Halep’te Suriye savaşının en önemli momentlerinden birisinin yaşanması muhtemel. 1916’dan tam yüz yıl sonra, Ortadoğu yine emperyalist güçlerin av sahası
Halep’te Suriye savaşının en önemli momentlerinden birisinin yaşanması çok muhtemel. 1916’dan tam yüz yıl sonra, Ortadoğu yine emperyalist güçlerin av sahası ve yeniden paylaşım mücadelesi giderek yoğunlaşıyor
Suriye’de çatışmaların yeniden yoğunlaşmaya başlamasıyla birlikte, bu ülkede beş yıldır sahnelenmekte olan emperyal tiyatronun temel nitelikleri daha görünür hale gelmeye başladı.
ABD ve Rusya’nın inisiyatifiyle başlatılan ve Cenevre-3 olarak adlandırılan müzakere sürecinin aktörleri Suriye’de nasıl bir oyunun sahnelendiğini büyük ölçüde ortaya koyuyor.
Son haftaların olaylarına şöyle bir baktığımızda, ne demek istediğimiz daha iyi anlaşılacak.
ABD Başkanı Obama, Almanya seyahatinde yaptığı bir açıklamayla, IŞİD’e karşı yürüttükleri mücadelede sahadaki güçlere sağladıkları destekle başarılı sonuçlar elde ettiklerini ve bunu daha ileriye taşımak için Suriye’ye ABD Özel Kuvvetleri’nden 250 yeni asker sevk etme kararı aldıklarını bildirdi.
Obama’nın sözünü ettiği güçler, PYD’nin ana omurgasını oluşturduğu Suriye Demokratik Güçleri. ABD Özel Kuvvetleri’nden yeni birimler daha önce de olduğu gibi yine Kobanê’ye gidecekler.
Sputnik’e konuşan Suriye Demokratik Güçleri sözcülerinden Tackir Kobani, “Gelecek askerler Kobanê’nin güneyinde yer alan Tişrin Barajı çevresindeki ABD üssüne yerleşecekler. Zaten ABD askerleri birkaç aydır Tişrin Barajı çevresinde varlar. Bir kısım asker ise Kobanê güneyindeki Ğerebışk Köyü’nde bulunan üsse yerleştirilecek. ABD’nin Ğerebışk Köyü’nde de üssü var. Bu askerler kısa süreliğine gelmeyecek. Biz gelecek olmalarından memnuniyet duyuyoruz. IŞİD ile herkes mücadele etmeli” dedi.
ABD Rojava’da askeri üsler kurmuş. Bu üslerde, savaşta kendini kanıtlamış IŞİD karşıtı güçleri eğitecekmiş. Obama’nın açıklamasından bir gün sonra konuya ilişkin bir yazı kaleme alan New York Times editoryası konuya ilişkin kuşkularını şöyle dile getiriyordu:
“Irak’ta IŞİD karşıtı savaşa Irak hükümetinin resmi çağrısıyla katılan ABD askerlerinden farklı olarak, ABD askerleri Suriye’de egemen bir devletin açık ve yasal bir izni olmadan operasyonlar yapacaklar.” (A Risky American Expansion in Syria, New York Times Editorial Board, 25 April)
New York Times editoryasının söyleyişiyle, “egemen bir devletin açık ve yasal bir izni olmadan” operasyonlar yapmayı bir kenara bırakalım, ABD “egemen bir devletin topraklarında” “açık ve yasal bir izni olmadan” kara ve hava üsleri oluşturmuş, buraya yeni asker ve silah sevkıyatı yapıyor.
Aynı ABD, savaşçılarını eğitmek için üsler kurduğu ve hava desteği sunduğu bu güçlere mesela Cenevre-3’te bir koltuk vermiyor. Cenevre-3’te “IŞİD tehdidi”ne karşı savaşta kendini kanıtlamış, ABD’nin destek verdiği güçlere yer bulunamadı, ancak kendi militanlarını korumak için esir aldıkları Alevi kadın ve çocukları “canlı kalkan” olarak kullanan, mezhepçi nefretiyle Alevi katliamları gerçekleştiren IŞİD gibi bir şeriat devleti kurmak için savaşan İslam Ordusu, Ahrar’uş Şam temsilcileri Rusya’nın muhalefetine rağmen masada ABD ve diğer batılı emperyalist güçlerin onayı ve ısrarıyla yer aldılar.
