Siz şu andaki iktidarda bulunanlardan hiç demokrasi mücadelesi yapanı gördünüz mü? Nerede ABD’nin üçüncü dünya ülkelerine saldırılarına karşı bir gösteri olsa, bir grev desteklense, bir barış yürüyüşü olsa, otoriteye karşı bir protesto olsa bunlar ellerinde sopa, arkalarında polisle hep bu gösterileri basmış, provoke etmişlerdir Eskiden, yeterli ve gerekli eğitime ulaşmamış insanlarımız tiyatro sözcüğünü kimi birçok […]
Siz şu andaki iktidarda bulunanlardan hiç demokrasi mücadelesi yapanı gördünüz mü? Nerede ABD’nin üçüncü dünya ülkelerine saldırılarına karşı bir gösteri olsa, bir grev desteklense, bir barış yürüyüşü olsa, otoriteye karşı bir protesto olsa bunlar ellerinde sopa, arkalarında polisle hep bu gösterileri basmış, provoke etmişlerdir
Eskiden, yeterli ve gerekli eğitime ulaşmamış insanlarımız tiyatro sözcüğünü kimi birçok yabancı sözcükte olduğu gibi değiştirerek “tıratora” şeklinde söylerdi. Hayatında hiç tiyatro izlememiş olan bu insanlar bu sözcüğü sahnede oynanan bir oyun anlamında değil de kandırma, aldatma numara yapma vs. anlamında kullanırlardı. Karşısındakinin tavır ve sözlerinden kuşkulanan böyle birisi “Bana tıratora yapma” derdi; beni kandırma, aldatma, rol yapma anlamında. Benzer şekilde yeniden sahnelenmeye başlanan sözde ‘Yeni Anayasa’ oyunu için bundan böyle ben de tıratora sözcüğünü kullanacağım.
Bilindiği gibi ilk kez Yeni Anayasa adlı tıratoranın birinci perdesi 2010 yılında açılmıştı. Başrolünü ve yönetmenliğini zamanın başbakanının oynadığı, dublörlüğünü Burhan Kuzu’nun yaptığı tıratoranın gönüllü suflörlüğünü kendisini solcu sanan, sınıf gerçeğini görmezden gelen liberaller yapmıştı. Kendilerini yardımcı oyuncu sanan CHP ile HDP de rejinin taktikleriyle figüranlıktan öteye geçememişlerdi. Toplumdaki bir avuç sosyalistle kimi laikler dışında hiç kimse, Yeni Anayasa denen oyunun bir tıratoradan ibaret olduğunu anlayamamıştı başlangıçta. İş olacağına vardı, birinci perde başrol oyuncusu ile figüranların kavgalarıyla kapandı.
Benzer tıratoraya 7 Haziran seçimlerinde de tanık olmuştuk; ama bizim konumuz Yeni Anayasa tıratorası.
Birincisinin kapanmasından 3-4 yıl sonra ikinci perde de birinci perdede olduğu gösterişli söylem ve görüşmelerle yeniden açıldı. Bu haliyle iki perde arasında verilen molanın uzunluğu konusunda dünya rekoru kırılmıştır, diyebiliriz. Senaryosu, yönetmeni, hatta çoğu figüranı aynı olan Yeni tıratoranın sonunun da önceki ve 7 Haziran sonrasındakine benzer olacağı açık gibi görünüyor bana. Şimdi bunun gerekçelerini anlatmaya çalışacağım:
Ne diyor iktidar kanadı: Anti-demokratik, baskıcı 12 Eylül darbe rejiminin Anayasa’sını değiştirelim, toplumun gelişmesinin önündeki engelleri (!) kaldıralım, diyor. Bunları piyasaya süren iktidarın gerçek sahibi, daha birkaç yıl önce seçim barajının düşürülmesi konusundaki bir konuşmasında o maddeyi kendilerinin getirmediklerini söylemişti. Bunu geçiyorum. Şu anda iktidardaki insanların geldiği yere bir bakalım isterseniz. Bu insanlar, arazi oldukları 27 Mayıs darbesi dışında açık ya da kapalı tüm askeri darbeleri destekleyerek, onlardan beslenerek geldiler bu günlere. İktidarın gerçek sahibinin resimlerinin bir yanında duran ustalarından birisi vakti zamanında ‘sosyal adalet’ deyişini yasaklamış, diğeri ise 12 Eylül rejiminin baş mimarlığını yapmış bir başbakandır. Ot kökünden hasıl olur. Küçükten büyüğe iktidar temsilcilerinin demokrasinin amaç değil, hedefe ulaşılıncaya kadar kullanılacak bir araç olduğu, Müslümanlıkla laikliğin bir arada olamayacağı vs. söylemini dillerinden düşürmeyen bir gelenekten geldiğini unutmamak gerekir. Laiklik olmadan da demokrasi olabileceğine inananlara bir sözüm olamaz.
