldan beri Milad Doueihi’nin başarmaya çalıştığı “sayısal insancılık”ın önemli kaygılarıdır
Artık toplumsallık alanı olmuş sayısalı (dijital) ele almak, onu sadece teknik bileşenine indirgemekten kaçınmak (bilişim), birkaç yıldan beri Milad Doueihi’nin başarmaya çalıştığı “sayısal insancılık”ın önemli kaygılarıdır.
25 Mayıs’ta Gabriel-Peri vakfının düzenlediği “medya ve özgürleşme” adlı seminerin davetlisi olan tarihçi Milad sayısalın özel mülkiyet ile ortak mallar arasındaki çelişkiyi, tarihsel materyalizmin uzantısında yer alan bir yaklaşımdan hareketle nasıl şiddetlendirdiğini göstermeye çaba sarf etmektedir. Bu aynı zamanda sayısal kültürün taşıyıcısı olduğu sözde “özdeksizleştirmeyi” (gayrimaddileştirme) de yeniden söz konusu etmenin fırsatıdır. – Laurent Etre
İnsanbilimci Claude Lévi-Staruss’un saptadığı üç insancılığın uzantısında “sayısal insancılığa” yer veriyorsunuz: Klasik İlkçağ’ın metinlerini yeniden keşfeden Rönesans’ın aristokratik insancılığı, doğu kültürlerini keşfine ortak olan burjuvazinin yabancıl (ekzotik) insancılığı ve öyle olduğu gibi incelenecek insan olgularının bir bütün olduğunu anlayan insanbilimcinin demokratik insancılığı. Peki sayısal insancılığın keşfi nedir?
Bu iki tanedir. Önce sayısallaşma aracılığıyla, toplumsal güç olarak üç insancılığın kültürümüzü ve mirasımızı değiştiren hesabın keşfidir. Bu aynı zamanda insanı olduğu gibi etkileyen değişikliklerin keşfidir. Bundan böyle nicelendirme artık vücuda da dokunur. Fizyolojiyle ilgili olan, çoğu kez arka düzlemde başarım düşüncesiyle birlikte ölçülebilir hale gelir. Daha genel düzeyde, sayısal melezin (hibrid) zaferidir. Değerlerimiz, iletişim biçimlerimiz, kendimiz ve başkaları hakkında algımız, hiçbir şey genelleşmiş bu ölçülebilirliğin dışına çıkamaz. Kişisel ve kolektif kimlikler sürekli gelişirler, bağlamlara göre yeniden ifade edilirler. Diğer yönden, sayısal kültür belleğimizle olan ilişkimizi de değiştirmiştir. Sınırsız arşiv, unutkan olmayan arşiv vaatleri bize çok yararlı gibi gösterilir.
İnsancılık kavramı, sayısalın hareketliliği, değişikliği değerlendirmesinin aksine istikrarlı, sabit bir insani öz düşüncesini içermez mi? Böyle olunca, sürmekte olan dönüşümleri kavramak için iyi bir kavram mıdır?
Evet, burada bir zorluk var. Bu dönüşümleri anlamak için kavram konusunda eksikliğimiz var. Ne yaptıklarını adlandırmak için Web’in kurucuları, özellikle kitap kültüründen kaynaklanan bilinen bir söz dağarcığını ödünç aldılar. Örneğin bugün “İnternet sayfası”ndan söz ediyoruz. Sayısal insancılığın amaçlarından biri işte klasik insancılığın korunacak mümkün olan kavramlarını açıkça belirlemektir. Şu anda üzerinde çalıştığım materyalizm gibi diğer düşünce gelenekleriyle de aynı şey söz konusudur. Sayısal materyalizm Marx döneminin tarihsel materyalizminin yeni bir biçimini temsil ettiğine inanıyorum. Sayısal, üretim ilişkilerini özel mülkiyet ile ortak mallar arasındaki çelişkiyi eşit olmayan bir noktaya taşıyacak şekilde yeniden düzenliyor. “Maddi olmayanın ekonomisi” üzerine kuramlar aldatmacıydı. Sayısal ağlar bilişim makineleri olmadan çalışmazlar ve önemli olan da kimlerin erişimi denetlediği ve erekliliği kimin hazırladığıdır. Gerçek olan zekanın, bilgilerin ekonomik değer üretiminde merkezi olmasıdır. Ama doğrusunu söylemek gerekirse burada hiçbir “özdeksizleştirme” yoktur. 19.yüzyıl sonunda, belirtibilimin (semiyotik) kurucusu Amerikalı filozof Charles Sanders Peirce kâr ekonomisinin egemenliğinde “zekanın doymak bilmez efendisi”ni görüyordu. Bana göre sayısal zeka bu düşünceye yeni bir kavrama gücü verdi. Gerçekten, dolaylı, dolaysız buyurganlıklarla, bilişim makinesini beslemek için sürekli teşvik ediliyoruz. Bunun karşısında, söz konusu olan teknikten vazgeçmek değil ama denetimini ele almak ve onu kültürle karşı karşıya getirmeye de son vermeliyiz.