Editorya, Obama’nın Avrupa seyahatinde yaptığı konuşmada “uluslarımız için en acil tehdit” olarak nitelediği IŞİD’in yenilmesinin ancak Suriye’deki iç savaşın bitirilmesi ile mümkün olacağının uzun zamandır bilindiğini, ancak iç savaş bitirildiğinde tüm güçlerin terörizmle savaşa odaklanabileceğini ifade ediyor.
Bu gerçek bilinirken, iç savaşın bitirilmesinin yolu olan ateşkesin ise neredeyse çökmek üzere olduğunu vurgulayan editorya, bu noktada sayılara bakıldığında küçük gibi görünen asker sevkıyatının, ABD’nin Ortadoğu’daki savaşlara daha büyük çaplı katılma riskinin artması hakkındaki endişeleri yükselttiğini ve yanıtsız soruları arttırdığını belirtiyor.
ABD Dışişleri Bakanı John Kerry, 22 Nisan’da New York Times editoryasıyla bir görüşme yapmış ve bu görüşmede Putin için, “orada oturup onun rejimi destekleyen şeyler yapıp muhalefeti ezişini seyredecek değiliz. Bu konuda aptal değiliz,” demişti. Kerry Ruslar’a “sen bu çizgiyi geçme, ben de şuradan ötesine geçmeyeyim, arada kim ne yaparsa yapsın” şeklinde bir öneri götürdüklerini, bu öneriye bir hafta içinde yanıt beklediklerini ifade etmişti. (Russian Military Buildup Near Aleppo, Syria, Threatens Truce, Kerry Warns, New York Times, 22 April)
Kerry’nin beklediği yanıt Rusya Dışişleri Bakanı Lavrov’dan geldi. Lavrov, Kerry’nin Suriye’nin nüfuz alanlarına bölünmesi fikrini “aşırı basit bulduğunu”, ABD’nin iki ay önce ateşkes başlamazdan hemen önce söz verdiği “iyi muhalefeti”i terörist cepheden ayrıştırmadığını ifade etti. (‘Fair Game’ ? What Kerry’s ‘Absolute Line’ in Syria Really Mean, Sputnik İnternational, 26 April)
ABD, Suriye’nin “nüfuz alanları”na bölünmesi önerisini Rusya yönetimine neden teklif etmişti? Kerry bunun yanıtını NYT editoryasıyla yaptığı görüşmede dile getirmişti.
Kerry, Rusya’nın Suriye yönetimine sunduğu askeri desteğin özellikle Halep çevresinde yoğunlaştığını, Suriye yönetiminin ateşkesten yararlanarak bu bölgede kazanımlar elde etmeye çalıştığını; bu bölgede devam eden çatışmalarda, ateşkese tabi olmayan El-Nusra ile “ılımlı muhalefet”in birbirinden ayırt edilmesinin çok zor olduğunu ve Suriye Ordusu’nun Rusya Hava Kuvvetleri tarafından desteklenen saldırılarının herhangi bir ayrım gözetmeden yapıldığını söylemişti.
Merkel’in Türkiye ziyaretinin ardından Almanya’da Merkel’le bir görüşme yapan ABD Başkanı Obama’da aynı konuyu gündeme getirmiş, Suriye’de hükümet güçlerinin Halep’te isyancılara dönük artan bombardımanlarının yeni bir şiddet dalgasını tetikleme riski taşıdığını ifade etmiş ve son zamanlarda Suriye rejiminin varılan uzlaşmaya aykırı hareket ettiğini, hilelere başvurduğunu, hem ılımlı muhalefet hem de El-Nusra gibi grupların bulunduğu, coğrafi olarak ayırt edilmesi zor bölgelerde saldırılar düzenlediğini, bunun da süreci olumsuz etkilediğini dile getirmişti. (Obama Approves Deployment of 250 Extra U.S. Troops to Syria, Haaretz, April 25)
Tüm bu karşılıklı açıklamalar ve suçlamalardan net olarak anlaşılan, Suriye’de Cihatçı çeteleri “ılımlı muhalefet” perdesini kullanarak silahlandıran ve destekleyen ABD, AB, Türkiye, Ürdün ve Körfez Krallıkları’nın Suriye Ordusu ve müttefiklerinin elde ettiği kazanımlara karşı Halep’te yeni bir saldırı dalgasını gündeme almalarıdır.
