Psikolog Sevgi Türkmen ile hastanelere açılan ve pilot olarak 6 hastanede uygulanmaya başlayan Manevi Hizmet Birimleri üzerine söyleştik
Geçtiğimiz günlerde İstanbul, Ankara, Kayseri, Ordu, Samsun ve Erzurum’da pilot uygulama olarak başlatılan hastanelerdeki “Manevi Bakım Birimleri” açılmış ve bu birimlere din psikologları atanmıştı. Hastanelere açılan ‘Manevi Hizmet Birimlerini’nin ne işe yaradığını ve bu birimler için atanan din psikologlarını Psikolog Sevgi Türkmen’e sorduk
Hastanelere yeni açılan ve pilot olarak uygulanmaya başlayan Manevi Bakım Birimi hakkında ne düşünüyorsunuz?
Bahsi geçen bu birimler Diyanet İşleri Başkanlığı ile Sağlık Bakanlığı arasında bir anlaşma üzerine “Manevi Bakım ve Dini Danışmanlık” adı altında kurulmuştur. Esasında bu birimlerin daha önce de Diyanet İşleri Başkanlığı’nın “Sosyal İçerikli Din Hizmetleri Projesi” adı altında başka alanlarda da uygulanmaya çalışıldığı fazla bilinmemektedir. Örneğin Adalet Bakanlığı ile imzalanan protokol gereği cezaevlerinde mahkumlarla yine Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı ile yapılan protokol gereği huzurevlerinde, çocuk esirgeme kurumlarında uygulanmış ayrıca sokak çocuklarıyla da bu bağlamda çalışmalar yürütülmüştür. Dolayısıyla bu tür programların/projelerin bakanlıklar tarafından öncelikle “dezavantajlı” gruplar üzerinden sonrasında da daha genele yayılmasına çalışıldığını epeyidir biliyoruz.
Bu ihtiyacın uygulama alanlarındaki insanlardan değil, iktidarın politik amaçlarından kaynaklandığını belirtmem gerekiyor. Ortaya çıkışlarından beri kavga halinde olan bilim ile din arasındaki mücadeleyi bilim aleyhine ve tabii ki din lehine genişleterek, dinin işgal edemediği toplumsal alanlara, şu durumda psikolojinin etkin olduğu alana, yayılmak olarak özetleyebilirim uygulamanın amacını.
Projenin öncelikle cezaevi, çocuk esirgeme ve huzurevleri gibi “kapatılma ve magduriyet” merkezlerinde açılmış olmasına bakarsak, cezaevlerinde “ıslah”ın bir sonucu olarak itaatin, huzurevlerinde ölüme yakın olmanın, ölüm korkusu sömürüsünün, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı’nın psikolog ve sosyal çalışmacı kadrolarını iptal edip yerine imam kadrosu açmasının, çocuk esirgeme kurumlarında ise “dindar ve kindar nesil” yaratma projesinin bir parçasına dönüşeceğini tahmin ederiz. Hastanelerde hasta insana moral ve motivasyon veren her şeye pozitif gözle bakabiliriz. Ama bu moral ve motivasyon “yaşam için her şey” olduğu sürece. Hastane koridorlarda gezip oda oda ruhuna fatiha okunacak hasta arayan dini vaizlerin ise, insanları yaşam için motive etmek, hastanın tedavisi ve doktoruyla uyum sağlamasına yardımcı olmaktan çok, yine insanların doğal ölüm korkusunu sömürerek dünyevi yaşamı değersizleştiren, aslolanın ölümden sonraki ahiret yaşamı olduğundan hareketle “nasıl güzel ölüneceğini” anlatarak, onları ölüme motive edecekleri kaygısını her zaman taşıyoruz.
6 ilde hastanelere ‘Manevi Bakım Birimi’ açıldı
Kimler bu “hizmeti” verebiliyor. Burada çalışan psikologlar nereden eğitim alıyorlar?
