Başlıktaki soruyu cevaplamadan, bir başka soru soralım. “Türkiye şeyhler, dervişler, müritler ülkesi olamaz” dedi, Mustafa Kemal Atatürk, vakti zamanında. Sorumuz şu: Olursa, ne olur? Cevap net: Bugünkü gibi olur. Uzun, derin analizlere gerek yok; ne iktidarın emperyalistlerin bölgeye dönük kurgusunda üstlendiği rol önemlidir ne de Türkiye’nin bölgesel dengelerin neresinde yer tuttuğu. Ne Yeni Osmanlıcılık tartışmaları […]
Başlıktaki soruyu cevaplamadan, bir başka soru soralım. “Türkiye şeyhler, dervişler, müritler ülkesi olamaz” dedi, Mustafa Kemal Atatürk, vakti zamanında. Sorumuz şu: Olursa, ne olur? Cevap net: Bugünkü gibi olur.
Uzun, derin analizlere gerek yok; ne iktidarın emperyalistlerin bölgeye dönük kurgusunda üstlendiği rol önemlidir ne de Türkiye’nin bölgesel dengelerin neresinde yer tuttuğu. Ne Yeni Osmanlıcılık tartışmaları sonucu değiştirebilir ne de Türkiye’nin olası bir Kürt devletinden duyduğu rahatsızlık.
Sadeleştirelim: Bu ülke artık, şeyhler, şıhlar ve bilcümle gericilerin hükümranlığındadır. Aynı anlayışla yönetilen ve dolayısıyla da her türlü emperyalist oyuna sahne olan bölge ülkelerinde şimdiye kadar ne yaşanmışsa, ülkemizde aynılarının yaşanmaya başlaması, iktidar sahiplerinin aynılaşmasından kaynaklanmaktadır.
Bırakalım demokrasi, insan hakları, özgürlükler vb.’lerini, savaş hukukuna bile riayet edilmiyor, savaş ahlakı bile hiçe sayılıyor, asker-sivil, çoluk-çocuk, masum-günahkâr, kadın-erkek, yaşlı-genç ayrımı gözetilmeksizin kitlesel katliamlar tercih ediliyorsa; uluorta, hedefli-hedefsiz, hesapsız-kitapsız bombalar patlatılıyorsa, “canlı bomba” ve “bombalı araç” kavramları (!) toplum hafızasına kazınıyorsa, toplumsal hayat etnik, dini ve hatta mezhepsel farklılıklar temelinde ve daha çok hasmane duygularla belirleniyorsa ortada faşizmin kötülüğünü kat be kat aşan bir başka sosyal gerçeklik var demektir.
Bu, Türkiye’nin artık bir Ortadoğu ülkesi olduğunun ilan edilmesidir.
Reyhanlı’da, Diyarbakır’da, Suruç’ta, Ankara’da, Sultanahmet’te, Çınar’da, Merasim’de patlayan bombalar ya doğrudan sivilleri hedef almış ya da sivillerin zarar görme ihtimali durumu değiştirmemiştir. Çünkü artık eylemler, asli amacıyla beraber, zaten hasmane duygular beslenen siyasi, dini, etnik toplulukların yok edilmesi, cezalandırılması amacıyla gerçekleştirilmektedir.
Ülkemizde “faşizmin kol gezdiği” zaman zarfında bile, bir başka ifadeyle, 70’li yıllardaki iç savaş günlerinde, Maraş, Çorum gibi Alevilere, 1 Mayıs 1977 gibi sola dönük hedefli katliamlar dışında, faşistler tarafından birkaç kahvehanenin taranması sayılmazsa, kitlesel imhaya dönük eylem hemen hemen yoktur.
Bu, sosyo-psikolojik halin değişimine işaret etmektedir. Çünkü kitlesel imhaya karar vermek, verilen kararı uygulamak nihayetinde insan faktörüyle alakalıdır.
Burada bir başka soru devreye girer. İntihar bombacısı, canlı bomba hangi toplumlarda, hangi kültürlerde görülmektedir?
“Türkiye şeyhler, dervişler, müritler ülkesi olamaz” şiarının işaret ettiği aydınlanmacı cumhuriyetin yenilgisiyle, bugün, ne yazık ki acı olaylarla varlığını hissetmeye başladığımız yeni Türkiye’yle karşı karşıya kaldığımızı söylemek durumundayız.
Birinci Dünya Savaşı’nda yüzde 10 sivil, yüzde 90 asker ölümü, İkinci Dünya Savaşı’nda yüzde 50 sivil, yüzde 50 asker ölümü gerçekleşmiştir. Zamane savaşlarında ise yüzde 10 asker, yüzde 90 sivil öldürülmektedir.
Silah teknolojisi gelişmiştir, uçaklar kentleri bombalamaktadır, tanklar sokak aralarında cirit atmaktadır; sıcak savaş bölgelerindeki şeyhler, şıhlar, müritlerin egemenliğindeki devletler ya da devlet dışı organizasyonlar, savaşı hayatın içine sokmakta tereddüt göstermemektedir.
