Meseleyi bürokratların çaresiz belayı savar kabilinden girişimlerine bırakmadan, kiralık işçiliğe karşı yaygın bir faaliyete ihtiyaç var. En başta işçinin işçiyle rekabetini önleyecek örgütlenmeye. Mevcut sendikal anlayışı aşmadan, bürokratsız bir sendika talebini ileri sürüp, öncü işçileri kazanmadan kiralık işçiyi, taşeron işçiyi, aynı sendikada bir araya getirmek mümkün olmayacaktır. Kiralık işçilik bürokratsız sendikal örgütlenme için yeni […]
Meseleyi bürokratların çaresiz belayı savar kabilinden girişimlerine bırakmadan, kiralık işçiliğe karşı yaygın bir faaliyete ihtiyaç var. En başta işçinin işçiyle rekabetini önleyecek örgütlenmeye. Mevcut sendikal anlayışı aşmadan, bürokratsız bir sendika talebini ileri sürüp, öncü işçileri kazanmadan kiralık işçiyi, taşeron işçiyi, aynı sendikada bir araya getirmek mümkün olmayacaktır. Kiralık işçilik bürokratsız sendikal örgütlenme için yeni bir fırsat sunuyor olmasın?
“Kiralık işçilik” diye nitelendirdiğimiz esnek istihdam biçimi, Meclis’te onaylanarak kabul edildi. (6 Mayıs 2016) Böylece taşeron sisteminden sonra, bir başka esnek istihdam biçimi de yasal güvencelere kavuşmuş oldu. Bu durum, sınıf mücadelesinde ağır bir darbe, daha doğrusu büyük bir yenilgi.
Haziran 2005 tarihli, yeni İş Kanunu’na yönelik ( o zaman bunları cılız eylemler diye nitelemiştik) sınırlı eylemlerin bile çok gerisinde tepkiler gösterildi. Dişe dokunur, sınıfın tümünü kapsayan tek bir kitlesel eylem yapılamadı. Hatta şunu da söyleyebilirim ki, tartışmalar, Kasım 1983’de yasalaşan yeni sendikalar ve toplu sözleşme kanunları döneminde bu kadar dar alanda yapılmamıştı ve bu kadar cansız, sığ ve etkisiz değildi.
Tabi ki bu süreçte de materyalizmin yasaları işledi… İşçi sınıfının geriye çekildiği (bu koşullarda Kürt savaşının, ağır baskıcı koşulların, devlet terörürün, zayıf burjuva muhalefetin ve toplumsal muhalefetin durumunu da dikkate almak gerekir) koşullarda, yeniden örgütlenmenin, yeni sendikalaşmanın canlılığının olmadığı bir durumda, tepkilerin çok sınırlı olması, sendika bürokrasisinin koltuklarından kalkmaya tenezzül etmemesi beklenen bir durumdur.
Ben hala, işçi sınıfının devasa kitlesinin… bugünün işsizleri yarının işçilerinin… ve nihayet işsiz ve işçi adayı gençlerin, bu yasadan tam olarak haberlerinin olduğunu sanmıyorum. Hatta öncü işçilerin bile.
Bu nedenle, yasanın, iktisadi durumun gerektirdiği basit bir teknik düzenlemeymiş gibi kamuoyunda kabul gördü.
Şu da var, tam da Batı Avrupa’da bilhassa Fransa da yüzbinlerce işçi, yasal düzenlemelere karşı greve çıkmışken ve kitlesel gösterilerle sokakları doldurmuşken, Türkiye’de, sessizliğin hakim olması trajik bir durum.
Öyle anlaşılıyor ki Türkiye işçi sınıfı bu yasa düzenlemesinin getirdiklerini, yine en iyi öğrenme biçimi olan, yaşayarak öğrenecek ve pratiğe geçirildikçe tepkiler verecek.
Meclis’te etkisiz muhalefet
Yasanın gerek Meclis komisyonunda, gerekse Genel Kurul’da ciddi engellerle karşılaşmaması ve oylama sürecinin aşağı yukarı toplam 24 saati aşmayan bir mesai ile tamamlanması da incelemeye değer bir konu. CHP ve HDP yasayı önergelerle, tekliflerle engelleyecek sistemli bir çabaya girmediler. Böyle bir hazırlık yapmadıkları, sınırlı sayıda milletvekili ile yasama sürecine katılmalarından anlaşılıyor. Meclis tarihinde, sınırlı sayıda milletvekili ile bile yasama sürecinin engellenmesinin hiç olmazsa geciktirilmesinin veya, pek çok taviz elde edilmesinin küçümsenmeyecek sayıda örneği var. Tam da bu türden çabalar, işçi sınıfı kitlesinin ilgisini çekmek, onu sürece doğrudan katmak için gerekliydi. Artık çok geç…
Yama tutmayan iş kanunu
Kiralık işçilik yasal düzenlemesi ile, 2005 tarihli yeni İş Kanunu’nda 12. büyük değişiklik yapılmış oldu. 10 yıl içinde bu kadar çok değişiklik, hiç kuşkusuz sermaye sınıfının veya onun siyasi temsilcilerinin öngörüsüz olduğuna işaret ediyor. Ama daha önemlisi kapitalizmin krizi karşısında çaresiz olduklarını. Krizin mevcut tedbirlerle aşılamadığını, sürekli ek tedbirlere ihtayaç duyduklarını ve nihayet işçi sınıfının geriletilerek krizin aşılmaya çalışıldığını ortaya koyuyor. Esas mesele tam da bu.