Din görevlileri, Diyanet İşleri Başkanlığı’ndan aldıkları eğitimle profesyonel manevi bakım görevlisi ilan edilip görevine başlayabiliyor. Alınan eğitim programında ise din psikolojisi, dini ve manevi bakım, pastoral psikoloji, hasta ve hasta yakınlarıyla iletişim ve dua vaizliği gibi başlıklar yer almaktadır. Bu birimde görev alan ve din psikoloğu ya da psikolog olarak adı geçen çalışanlar da İlahiyat Fakülteleri’nden mezundurlar.
Bu birimlerle tam olarak uygulanmak istenen nedir sizce?
Meselenin isimlendirilmesinden başlarsak, “hastanın yanında olma, ona inanç ve dini açıdan destek olma, ibadetlerini ve adetlerini yerine getirmede rehberlik etme, hayatı ve yaşadıklarının anlamını kavramada yardımcı olma şeklindeki Manevi Destek tanımın en kritik cümlesi “hayatı ve yaşadıklarının anlamını kavramada yardımcı olma” olsa gerek. Ama hepimiz biliriz ki din, insana yeni bir bakış açısı kazandırmak değil, insanların zihnine çocukluktan beri boca edilen doğmayı koruma ve pekiştirme peşindedir. Misal içkiden siroz olmuş bir karaciğer hastasının, bu dini patentli manevi destekçiden, hastalığının, yaşadığı günahkar hayatın sonucu olduğu asıl teşhisini dinledikten sonra “tövbe edersen kurtulursun” tavsiyesi alacağını bilmesi için alim olması gerekmiyor.
Manevi destek şöyle böyle anlaşılabilir iken araya Manevi Bakım gibi daha kritik bir adlandırma giriveriyor. Fabrikalarda bakım-onarım genellikle birlikte anılan ortak birimlerdir. Burada toplum olarak bakıma ve onarıma muhtaç bir manevi hayatımız olduğu tespitinden yola çıkılıyor ki manevi hayattan kasıtları da zaten dini inanç sahibi olmak. “Dini inancı olmayanların manevi hayatı yoktur”a gelen bu tanımlama, dini inancı olup da sapmış olanlara ve bu yüzden hastanelere, hapishanelere, yetimhanelere düşmüş olanlara da manevi bakım onarım, tamirat hizmetlerine muhtaç gözüyle bakar elbette.
Doktorunun çabalarıyla hayata dönen, iyileşen hastanın da aslında, modern tıbbın uygulamalarıyla değil bu manevi bakım ve onarım hizmetlerinin yarattığı mucizelerle hastalığının iyileştiğine inanması bu projenin asıl amaçlarından biri. Bir yandan da bu tür projelerde sürekli olarak Avrupa örnek gösterilerek, bu hizmetleri almanın evrensel bir hak olduğu söylenir, bakanlıkların ortak açıklamasında herhangi bir inanç farkı gözetmeksizin hertürlü inancın sahibine bu hakkın verilmesi gerektiği dillendirilir. Batıda bu hizmetler, örnek olarak Avusturya’da, devletin resmi olarak kabul ettiği dinlerin kendi içinden belirlediği cemaatler tarafından verilmektedir. Protestan Kilisesi, Yahudi Cemaati, Avusturya İslam Cemaati, Alevi Cemaati gibi. Bu cemaatler iç işleyiş açısından özerkler, temsilcilerini kendileri belirlerler ihtiyaç dahilinde hastanelerde, cezaevlerinde kendi mensup olduğu dini inancında olan insanlara destek olurlar. Bunun yanında da din görevlilerinin yaptığı bu çalışmanın psikolojik danışmanlıktan ayrı bir yerde olduğu hizmeti alan ve veren tarafından da bilinir. Her uygulamayı kendi koşulları içinde değerlendirirken Avrupa’daki uygulamaların bize referans olamayacağı noktalar olduğunu belirtmek gerekiyor. Hemşirelik yapan rahibeleri düşünürsek Avrupa’da din hizmetleri ile sağlık hizmetlerinin yüzyıllardır birlikte yürüdüğünü anlarız zaten. Bizim ülkemizde “inanç farkı gözetmeyeceğiz söyleminin” inandırıcı hiçbir tarafı yoktur. Madem öyle inanç farkı gözetmeyecek olsalar bizim hastanelerde niye yalnızca sunni islam eğitiminden geçmiş psikologlar ve de psikoloji eğitiminden geçmiş sunni islam din görevlileri istihdam ediliyor bu uygulama için? Her dinden her mezhepten ve hatta hiç bir dinden olmayan hastaların başına bile bu nadide din psikologlarını dikerek maneviyatlarını tamirle bedenlerini kurtarıp, hıristiyanı müslüman, aleviyi sunni, ateisti dinli yaparak, ruhlarını kurtarmak için okuyup üflemek niyetindeler çünkü.
