Solda olan herkes Barzani yönetimi ile Erdoğan yönetimi arasındaki bu işbirliğini aslında görüyor ama yorumlar ya ticaret ortaklığı ya da Kürtlere ihanet vb. noktasında olduğu şeklinde. Barzani yönetimi en azından 1990’lardan bu yana federasyon oluşumuna göre davranmakta, T.C. ile ilişkisini basit bir ticaret ortaklığı değil ama sonu federasyona gidecek stratejik bir birlik olarak görmektedir. Sol […]
Solda olan herkes Barzani yönetimi ile Erdoğan yönetimi arasındaki bu işbirliğini aslında görüyor ama yorumlar ya ticaret ortaklığı ya da Kürtlere ihanet vb. noktasında olduğu şeklinde. Barzani yönetimi en azından 1990’lardan bu yana federasyon oluşumuna göre davranmakta, T.C. ile ilişkisini basit bir ticaret ortaklığı değil ama sonu federasyona gidecek stratejik bir birlik olarak görmektedir.
Sol ya da genel olarak muhalif basında Erdoğan ve hükümetin dış politikası eleştirilirken, hükümetin tüm komşuları ile kavgalı olduğuna özel bir vurgu yapılmaktadır. Aslında bu iddia tam doğru değildir; Barzani Kürt yönetimi şu an Türk devletinin dostudur, müttefikidir ve kendi ifadelerine ve aralarındaki işbirliğine göre, bu ittifak stratejiktir. Öyle ki Barzanici bir Kürt milliyetçisi olan Kürdistan Sosyalist Partisi lideri Bayram Bozyel, El Cezire’ye verdiği demeçte “Çünkü orada bir yekparelik var. Suriye Kürdistanı aynı zamanda hem Türkiye Kürdistanı’na ama daha çok Irak Kürdistanı’nın devamı ve oradan Akdeniz’e açılmak mümkün Güney Kürdistan için. Bağımsız bir Kürdistan için Suriye Kürdistanı’yla birleşmesi son derece olumlu olur. Türkiye Kürtleri’nin bir statüye kavuşmasından sonra söz konusu Kürdistan Türkiye ile belli bir entegrasyon içerisine girebilir. Ben kısa vadede Güney ve Suriye Kürdistanı’nın Türkiye ile doğrudan birleşeceğini beklemiyorum. Ama orada oluşacak bağımsız bir devlet Türkiye ile konfederal bir ilişki içerisine girebilir. Giderek sınırlar anlamsızlaşabilir. Bu şekilde Kürdistan da esasen birleşmiş olur” diyerek nihai amaçlarını Türkiye ile federatif bir yapı olduğunu belirtiyor. Tabii benzer ifadeleri 1990’ların başında bizzat Barzani ve Talabani ifade etmişler, devlet onlara T.C. pasaportu vermişti. Bahsettiğim yıllarda devlet Kürt varlığını henüz tanımıyor, Kürtçe konuşmaya henüz izin vermiyordu ama bazı iddialara göre, Barzani ve Talabani köşkte Özal huzurunda T.C’ye katılmaya hazır olduklarını belirtiyorlardı.
Kürt meselesi tartışılırken özellikle solda bulunan hemen herkes meseleyi basit bir kimlik ekseninde almakta, Kürt dendiğinde içine işçi köylü ve Kürt egemenleri de (Kürt burjuvazisi, aşiret ağaları, tarikat şeyhleri vb.) dahil, kendisini Kürt olarak tanımlayan herkes konulmakta ve mesele Türk devleti ile Kürtlerin hepsi arasında bir mesele olarak konmaktadır. Ayrıca, devletin asimilasyoncu şoven politikaları ve oligarşi içi çatışmalarda tarafların bu şoven ve milliyetçi politikaları kendi açılarından kullanması, bu algıyı daha da güçlendirmektedir. Bu noktada, T.C’nin ve emperyalizmin farklı Kürt sınıf ve tabakalara yönelik farklı politikaları görmezden gelinmekte, bu da bizim sol cenahta kafa karışıklıklarına sebep olmaktadır. T.C’nin Kürtler üzerine olan politikası sadece asimilasyon üzerinden açıklanmakta, Kürt egemenlerinin 1940’ların sonunda oligarşi içine dahil edildiği gerçeği görmezden gelinmekte, devletin Kürt politikasının 1940’ların ikinci yarısında temelden değiştiği ve bu politika değişikliğinin günümüzdeki gelişmeleri temelden belirlediği unutulmaktadır. Mesela Barzanici bir Kürt milliyetçisi olduğu tartışma götürmez olan Bozyel’in, bırakın Türkiye Kürtleri’ni, Kuzey Irak ve Suriye Kürtleri’ni de T.C’ye bağlamak istemesini anlamanın tek yolu, devletin Kürt egemenleri ile kurduğu ilişkiyi anlamaktan geçer.