Dolayısıyla en başta toplumsal muhalefet, sonra sendikalar krize karşı genel, sistemli bir program ortaya koyamadıkları ve işçi sınıfını harekete geçirmedikleri sürece, çok yakında iş kanununda 13., sonra 14. değişikliğin gündeme gelmesi kaçınılmaz olacaktır. Ve böylece sendika bürokratları, (ve de sendika “uzmanları” reformistler, bir önceki dönemde eleştirdikleri), durumu muhafaza etme saikiyle, yeni yasal düzenlemelerin “hukuk sistemine, İLO normlarına, ekonomik ihtiyaçlara, çağın gereklerine vs vs” uygun olmadığını (artık yana yakıla da değil) yarım ağız anlatıp duracaklar.
Yasa ne getiriyor?
Yasayı eski sendika bürokratı (Memur-Sen Eski Genel Sekreteri) yeni AKP milletvekillerinden biri şöyle ifade etti: “Bu yasa tasarısıyla …. iş gücü esnekliğiyle, rekabet gücünün arttırılması amaçlanıyor.” Aşağı yukarı, yasanın görünen amacını özetlemiş. Fakat bu görünen amacın arka planında üç temel nokta var: Birincisi toplam ücretlerin düşürülmesi, ikincisi, emek yoğunluğunun artırılması üçüncüsü, sendikal örgütlenmenin fiziken engellenmesi. Kuşkusuz bu üç tedbir zaten işletmelerde fiilen uygulanıyor. Şimdi işçilerin belli sayıda kısmının kiralık hale getirilmesi ile daha keskin biçimde uygulanacak ve en önemlisi yasal bir kılıfa sahip olacak.
Bu tedbirlerin, iktisadi bakımdan muhakkak sermaye birikimini belli ölçüde hızlandıran sonuçları olacak. Üretkenlik artışına imkan sağlayacağı da muhakkak. Ama üretim sürecinde zaten, sömürü had safhada. Ücretler düşük, çalışma saatleri uzun, emek yoğunluğu yüksek. Bu nedenle, kiralık işçilik düzenlemesi bu fiili ağır sömürü koşullarını ciddi düzeyde yükseltemez. O kadar ki yasanın yüzde 25 sınırı aşılsa, işletmede çalışan işçilerin yarısı kiralık işçi olsa bile. Rekabet gücü muhakkak artacak ama sınırlı düzeyde. Esas mesele, sabit sermayenin. yani makine donanımının artırılması. Ama sermayenin elinden başkası gelmez. Emeğe saldırmaya devam edecek, ilk hedef kıdem tazminatı.
Yenilginin imkanları
Neredeyse iki işçi kuşağı mesabesinde taşeron işçi sistemi tecrübesine sahibiz. Taşeron sisteminde en önemli üç tecrübe, sınıfın bölünmesi ve sendikasızlaşma ve sendika bürokrasisinin taşeron işçileri örgütlemekten kaçınması olmuştur. Kiralık işçilik uygulaması ile aynı sonuçları beklemek sürpriz olmayacak. Tecrübe sahibi olmak gibi zenginliğimiz var ama, öncü işçilerin yokluğunda, tecrübeler kağıt üzerinde, tarihi olgular olarak kalacaktır.
Şimdi sendika bürokratları tabandan tepki geldikçe meseleyi mahkemeler yoluyla çözmeye çalışacaklar. Hatta Anayasa Mahkemesi’ne de götüreceklerdir. Geçen sefer olduğu gibi kendilerini dinleyecek bir Cumhurbaşkanı (Abdullah Gül Meclis’ten geçen benzer bir yasayı Temmuz 2009’da veto etmişti) da yok.
Meseleyi bürokratların çaresiz belayı savar kabilinden girişimlerine bırakmadan, kiralık işçiliğe karşı yaygın bir faaliyete ihtiyaç var. En başta işçinin işçiyle rekabetini önleyecek örgütlenmeye. Mevcut sendikal anlayışı aşmadan, bürokratsız bir sendika talebini ileri sürüp, öncü işçileri kazanmadan kiralık işçiyi, taşeron işçiyi, aynı sendikada bir araya getirmek mümkün olmayacaktır. Kiralık işçilik bürokratsız sendikal örgütlenme için yeni bir fırsat sunuyor olmasın?
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.