2015 28 Şubat’ında HDP İmralı heyetiyle devlet ve hükümet yetkilileri Dolmabahçe Sarayı’nda demokratikleşme ve Kürt sorununun çözümünü içeren bir mutabakatı kamuoyuna sundular. Bu mutabakat aylarca, hatta yıllarca yapılan görüşmelerin sonucu gerçekleşmiştir. Bu mutabakat, Türkiye tarihi açısından çok önemli bir sonuç olduğu gibi; bu mutabakatın Tayyip Erdoğan tarafından yok sayılması da Türkiye halkları açısından ağır sonuçlar […]
2015 28 Şubat’ında HDP İmralı heyetiyle devlet ve hükümet yetkilileri Dolmabahçe Sarayı’nda demokratikleşme ve Kürt sorununun çözümünü içeren bir mutabakatı kamuoyuna sundular. Bu mutabakat aylarca, hatta yıllarca yapılan görüşmelerin sonucu gerçekleşmiştir. Bu mutabakat, Türkiye tarihi açısından çok önemli bir sonuç olduğu gibi; bu mutabakatın Tayyip Erdoğan tarafından yok sayılması da Türkiye halkları açısından ağır sonuçlar doğurmuştur.
Şu anda AKP yöneticileri Türkiye ve Kürdistan’daki siyasi gerilim ve gerçekleşen savaşı bu mutabakatı reddedenlere değil, bu mutabakatı gerçekleştirmek için büyük çaba gösteren Kürt Halk Önderi ve Özgürlük Hareketi’nin üzerine yıkmak istemektedirler. İşte pişkinlik, utanmazlık ve ikiyüzlülük budur. Bu mutabakatın olduğu gün ve sonrası AKP yandaşı basın göz önüne getirilsin; yapılan yorumlar hatırlansın! AKP yandaşı basın ve kalemşorlar bu mutabakattan övgüyle söz etmişlerdir. Türkiye’nin en temel sorunu olan Kürt sorununun çözüm sürecine girdiği ve bunun da AKP tarafından başarıldığına yönelik birçok yorum ve değerlendirme yapılmıştır. Sadece AKP yandaşı basın değil, merkez basın bile bu mutabakatla Türkiye’nin rahatladığı ve geleceğe umutla bakabildiğini söylemiştir.
Yandaş basının mutabakat değerlendirmeleri ve sonraki tutumları gerçekten ibretliktir. Bu mutabakat için AKP’ye övgüler düzenleyenler, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan mutabakatı reddedince sesini çıkarmamışlardır.
Dolmabahçe Mutabakatı sonrası tüm Türkiye rahatlamıştır. Herhalde Türkiye tarihinde toplumu rahatlatan bu tür durumlar azdır. Dolmabahçe Mutabakatı ile on yıllardır gerilim içinde yaşayan Türkiye halkları büyük bir rahatlama yaşamışlardır. Gerçekten de Kürt sorununun çözümsüzlüğü onlarca yıldır Türkiye halklarını büyük bir gerilim içinde tutmuştur. Türkiye toplumu da ahlaki, kültürel ve sosyal çöküntü yaşamış; travmatik bir toplum haline gelmiştir. Kürt sorununda çözüm umudu ortaya çıkınca Türkiye toplumu rahat bir nefes almıştır. Ancak Türkiye toplumunun bu rahatlatması ve geleceğe umutla bakması iki hafta sürmüştür. Tayyip Erdoğan hemen bu umutların ve iyimserliğin üzerine turp suyu sıkmıştır. Halkın duyguları bu tutumla altüst edilmiştir.
Türkiye halkları barış ve demokrasi için umut içine girmişken, Tayyip Erdoğan yeniden savaş tam tamları çalmıştır. Mutabakat için bunun demokrasiyle alakası yoktur dediği gibi; demokratikleşme ve Kürt sorununun çözümü için büyük çaba harcayan, makul yaklaşım gösterdiği herkes tarafından kabul edilen Kürt Halk Önderinin Newroz mesajı için “bu tür şeyler İmralı’yı meşrulaştırır” diyerek zihniyeti ve politikasının ne olduğunu ortaya koymuştur. Kürt Halk Önderinin demokrasi ve barış için yıllardır yürüttüğü büyük çabaların neden sonuç alamadığı daha iyi anlaşılmıştır. Çünkü Tayyip Erdoğan da Kürt sorunu konusunda Türkiye Cumhuriyetinin 80-90 yıldır sürdürdüğü zihniyete sahiptir. Bu açıdan Kürt sorununun çözümü gibi bir yaklaşıma sahip değildir. Nitekim “Kürt sorunu yoktur” diyerek noktayı koymuştur.
