Rüzgar bana hikayemi anlatmaya koyuldu. Ama kuru dallar engel oluyordu. Israrla dinledim seslerini ama onlardan da öğrenemeyecektim. Neler oluyordu? Ah bir uyanabilsem! Uyanamadığımı fark ettiğimde soğuk ve sisi fark ediyordum hala. Uyanamıyordum ama kanım ağır ağır akıyordu bacaklarımın arasından. Aralık öyle soğuktu ki, kanım bile ısıtmıyordu. Ilık ılık akarken ve akar akmaz soğurken kanım, derelerin […]
Rüzgar bana hikayemi anlatmaya koyuldu. Ama kuru dallar engel oluyordu. Israrla dinledim seslerini ama onlardan da öğrenemeyecektim. Neler oluyordu? Ah bir uyanabilsem!
Uyanamadığımı fark ettiğimde soğuk ve sisi fark ediyordum hala. Uyanamıyordum ama kanım ağır ağır akıyordu bacaklarımın arasından. Aralık öyle soğuktu ki, kanım bile ısıtmıyordu. Ilık ılık akarken ve akar akmaz soğurken kanım, derelerin geçtiğini hayal ediyordum göğsümden. Bir dere yatağıydım. Taşlar vardı gözümde, kumlar, çakıllar. Bir dere yatağıydım, Ganj’da kadınlar sarilerini alıp yanı başımda türkülerini söyleyip, çamaşır yıkıyorlardı. Bir dere yatağıydım, Van’da çıplak çocuklar kıyılarımda yasaklı bir dilde küfrediyorlardı.
Korkuyordum. Bir dere, dere gibi akmalıydı. Ne olursa olsun akmalı, önüne hiçbir şey durmamalıydı. Korkuyordum akmaktan, sürekli sesler duyuyordum. Derelerin üzerinden panzerler geçer mi? Sularım diyorum; sularım kurşun kokuyor. Ali’nin sesini duyuyorum. Bizim çocuklar değil mi bunlar? Çocuklar sürekli ağlıyor. Sanırım artık bir dere değildim. Uyanamıyordum. Neye dönüştüğümü, ne olduğumu göremiyordum. Su verdiğim kuşlara ne olduğunu bilmek istiyordum. Gece, gündüz fark etmiyordu, bir dere olarak ben akma özgürlüğümü istiyordum.
Belli ki hava kararıyordu. İnsan sesinden anlayamıyordum bunu. Günlerdir ne bir çocuk sesi, ne de bir kadın türküsü duydum. Hava kararıyordu çünkü rüzgarın sesi artmıştı. Rüzgar bana hikayemi anlatmaya koyuldu. Ama kuru dallar engel oluyordu. Israrla dinledim seslerini ama onlardan da öğrenemeyecektim. Neler oluyordu? Ah bir uyanabilsem!
Bir dere durulur mu? On bir çocuğum varmış benim. Konuştuğum dili kimse anlamaz, ekmek alırken elimde beyaz bayrakla çıkmalıymışım sokağa. O gün- işte uyanamadığım ve kendimi dere sandığım o gün- meğerse kurşun kokuları tam da ortasından geliyormuş kalbimin. Öyle serilmişim yerlere. Kendimi dere sanmışım çünkü kalmışım vurulduğum yerde. Kadın olduğumu unutup dere sanışım bundanmış kendimi. Anlam verememişim epeyce, karnını doyurmak istediği için ezmişler komşularımı. Ekmek almaya giden çocuklar: “Dur Dünyalı! Biz Dostuz!”.
Oğlum geldi. Anlattı bir bir. Öldün sen anne dedi. Ölmüşüm meğer. Öldüğüm gün Ayşe’ye gitmişim. Oğlum, Mehmet anlatıyor. Ayşe de bir garip kadındır. Hepimiz gibi. Bütün garipler gibi. Gittim de hemen sobayı yakıvermişti bu soğuk havada üşümeyim diye. Dertleştiydik azıcık, pencere kenarından ırak bir somyanın üstünde. Öyle ya insan insanın nefesine, sesine ihtiyaç duyar. Olmamış ama dönememişim eve.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.