Sayısal tekniğin egemen kullanımlarının kültür üzerinde tehditleri olmayacak mı?
Ben kültürün değiştiğini ve bu değişikliği düşünmek için gerekli tüm kavramlara sahip olmadığımızı düşünüyorum. 19. yüzyıl sonunda ve 20. yüzyıl başında, Ford ve Mellon gibi sanayiciler servetlerinin bir kısmıyla kültürel vakıflar kurdular. Emeği sömürüyorlardı ve aynı zamanda kültürel açıdan halka hizmet ettiklerini düşünüyorlardı. Bugün, sayısal büyük firmalar şaşırtıcı bir ölçekte toplumu değiştirecek projelere sahip olabilirler (örneğin kimileri Afrika’da sağlık sorununa canla başla sarılacaklarını söylemektedirler). Buna karşın, dünün sanayicilerinin aksine, kültürü finanse etmezler. Neden? Çünkü kültürü kendilerinin ürettiğinin kanısındadırlar. Bu durum fikri mülkiyet, telif hakları konusunda tüm mirasımızı alt üst eder. Yeni bir hukuki çerçevenin bulunması gerekir.
Size göre, sayısal “katılma ve değerlendirme paradigması olarak öyküleme ve anlatının yoğun olarak geri dönüşüyle” birlikte gitmekte. Söz konusu olan anlatı nedir?
Örneğin, video oyunlarında anlatının giderek artan yeri aklıma geliyor. Öykünün kurulumu oyunun bir parçasıdır. Kimi zamandan beri, çevrimiçi bir ara birim olan “Storify” vardır ve başta Twitter olmak üzere, toplumsal ağlardaki içerikleri devşirerek katılımcı şekilde herkesin bir “tarih” ya da bir olay anlatmasını sağlar.
Sayısal yaratıcılığı teşvik eder ama aynı zamanda bizi kestirilebilir yapmaz mı? Çünkü, yetkisi bizim elimizde olmayan algoritmalar için çevrimiçi eylemlerimize sürekli olarak hesap konmuş olmazlar mı?
Evet, gerçekten istatistiki ve olası bir modelin içine girdik ve burada önemli olan yığınlardır ve özgünlüğü içindeki birey değildir. Sayısal insancılık açısından, bu kişisel özgünlük sorunu esas olur. İlginç olan ise tek biçime sokmaya direnmek ve tümüyle kestirilebilir olmanın önüne geçmek için bilişimin kendisi bize ögeler sağlar. Algoritmaların işleyişini anlayabiliriz ve başka algoritmalar da üretebiliriz. Tabii, herkes kodlamacı olmayacak ama her birimiz bu konuda minimum bir beceri ve bilgiye sahip olabilir. Bilişim hesabına yatırım yapmak ve terk etmemek gerekir. Çünkü her hesap biçimi birbirine denk değildir. Yapay zeka konusunda düşünceleriyle matematikçi ve bilişimci Alain Turing’de (1912-1954) bunu gayet iyi görmüştür. Makinenin de çocuk gibi toplumsal ve kültürel çevresini öğrendiğini göstermiştir. Yani stratejik hesap toplumsal hesap diyeceğimiz hesapla birlikte var olur ve insanı oluşturan çoğulcu ifadeyi sağlar.
Milad Doueihi: “Sayısal bir insancılık için”, Seuil yayınları, 2011, 192 sayfa.
[humanite.fr’deki 19 Mayıs 2016 tarihli Fransızca orijinalinden İsmail Kılınç tarafından Sendika.Org için çevrilmiştir.]
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.