Biraz da bu programın içeriğinden konuşalım o zaman…
İçerik açısından bakıldığında program, egemen Sunni mezhebinin inaç dinamikleri ve ritüelleri ile kişilere sabır etmeyi öğüt eden, tefekkür ettiren, kaderci bir anlayışla kişiyi sakinleştirmeyi, dinginleştirmeyi hedefleyen bir yaklaşımdan ibarettir.
Mesela görüşmelerde ölümün bir veda olmadığı, ölümün yeni bir başlangıç olduğu telkini verilmektedir. Eğer “destek” alan kişinin “diğer dünya”ya, yaşadığı hayatın dışında ölümden sonra “başka bir hayatın” varlığına inancı yoksa, hastalığın kişiye yaşattığı tahribatı da göz önüne alarak düşünecek olursak, hasta ve hasta yakınlarının seçeneksiz bir biçimde çaresiz bırakıldığını tahmin etmek hiç de zor olmasa gerek. Öte yandan da bu tür yaklaşımlarla kişinin içinde bulunduğu sosyal, ekonomik, politik durumuna dair eleştirelliğini ezici hatta hastaların kendi içinde bulunduğu duruma ve hastalığına yabancılaştırıcı bir hale getirilebileceğini söyleyebiliriz. Çünkü bu yaklaşıma göre hastalık bir kaderdir, hastalıkların toplumsal ve siyasal nedenlerine isyan etmeden durumu kabullenip sabır göstermeliyiz ve dua etmeliyiz “bir başka dünya”için.
Ankara Numune Hastanesi Manevi Hizmet Birimi açıklamalarında, bizzat devletin de sorumluluğu bulunan Suruç ve Ankara Garı saldırılarından sonra, yaralı ve yaralı yakınlarına “devletin şefkat eli olarak hizmet verdik” iddiasında bulunmaları dikkat çekici. “En iyi ilaç sevgidir” felsefesinden hareket ediyorlarmış, yaralı yakınlarıyla “bir aile gibi” oluyorlarmış. Şu içinden geçtiğimiz, devlet eliyle ölüm, yıkım ve sürgün sürecinde, devlete duyulan öfkenin elimine edilmesi, başka kanallara yönlendirilerek psikolojik savaşın bir parçası olarak etkisizleştirilmesi gibi bir işlev yüklendikleri de anlaşılıyor. Aynı birimin Ulus Devlet Hastanesi sorumlularının ise psikolojik desteğin psikolog, manevi terapinin ise din psikoloğu tarafından verilmesinin doğru olacağı yönünde açıklamaları var. Manevi terapiden sonra hastaların ağrılarının azaldığı, depresif hallerinin düzeldiği, buna bağlı olarak iştahlarının arttığı, “mevlam ne eylerse güzel eyler”, “her şeyde bir hayır vardır” ve “sabrın sonu selamettir” özdeyişlerinin gösterdiği doğrultuda ölümü kabullenme güçlerinin arttığı, hastaların küs olduğu yakınlarıyla barışıp evlerinde yakınlarının yanında ölmek gibi kararlar aldığı şeklinde gözlemler aktarılmaktadır. Hatta bazı hasta yakınlarının “manevi destek psikoterapi gibi geldi” gibi beyanları aktarılmıştır. Bazı doktorlar ise hastaların tasavvuf felsefesine doğru yönlendirilmesinin çok gerekli olduğu fikrindedirler.
