Barışın temelleri demek olan toplumsallığın da dayanağı olan demokrasi, özgürlük, adalet ve eşitliğin yapılandırılmasına olanak sağlamış olabilir. Çünkü barışı tanımlayan toplumsallığın asıl belirleyeni, toplum olmanın ortak ilkelerinin karşılıklı tanıma-tanınma ile ortak olan alanları yaşanır kılmasıdır Toplumsallığımız, başkalarıyla birlikte olma zorundalığımız, farklılıklarımızı beğenmesek de katlanılması gereken zorunluluklar olarak görmemiz gerektiğini işaret ediyor. İşte bu durumun evrensel […]
Barışın temelleri demek olan toplumsallığın da dayanağı olan demokrasi, özgürlük, adalet ve eşitliğin yapılandırılmasına olanak sağlamış olabilir. Çünkü barışı tanımlayan toplumsallığın asıl belirleyeni, toplum olmanın ortak ilkelerinin karşılıklı tanıma-tanınma ile ortak olan alanları yaşanır kılmasıdır
Toplumsallığımız, başkalarıyla birlikte olma zorundalığımız, farklılıklarımızı beğenmesek de katlanılması gereken zorunluluklar olarak görmemiz gerektiğini işaret ediyor. İşte bu durumun evrensel ifadesi, düşünce ve ifade özgürlüğü, karşılıklı tanıma, eşitlik ve adalet olarak kabul edilmektedir. Elbette toplum oluşturma ile ilgisinde demokrasinin bu ilkeleri ortak yaşamın da dayanakları olarak belirmektedir.
Kendi iç barışını sağlayamayanlar, toplumsal barışı da sağlayamazlar. Toplumsal barış, öncelikle toplumu oluşturanların birbirlerinden farklı olduklarını, ortak çıkarların bu farklılığı koruduğu düşüncesine bağlanması üzerinde kuruludur. Toplumsal barış, bu bağlanmayı onaylama bilgisinin ve bu bilgiyi toplumsal yaşamda gerçekleştirebilme yetisinin oluşması üzerinde kuruludur. Aksi takdirde barışa yaklaşılamaz, ancak barış sözcüğü içeriksizce, anlamsız bir kabuk gibi kullanılır. İç barış, toplumsal barış olduğu denli, insanların yaşamlarını sürdürmelerinde kendi düşünme ve eylemlerinde uyumlu olmalarına da işaret eder.
Öncelikle belirtilmelidir ki, barışı kuracaklar, toplumun katılımcı ya da paydaşı olan teklerdir. Kapitalist toplum(dışı)sal ilişkilerinde bile, barışın kurulması ve geliştirilmesi, devlet kurumlarının barışçı olmasına, toplumda bir uyum sağlamasına dayandırılabilir. En azından bir toplum oluşturmanın olanağı, toplumun teklerinin kendilerini o toplumun üyesi olarak saymasından geçer. Kendi devletinin/toplumunun üyelerinin farklarına rağmen, başka olanı kendinden sayma bilinci, toplum oluşturmada esaslı temel dayanaktır. Batı ya da Kuzey’in burjuva demokrasilerinin üzerinde yükseldiği temel budur. Bu temelin açık ifadesi, T.C. Anayasası’nda da yer alan, “Düşünce ve ifade özgürlüğünü, tek başına ya da başkalarıyla topluca ya da yayın organlarıyla istediği yerde açıklamaya, duyurmaya dayanır” kavrayışında dile gelmektedir.
Bu ifadenin anlamı şudur: Ben ne ölçüde düşüncelerimi açıklıyor ve yayıyorsam, benim katılmadığım düşünceleri başkalarının dile getirmesi o denli meşrudur. Hele bir de, bu insanlar arasında bu konuda anayasal bir sözleşme varsa, “düşünce ve ifade özgürlüğü” toplumun her kesiminin ve her üyesinin devlet kurumlarınca korunmasını, kollanmasını gerektirir. Devlet, birileri düşüncelerini ifade etti diye ifade özgürlüğü aracılığıyla beyan edilen düşünceyi suçlayanlara müsaade etmez ve düşünce-ifade özgürlüğünü kullananları suçlayanlara suçlu muamelesi yapar. Bunu yapmadığı takdirde, devlet ya da hükümet suç işliyor demektir. Böylece, düşünce ve ifade özgürlüğünü gerçekleştiremeyen yurttaşın, haklarını koruma amacıyla devlete ve karşısında olanlara karşı kendini koruması meşrulaşır.