Kürt egemenlerinin devletin uşağı olduğu iddiası ise bu durumu açıklamaktan uzaktır. O zaman Barzani liderliğinde örgütlenen Irak Kürt feodallerinin ve burjuvazisinin neden en azından kendi dillerini tanıyan, kültürünü tanıyan, hatta onlara özerklik veren Saddam’a karşı savaşırken, dillerini bile tanımayan T.C’ye katılmayı düşünmeleri açıklanmalıdır. Barzani Kürt kelimesinin bile hapis ve işkence sebebi olduğu yıllarda T.C’ye katılmaya hazır olduğunu belirtmiş, T.C. pasaportu almıştı. 1990’ların o korkunç yıllarında Barzani peşmergeleri ile T.C. ordusu Irak’ta PKK’ye beraber saldırmışlardı.
Solda olan herkes Barzani yönetimi ile Erdoğan yönetimi arasındaki bu işbirliğini aslında görüyor ama yorumlar ya ticaret ortaklığı ya da Kürtlere ihanet vb. noktasında olduğu şeklinde. Barzani yönetimi en azından 1990’lardan bu yana federasyon oluşumuna göre davranmakta, T.C. ile ilişkisini basit bir ticaret ortaklığı değil ama sonu federasyona gidecek stratejik bir birlik olarak görmektedir. Ticaret ortaklığı ve geliştirilen ticari bağlar, Kuzey Irak Kürt Bölgesi’ni T.C. iktisadi sistemine bağlamanın bir yoludur, bu ise ilhak için gerekli şartları sağlar. Daha şimdiden T.C. ve Barzani yönetiminin Ortadoğu politikası, buna Rojava ve PKK’ye yönelik politika da dahil ortaktır. Barzani yönetimi, mesela Irak yönetimi, IŞİD, PKK ya da Rojava vb. hangi konu olursa olsun T.C. ile aynı politikaları savunmaktadır. Türkiye Devleti, Barzani yönetiminin ordusunu ve polisini eğitmekte, bölge ekonomisine, buna petrol da dahil büyük yatırımlar yapmaktadır. Barzani ailesi ve ona yakın iş adamları Türkiye’de büyük yatırımlara girişmektedir.
Keza Kürt Bölgesi Başbakanı Neçirvan Barzani 12 Aralık 2012 tarihinde Times dergisine verdiği demeçte, Kürt bölgesinin denizlere kıyısı olmadığı için bağımsız olmasının mümkün olmadığını, ama bir umut kapısı olarak tanımladığı Türkiye ile oldukça iyi ilişkiler içinde olduklarını, ticaret hacimlerinin 8 milyar dolar dolayında olduğunu açıklıyor. Zaten daha sonra amcası Mesud Barzani bizzat Diyarbakır’a gelip AKP militanı gibi AKP’nin seçim kampanyasını desteklemişti.
Aslında durumu en iyi anlatan olay, Gezi olayları sırasında arası Erdoğan ile biraz limonileşen Mustafa Koç’un Erdoğan’dan randevu almak için Neçirvan Barzani’yi aracı olarak kullanmasıdır. Yani Barzani ailesi devlet işlerinin o kadar içindedir ki, Mustafa Koç ile Erdoğan’ın arasını yapmak ona düşmüştür. Bu olayı Erdoğan bir televizyon programında Mehmet Barlas’a açıklamıştı.
Devlet ve Barzani için federasyon, (Demirtaş’ın gizli AKP’li olarak adlandırdığı bir kısım HDP’li de bunlara dahildir) Kürt egemenlerinin Türkiye Kürdistanı’nda tekrar egemen hale gelmesi, PKK’nin savaşı ile politik olarak güçlenen Kürt emekçilerinin, kadınların yoksul gençlerin politik kazanımlarının ve örgütlülüklerinin yok edilmesi için bir araç iken, yoksul Kürt gençleri PKK ve HDP içinde yer alan demokrat kesimler ise, özerklik ya da demokratik özyönetim talepleri ile, şu ana kadar silah zoru ile kazandıkları hakları konsolide etmeye çalışmaktadırlar. Bu noktada devletin federasyonu ile Kürt yoksullarının demokratik özerkliğinin uzlaşma şansı yoktur. Savaşın asıl sebebi budur. Bu iki talebin uzlaşma şansı da yoktur. Faşizmle uzlaşamazsınız, ya yenersiniz ya da yenilirsiniz. Aksi taktirde faşizmle her uzlaşma denemesi, demokrasi güçlerinin faşizmin meşrulaştırması ile sonuçlanacaktır, ki barış görüşmelerinin daha düne kadar yaptığı da budur.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.