ABD, bu saldırı dalgası tehdidini kullanarak Rusya’yı, Suriye’yi fiilen oluşturulacak “nüfuz alanlarına” bölme modeline ikna etmeye çalışmaktadır. John Kerry Suriye’de bölünme opsiyonunun da var olduğunu, eğer işler umdukları gibi gitmezse, bu opsiyonun devreye girebileceğini daha önce de ifade etmişti. İslam Ordusu ve Ahrar’uş Şam’la geliştirdikleri bu sıcak ilişki, Irak ve Suriye’den kopacak parçalardan oluşacak yeni bir Sünniistan devletinin geleceği ile ilişkili gibi görünüyor.
Tam bu noktada, Suriye’nin ticari ve sınai kalbi niteliğindeki Halep şehri büyük önem kazanıyor. Vaşington Enstitüsü adlı Think Tank kuruluşunda Ortadoğu uzmanı olarak yöneticilik görevi yapan Andrew J. Tabler, Esad güçlerinin Halep’te kalıcı bir başarı elde edip cihatçılara karşı üstünlük elde etmesi ve Şam’ı elinde tutmasının savaşı kazanması anlamına geleceğini belirtiyor. Bu durumda, muhaliflerin seyrek nüfuslu önemsiz bölgelerdeki varlığının artık çok fazla önem taşımayacağını belirtiyor. Bu ise, beş yıldır çok çeşitli araç ve güçlerle sürdürülen “rejim değiştirme” operasyonunun başarısızlıkla sonuçlanması anlamına gelecek.
Bu nedenle, Halep’te Suriye savaşının en önemli momentlerinden birisinin yaşanması çok muhtemel. 1916’dan tam yüz yıl sonra, Ortadoğu yine emperyalist güçlerin av sahası ve yeniden paylaşım mücadelesi giderek yoğunlaşıyor. 3 Ocak 1916’da hükümetleri adına bir süredir gizli görüşmeler yapmakta olan İngiliz Diplomat Sir Mark Sykes ile Fransız Diplomat Georges Picot, savaşın ardından ülkelerinin el koyacağı Ortadoğu’yu nasıl paylaşacaklarına dair gizli anlaşma imzaladılar.
İngiltere ve Fransa’nın sahip olacakları “nüfuz bölgeleri”nin belirlendiği ve Rus Çarlığı ve İtalya’ya da küçük parçaların sunulduğu bu anlaşma, son yıllarda sıkça söylenenin aksine hiç bir zaman tam olarak uygulanamadı. Rusya’da Ekim Devrimi, Bolşeviklerin Çar’ın sarayındaki tüm gizli anlaşmalarla beraber Sykes-Picot Anlaşmasını da dünya halklarına açıklamaları ve tüm gizli anlaşmaları geçersiz kabul ettiklerini ilan etmeleriyle, büyük ölçüde darbe aldı.
Kuşkusuz savaşın galipleri İngiliz ve Fransızlar’ın Ortadoğu ve Kuzey Afrika’yı savaş ganimeti olarak “nüfuz bölgeleri”ne ayırıp paylaşmalarının önüne geçilemedi. Fransa’ya düşen ganimetten “yaratılan” bir parça olan bugünkü Suriye Fransız Manda Yönetimi tarafından etnik, bölgesel ve mezhepsel temellere sahip 4 ayrı devlete bölündü. Bir sosyal bilimcinin konuya ilişkin çalışmasına göre, “Suriye’deki manda tecrübesi de halkın kitlesel reddine ve bir şiddet olayları dalgasına yol açar… Irak’ta olduğu gibi Suriye’de de mandacı güç kendini kabul ettirmeyi ve Türkiye ile çizilen sınıra uyulmasını ancak kitlesel ölçekte zor kullanarak sağlayabilir, şiddet çoğunlukla “eşkıya” kellelerinin teşhiriyle ifade bulmaktadır… (Hamit Bozarslan, Ortadoğu (Bir Şiddet Tarihi) sf. 60.)
Yani “medeni” Fransızlar’da manda yönetimini kabul etmeyen Suriye halkını yola getirmek için epey “kelle” kesmişler, bununla da kalmayıp Şam’da binlerce sivil Suriyeli’nin ölümüne yol açan hava operasyonlarıyla Suriye halkının isyanını bastırmaya çalışmışlardı.
Yüzyıl önce Ortadoğu’da yaşananlarla günümüz Ortadoğusu’nda olan bitenler arasında çok önemli benzerlikler mevcut. En büyük ortaklık emekçi halklarımızın yaşadığı onulmaz acılar. Bu acılara son vermenin yegane yolu ise, Ortadoğu halklarının emperyalizme ve bölgesel gericiliğe karşı emek güçleri ekseninde birliğini sağlayıp, mücadelesini büyütmesi.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.