Bu nedenle barışın kurumlaşması, düşünce ve ifade özgürlüğünün güvencelenmesi anlamına gelir. Öyleyse, öncelikle toplumun ne pahasına olursa olsun, demokrasi, özgürlük, adalet ve eşitliğin kurumlaşmasını engelleyen bürokrasi ve yasa dışı kuvvetlerden kurtulması gerekir. Toplumu çatıştıran ve toplumun her üyesinin, yurttaşının can, mal, düşünce ve ifade özgürlüğünü amaç edinmeyen kurumlardan hukuk yoluyla hesap sorulması uygulanabilir olmalıdır. Suç işleyenin korunmadığı, kim olursa olsun yargılanabildiği, hükümet ve devletin önemli yerlerinde de olsalar, keyfiyetle emrivaki yaparak devletin işleyişini engellemeye yönelik girişimlerin darbe sayılabileceği bir işleyişin var olması zorunludur. Özellikle hem atanmış hem de seçilmiş yöneticilerin karar ve uygulamalarının sonuçları itibari ile hukuksal olarak maddi ve manevi anlamda sorumlu tutulmaları kaçınılmazdır. Bu hukuksal hesap sorma olmaksızın, toplum, yöneticilerin keyfiyet ve çatışmadan yaratmasından kurtulamaz, terör, baskı, şiddet sarmalı tüm toplumu sarar ve iç savaş kapıdadır.
Buradan hareket eden bir barış süreci, yani toplumu idare edenlerin de hesap vermesini, şeffaf olmasını ve yargılanabileceği güvencesi ile başlangıç yapabilir. Bunun tersi bir durumda sözde barış vardır ve sözde barış da, yalnızca egemenin duygu ve düşüncelerini gerçekleştiren bir araca, onun tatmininin bir nesnesine dönüşmüş olur. Öyleyse, devletin başı bile olsa, hesap verebilir, yargılanabilir olmalıdır ki, toplumun diğer yurttaşlarının üzerinde ve daha değerli olanın olmadığı bilinsin ve yasa karşısında kimsenin ayrıcalığı bulunamasın. Hukuk karşısında birilerinin birilerinden üstün, değerli ya da kıymetli olduğu toplumlarda değil barış, demokrasi, adalet, eşitlik ve özgürlüklerin de yaralanmış olacağı açık seçiktir.
Barışın kurumlaşması, barışın hangi niteliklerle belirlenmiş olduğuna uygun olarak gelişir. Barışın kurumlaşmasının gelişmesi, toplumsal hayatla ilgili olarak toplumu oluşturan tekilliklerin bilgi ve bilinçlenmesine uygun olarak şekilleniyor olduğu açık bir gerçekliktir. Barışın kurumlaşmasının nesnelliğin ölçütü olması, toplumsal ilişki ve etkileşimlerin de, tekil insanların toplumu oluşturan kesişmeleri olarak birliklerinin genel kural, ilke, yasa ve hareket noktaları şeklinde görünür belirlenmeler olmaları anlamında benimsenmesi demektir.
Toplumun kurucu teklerinin fark ve çeşitliliklerinin toplumsal bilgi ve bilinç bağlamında eğitsel, hukuksal, politik, ahlaki ve kültürel ortak kesenlerinin oydaşması ve bu oydaşmanın gözetilerek yasallaşması, meşrulaşması gerekir. Oydaşılmış bu yasallık düzleminin meşrulaşması, birbirinden farklı ve çeşitliliği içinde etkileşim anlamına da gelen her türden toplumsal ilişkilerin korunması anlamına da geleceği açıktır. Buna göre, her toplumun kurucu teklerinin toplumda uzlaştığı oydaşma ve kesişmelerin, şimdi ve burada kurulacak barışın kurumlaşmasının dayanağı olacak olanak ve koşullar olarak da görülmesi gerekir. Nesnel durumun zenginlik ve gücünün beslendiği bir temel olarak oydaşma ve oydaşmanın yasallığına işaret eden bu bakış açısının ortaya koyduğu düşünme, daha açık bir ifadeyle şöyle yorumlanabilir: Toplumu oluşturan kurucu teklerin bilgi ve bilinçlerine dayanan zihinsel yetilerinin gelişmişliği ve kurumlaşmasını belirleyen de, şimdi ve burada kurulacak barışı ne ölçüde açık seçik bildikleri ve hayata uyguladıklarıyla belirlenebilir.