Siz şu andaki iktidarda bulunanlardan hiç demokrasi mücadelesi yapanı gördünüz mü? “Baş örtüsüne özgürlük” dışında ben görmedim, ki onu da kendi damarlarından gelen iktidarlar döneminde yapabildiler. Siz bunların hiç hak mücadelesi yapan işçilerin bir grevini desteklediğini, kapitalist yağma ve ahlaksızlığa, savaşa, haksızlığa, adaletsizliğe vs. karşı bir gösteri yaptığını gördünüz mü? Ben tam tersini gördüm. Nerede ABD’nin üçüncü dünya ülkelerine saldırılarına karşı bir gösteri olsa, bir grev desteklense, bir barış yürüyüşü olsa, otoriteye karşı bir protesto olsa bunlar ellerinde sopa, arkalarında polisle hep bu gösterileri basmış, provoke etmişlerdir.
Bunlar ve ustaları sanatın düşmanı olagelmişlerdir. Sanata karşı olmak özgürlüğe karşı olmaktır.
İktidarın geldiği damar budur. Yani öznel olarak şu andaki iktidardan demokratik bir anayasa beklemek bir mucize gerçekleşmesini beklemekle eştir.
12 Eylül Anayasa’sını demokratikleştireceğini iddia eden iktidarın oy tabanına bakalım şimdi de:
Genel olarak bizim halkımız, (dinle ilgisi olmayanlar bile) dindar insanlara saygı ile bakar, onların kimi ahlaksızlık ve yolsuzluklarında bile keramet arar. Bunun geçmişten gelen kökleri olduğu gibi eğitimle de ilişkilidir kuşkusuz. Böyle bir insan modelini sadece bu iktidar şekillendirmedi, geçmiş iktidarlardan devraldı ve pekiştirdi. Bu insanlar çoğunlukla toplumun en dar gelirli insanlarıdır, iktidar kimileri yerinde, kimileri yerinde olmayan, yetersiz de olsa bazı sosyal yardımları bu kesimlerin bir bölümüne ulaştırdı. Çevreleriyle birlikte bu insanların sayısı 15 milyonu aşmaktadır. Sosyal yardım alan insanlar bu yardımı devletin bir görevi olarak değil, iktidarın ve özellikle onun başının bir lütfü olarak görmektedir. Bunların, iktidardan beklentisi bu yardımları sürdürmesidir, demokrasi diye bir dertleri olacağını sanmıyorum. Bir de sosyal yardım alamayan kesimler vardır ki bunlar geçmişten gelen deney ve bilgilerinden dolayı devletten korkarlar. Devletten bir hak talep etmek bunların çoğu için “başını derde sokmak” anlamına gelir.
İktidarın bir de bu dar gelirlilerden iyice ayrışmış, çoğunluğu sonradan oluşmuş zenginlerden oluşan bir oy tabanı vardır ki, bunların demokrasi istemeleri eşyanın doğasına aykırıdır. Aksi halde örneğin vakti zamanında milletin anasına söven bir zat Cerattepe’deki madene elini bile süremez. Eski büyük burjuvamız ise şu anda bulunduğu yeri demokrasiye değil, tam tersine darbelere, sıkıyönetimlere, sıkı yöneticilere borçludur.
‘İstisnalar kaideyi bozmaz’dan yola çıkarak, iktidara oy verenler arasında demokrasi diye bir derdi olan kesimler yoktur, diyebiliriz.
Yani nesnel olarak da bu iktidardan demokratik bir anayasa beklemek boş bir hayaldir.
Bu nedenle CHP’nin çoğunluğunun, bu tıratorada figüranlık yapmaya gönülsüz olmasını anlıyorum. 1960 darbesi sonrasında, Amerikancı büyük sermaye iktidarlarının vurucu yedek gücü olarak kurulan MHP, o iktidarlar her sıkıştığında görevini yapmış olup, aynı görevini bihakkın sürdürmektedir ve sürdürecektir de. HDP’nin bu konudaki tavrını anlamakta gerçekten zorlanıyorum. Kürt sorununun çözümünün bir demokrasi sorunu olduğu matematik bir gerçeklik ise eğer, HDP o sahnede ne arıyor, doğrusu anlamış değilim.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.