İlla ki talep varsa böylesi birimler nasıl organize edilebilir?
İyileşme için kendisine neyin moral ve motivasyon vereceğini hasta bilir, isterse psikolog, isterse imam, ister Alevi dedesi, isterse klasik müzik çalan kemancı, bu olanaklar hastaya sunulmalı elbette, tabii ki yukarıdan dayatılan bir politik projenin parçası olmadan, bunu hastanın kendisi gönüllü olarak talep ederse işlevsel olacaktır. Çünkü inancı olan bir insan için din, karşılaştığı olumsuz yaşam olaylarında teselli edici olabilir, kişinin kederini azaltabilir ve daha kısa sürede gündelik hayatı içinde yaşadığı durumu kabul edebilir. Bir tür afyon ve anti depresan etkisi yaratabilir. Ama başta da bahsettiğim gibi faklı dini inancı olan kişilerin de, bu faklılıklarının göz önüne alınmasıyla, kendi inancına içkin ritüellerin uygulandığı bir desteğin alınmasını sağlamaktır doğru olan.
Bir yandan da hastanelerin haline bakıldığında “ruhsal destek” dediğimiz alanda o kadar boşluklar var ki. Kurumların, birincil olanın insanların fiziksel ve ruhsal sağlığının olduğu anlayışı temelinde yeniden düzenlenmesi gerekmektedir. Bu projeyi savunurken bir yetkili “Fiziksel sağlıktan sonra ruhsal sağlık için çalışıyoruz, noksan kalan parçayı tamamlıyoruz” demiş. Her gün psikiyatri polikiniklerinde görülen hasta sayısına bakalım, bu hastalar için ayrılan zamana bakalım, antidepresan ilaçlarla yaşamaya çalışan insan sayısına bakalım, çocuk hastanelerindeki psikiyatrik görüşmelerde anne babaların ne kadar dahil edildiğine bakalım, ilaç kullanan çocukların oranına bakalım…
Bu iktidar projesi din psikologlarının “bizler öteki dünyanın da bilgisine sahibiz” böbürlenmesiyle bu dünyanın bilgisine sahip psikologlardan üstün olduğu duygusunu taşıdıkları muhtemeldir. Bu durum, yaşamı ölümle yönetmek, ellerinde önemli bir koz. İnsanların derin korkularına (cehennem) ve derin arzularına (cennet) seslenerek hastalar üzerinde bizden daha etkili olmaları muhtemel. Bizim dezavantajımız ise gerek moral ve motivasyon vermek istediğimiz fiziksel hastalarla, gerekse danışmanlık yaptığımız insanlarla aramızda bir yabancılaşmaya yol açan profesyonelliğimiz, bunu meslek olarak yapma zorunluluğumuz. Onlarla günah-sevap, cennet-cehennem ikilemleri üzerinden ilişki kurmaya ihtiyacımız yok. İnsanın kendi bedeninin doğasına içkin olan fiziksel ve ruhsal öz güce, potansiyele inanmasını ve harekete geçirmesini sağlayacak kapıları sevgi ve dayanışmayla aralamaya çalışmak, ölüm fikrini sonsuz ahiret hayatı vaadiyle değil yaşamın organik bir devamı olarak doğallaştırıp zihinlerde yaşarken yenilgiye uğratmak, yaşamı ölümün yönetmesine izin vermemek, bütün çabamız bunun için.
Sendika.Org
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.