Böylelikle barışın temelleri demek olan toplumsallığın da dayanağı olan demokrasi, özgürlük, adalet ve eşitliğin yapılandırılmasına olanak sağlamış olabilir. Çünkü barışı tanımlayan toplumsallığın asıl belirleyeni, toplum olmanın ortak ilkelerinin karşılıklı tanıma-tanınma ile ortak olan alanları yaşanır kılmasıdır. Demokrasi, halkın her bir kurucu üyesinin toplumu belirleyecek karar ve uygulayıma tartışarak iradesiyle onay vermesi ya da söz konusu kararlaşmaya karşı çıkabilmesi anlamına gelir. Böylelikle toplumu oluşturanlar özgürlüklerini kullanmış olurlar. Demokrasi, yargı karşısında eşit olma, hukuksal haklar bakımından eşit olma, adil bir toplum yaşamı anlamına gelirken, özgürlükler ve hakların yaşanabilmesinin güvencelenmesi anlamına da gelir. Bu anlamda gerçek bir toplumsallık, barış, demokrasi, özgürlük, adalet ve eşitliği gerektirir. Gerçek bir toplumsallık, toplumsallığı tanımlayan diğer olgu ya da kavramlara, ortak kararlara dayanan demokrasi, her üyenin özgürlüğüne, her üyeye eşit uygulanan adaletli yargıya vurgu yapar görünmektedir. Barış, demokrasi, özgürlük, adalet ve eşitliğin yukarıdaki bağlamda gerçekleşmediği toplumlarda gerçek bir toplumsallıktan da söz edilemez görünmektedir.
Barışın kurumlaşması, teklerin özgürlükleri, yerel yönetimlerin özerkleşmeleri anlamına gelir. Yerellerin kendi yöneticilerini seçmeleri ve halkın benimsemediği tutumları olduğunda yöneticilerin kısa sürede görevlerinden halk tarafında geri alınması yasallaştırılmalı ve normalleştirilmelidir. Tüm kolluk kuvvetlerinin, okul, üniversite, yerel yönetim ve devlet kurumlarının yöneticilerinin yerellerde seçimlerle gelmesi yasallaştırılmalıdır. Yerellerin özerkliğinin birbirlerini de baskılamaması ya da başka yerellerin kendinden farklı olan yerelleri yönlendirmemeleri gerekir ki, her yerel kendi sorunları hakkında karar verebilsinler.
Özellikle, demokrasinin yerleşik olmadığı, dogma ve önyargılarla dolu bir toplumsal yaşamda düşünce ve ifade özgürlüğünün engellenmesinin sonuçları çok tehlikeli olabilmektedir. Toplumun genel eğilimleriyle aynılaşmamak suç değildir. Olmamalıdır da. Yeniyi, farklıyı ve özgürlüğü savunmaktır aynılaşmamak. Düşünce ve ifade özgürlüğünün bilinçli olarak kavranmadığı durumlarda ya da yerlerde, farklı oldukları için anlaşılmaz ve normaldışı sayılan insanlar bir anda vatan hainliği ya da terörist olmakla suçlanabilmektedirler. Kırık dökük demokrasilerde, inanmanın, dinin, ahlakın ve önyargıların dogmalarından beslenen yöneticilerin histerik iktidar düşkünlüğü ve despotluğu bir de cahillikle birleşirse, şiddet ve terörün tüm topluma yayılması engellenemez olur. Çünkü muhteris erk düşkünü zalim yöneticiler, bir kere halka hoş görünürler ve onların vicdanlarını ellerine geçirirlerse, kendi duygu ve isteklerini, emellerini ve çıkarlarını herkesin çıkarlarının üstüne koyarak toplumun tümünü yoksayarak zulmetmeyi kendilerine hak görürler.
Sonrası malumunuzdur. Kendisinden başka kimse özgür olamaz, özgürlük onun yanında durmakla olanaklıdır. Yoksa, “ya onun yanındasınızdır ya da devletin karşısındasınızdır”. Çünkü erk sahibinin kendisi, vatan, millet, bayrak ve devlettir. Tek doğru ya da hakikat olduğuna inanan bu hastalıklı yaklaşımlar, ne yazık ki tarih sayfalarında sıkça rastlanan örneklerle gösterilebilir çokluktadır.
Barışı, yani özgürlüğü kendi toplumunda kuramayanlar, kendi toplumunun yurttaşlarının düşünce ve ifade özgürlüğünü, farklı özel yaşam biçimlerini özgür kılamayanlar, dış ilişkilerinde de çatışmacı rol oynarlar. Barışın kurumlaşması, sevgi, saygı ve karşılıklı muhabbetle gerçekleşebilir. Sevgi, saygı ve karşılıklı iletişimin eşit haklarla sürdürülmesi, barışın tesisinde gözetilmesi gereken en önemli temeldir. Bu temel sağlam bir şekilde güvence altına alınmaz, anayasada olduğu halde uygulanmazsa, barıştan değil, topluma uygulanan baskı ve şiddetten, terörün devlet eliyle uygulanan biçimlerinden söz edilebilir.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.