28 Şubat 2015’te Dolmabahçe’de gerçekleşen mutabakatın reddedilmesi, önceden alınan savaş kararının sonucudur. Tayyip Erdoğan, çatışmasızlık ortamını kendi iktidarını ayakta tutmak için kullanmış; ancak İmralı’daki görüşmelerin artık bir sonuca ulaştırılması kendini dayatınca gerçek yüzünü ortaya koymuştur. Öte yandan Kürtlerin tüm Ortadoğu’da güçlendiğini görünce Kürtlerin bu gücünü kırmak için topyekûn savaş kararı alınmıştır. Bugün süren savaş, bu zihniyet ve kararın sonucudur. Mevcut çatışmaları ve yaşananları başka türlü görmek gerçeklere gözünü kapatmaktır.
Kürt Halk Önderi Tayyip Erdoğan ve ittifak kurduğu güçlerin aldığı savaş kararını bildiğinden bu savaşı durdurmak için büyük çaba göstererek makul bir yaklaşımla AKP hükümetini bir mutabakata çekip bu savaşı boşa çıkarmak istemiştir. Bu mutabakat savaşı önleme çalışmasıdır; ancak 2014 30 Ekim’de MGK’de alınan savaş kararı gereği bu mutabakat reddedilmiştir. Kürt sorununda çözüm gibi bir şeyin olamayacağı açıkça ortaya konulmuştur. Çünkü böyle bir sorun kabul edilmemektedir.
Dolmabahçe Mutabakatı’nın reddedilmesiyle savaşın önüne geçme çabaları sonuçsuz kalmıştır. Bu durum üzerine Kürt Halk Önderi ve Özgürlük Hareketi 7 Haziran’da demokrasi güçlerinin başarısıyla bu savaşın önüne geçmek istemiştir. Bu nedenle İmralı’da uygulanan tecrit ve savaşı tırmandırma provokasyonlarına karşı sabırlı davranılmıştır. Büyük sabır gösterme ve yoğun çalışmayla 7 Haziran’da demokrasi güçlerinin başarısı sağlanmıştır. Ancak savaşta ısrar edenler, savaşın önlenmesini hedefleyen 7 Haziran seçim sonuçlarını da yok saymışlar ve çok önceleri alınan savaş kararını pratiğe geçirmişlerdir.
Savaş teorisinde “Savaş, politikanın farklı araçlarla sürdürülmesidir” denilir. Bu açıdan 24 Temmuz’da kapsamlı hava saldırısıyla başlatılan savaşı iyi anlamak için önceki politikayı ve kurulan ilişkileri görmek lazım. 7 Haziran öncesi ve sonrası Tayyip Erdoğan, Ergenekoncular, tüm şovenist ulusalcılar, demokrasi düşmanları ve faşist güçlerle ittifak kurmuştur. Bu politika ve ilişkiler Kürt halkının özgürlük mücadelesini ezmek için geliştirilmiştir. Bu ilişkiler ve izlenen politika, savaşın neden yükseltildiğini açıkça gözler önüne sermektedir. 7 Haziran seçimlerini ilk reddedenler Tayyip Erdoğan ve Devlet Bahçeli olmuştur. Nitekim bugün Tayyip Erdoğan’ın savaş politikalarının en büyük destekçisi de MHP ve Devlet Bahçeli’dir.
Dolmabahçe Mutabakatı’nın değerini anlamak için mutabakat sonrası basını gözden geçirmek yeterlidir. Toplumda oluşan umuda karşı Tayyip Erdoğan’ın mutabakatı reddetmesinin ne anlama geldiği ve bunun bugün ortaya çıkardığı sonuçlar daha iyi anlaşılır.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.