Nazım Hikmet, “Ayağa kalkın efendiler” dedi. Ne anlamalı bu şiirden? Nazım, “kaburgalarında ateş yerine idare lambası taşıyan”lara karşı efendileri mi ayağa kalkmaya çağırdı, yoksa “ateşimizle yağlı saçlarından tutuşturarak bir türbe mumu gibi damla damla eriteceğimiz” efendilere mi seslendi? Her ikisi de kabulümüz. Efendiler ayağa kalksın. Buna kim itiraz edebilir? Hanımefendiler de ayağa kalksın. Bu çoğaltır; […]
Nazım Hikmet, “Ayağa kalkın efendiler” dedi. Ne anlamalı bu şiirden?
Nazım, “kaburgalarında ateş yerine idare lambası taşıyan”lara karşı efendileri mi ayağa kalkmaya çağırdı, yoksa “ateşimizle yağlı saçlarından tutuşturarak bir türbe mumu gibi damla damla eriteceğimiz” efendilere mi seslendi?
Her ikisi de kabulümüz.
Efendiler ayağa kalksın. Buna kim itiraz edebilir?
Hanımefendiler de ayağa kalksın. Bu çoğaltır; çoğalmaya kim itiraz edebilir? Namzettir ayağa kalkmaya erkekler ve kadınlar.
Ve çocuklar kalksın ayağa. Çünkü asıl çoğaltan çocuklardır. Buna itiraz eden çıkmaz da, çocuk ölümlerinin hayatı azalttığını kimseler fark etmez.
Bilelim: Tetiğe dokunanlar, çocuk öldürmenin taşıdığı anlamı fark edenlerdir.
Fark edelim: Barışı armağan edemezsek çocuklara, birileri tetiğe dokunmaktan imtina etmeyecektir.
Çünkü hayatı azalta azalta, hayattan çala çala, hayatı küstüre bıktıra; hayatı hayatından bezdirmeye yemin etmiş birileri.
Biz de ekmeğe el basalım, “sözünde durmayan taş olsun” diyelim, kalbimizin en korunaklı yerinde çocuklara yer açalım; kurdun, kuşun gazabından onları koruyalım.
Ayağa kalkalım; çünkü birileri öldürdüğü kadınları, erkekleri ve çocukları kâr hanesine yazıyor. Bu yükü, bu ülke daha fazla taşıyamaz diyenler ayağa kalksın o vakit. Bu kadar acı bu ülkeye bile, evet bu ülkeye bile fazla.
Bilelim: Biz ayağa kalkmazsak, lanet yağmaya devam edecek bu ülkeye. Suruç’tan, Ankara’dan, Merasim’den öte lanet var mı? Lanet yağmuru kesilsin diye ayağa kalkacağız, başka çare var mı?
Gözünü kırpmadan masumları katledenlere, ‘kimsenin ettiği kâr yanına kalmaz’ demekten başka söz var mı?
İşine gidenleri, işinden çıkanları, ekmek alanları, yemek yiyenleri, sokakta oynayanları öldüren mahlûkatları ne yapıp ne edip durdurmak gerekiyor.
Çünkü bu ölüm iklimi, narı dalında karartacak.
Bakalım etrafımıza: Omuzlarında bu kadar çok ölüm taşıyan hangi ülke iflah olmuştur?
Bakalım etrafımıza: Bağrında bu kadar çok bomba patlayan hangi toplum çürümekten kurtarmıştır kendini?
İnsandan uzaklaşan çürümeye başlar, değişmemiştir bu hiç. İdeolojik çürümeden daha ağırdır sonuçları.
Sen ayağa kalkar “insan” dersin, o, “etkisiz hale getirildi” der.
Sen ayağa kalkar “insan” dersin, o, “bu düzeyde saldırı beklemiyorduk; yanılmışız” der.
Sen ayağa kalkar “insan” dersin, o, genç ömürler üzerinden savaş naraları atar.
Sen ayağa kalkar “insan” dersin, o, “misliyle karşılık verildi” der.
Sen ayağa kalkar “insan” dersin, o, öldürdüklerinin sayısı ile övünür.
Sen “insan” demeye kalkarsan, yerine oturman mümkün olmaktan çıkar.
“Artvin” der ayağa kalkarsın, “kentsel yağma” der ayağa kalkarsın, “baz istasyonu” der ayağa kalkarsın.
“Kadın cinayetleri”, “kuzey ormanları”, “iş cinayetleri”, “ulaşım zamları”, “barınma hakkı”, “güvencesizlik” der ayağa kalkarsın.
“Gericilik” der, bırakalım ayağa kalkmayı, gözünü bir an bile kırpma vakti bulamazsın.
Faşizmin esip gürlediği bir ülkede oturmak ne kadar mümkünse, o kadar işte.
Var olun. Sağ olun!
Not: Bu yazı, “Ayağa kalk” kampanyasının ilk gününden bu yana yerine oturmayan Halkevcilere ithaf edilmiştir.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.