Bu resim Ortadoğu’ya aittir ve ne yazık ki ülkeyi yönetenler aydınlanmacılığa son darbeyi yüzünü Ortadoğu’ya dönerek vurmak istemektedir. Reyhanlı’dan bu yana yaşadıklarımızın özeti budur ve yanı başımızda patlayan bombalar bunun ilan edilmesidir.
İlanın tescil edilip edilmeyeceği ise aydınlanmacıların, tıpkı Gezi İsyanı’ndaki gibi, duruma el koymasına bağlıdır.
Ankara “çok bilinmeyenli bir bilmece değil”
Başlıkta sorunun cevabının ne önemi var. Dün gece babalarının, annelerinin, çocuklarının eve dönmesini bekleyen, ancak gelen haberle dünyaları yıkılan eşler, çocuklar için bombayı kimin patlattığının bir önemi olabilir mi? Ne yani acıları mı hafifleyecek, kimin yaptığının açığa çıkmasıyla?
Katliamı kimin yaptığı, daha çok doğrudan canı yanmayanların, evlerine ateş düşmeyenlerin derdidir. Onlar için, politik iddiayı dayanaklı kılıp kılmadığı, asli hedefe ulaşmak için uygun şartlar oluşturup oluşturmadığı, politik duruşa zarar veren sonuçlar doğurup doğurmadığı önemlidir.
Kimse kendini kandırmasın. Katliam haberi ajanslara düştüğü andan itibaren, eylemi politik, etnik, dini muarızının yapmış olması temennisinde bulundu. IŞİD, Nusra, Suriye, PKK, PYD şu bu…
PYD’nin ısrarla “eylemin bizimle ilgisi yok” demesine rağmen, Hükümetin ısrarla PYD’yi işaret etmesi başka türlü açıklanamaz çünkü.
Çünkü, Cemil Bayık’ın,
“Ankara’da militarizmin merkezinde yapılan eylem de halkımıza karşı yürütülen insanlık dışı vahşi soykırımcı katliamlara karşı misilleme eylemi olabilir. Bu eylemi kimler yapmıştır bilemiyoruz. Ama daha önce Kürdistan’daki katliamlara misilleme olarak bu tür tepki eylemleri yapanların olduğunu biliyoruz. Herhalde eylemi yapanlar yakında niye yaptıklarını açıklarlar.”
şeklindeki sözlerini kimsenin dikkate almaması başka türlü açıklanamaz.
Cihat Mervan’ın ANF’de yayımlanan yazısındaki,
“(…) eylemin Kuzey Kürdistan’da son birkaç ayda devletin uyguladığı vahşet politikasının sonucu olma ihtimali çok kuvvetlidir. (…) 24 Temmuz 2015’ten bu yana Kürdistan’ı onlarca uçakla bombalayan, Kürdistan’da şehir ve kasabaları yakıp yıkan, daha bir hafta önce Cizre’de 150 aşkın kişiyi diri diri yakan, insanların cenazelerini daha sokaktan almasına müsaade etmeyen bir devlet ne bekliyor ki? Ortada çok bilinmeyenli bir denklem söz konusu değil. (…) Ankara’daki saldırının çok bilinmez bir denklem olduğunu düşünenler ve zor denklemi çözmek isteyenlere de şunu hatırlatmakta yarar var. Lütfen dönün Erdoğan-Davutoğlu-Ergenekon-JİTEM-İŞİD çetelerinin Kürdistan’da yaptıklarına bir bakın. Ektikleri öfkeye bir bakın. Ortada bir bilmece yok, Erdoğan’ın başlattığı ‘kıyamete kadar savaş’ var. Ve bunun yol açtığı sonuçlarla karşı karşıyayız. Yani ekilen rüzgarın ne yazık ki fırtınaya dönüşme hali var.”
şeklindeki satırların, katliamı kimin yaptığının açık seçik ifadesi olduğunun dikkatlerden kaçması mümkün müdür? Kaçıyor (!) ama. Çünkü “eylemi üstlenen” bu satırlar, asıl olarak Suriye’deki PYD hedeflerine yönelen siyasi iktidarın işine gelmiyor. Bir de tabi, bazı sol çevreler bu tür konuları tartışmaktan, kendine dert edinmekten nedense imtina ediyor. Hem de son zamanlarda falan değil, epeydir, başka başka gerekçelerle bütün bunlar yokmuş gibi davranılıyor.
Nihayetinde, Türkiye’yi bir Ortadoğu ülkesi haline getirenler ve bu süreci hızlandırıp kolaylaştıran unsurlar kendi hikâyelerini yazıyor; hem yazılıyor hem de sahneleniyor aslında.
Ne yapalım. ‘Aslanlar kendi hikâyelerini yazana kadar, avcıları dinlemeye’ devam edeceğiz; Bülent Ecevit’in dediği gibi, ‘tribünde oturmaya devam eder ve sahaya inmezsek’ bu adamları seyretmeyi sürdüreceğiz. Ta ki bir gün yanı başımızda bir bomba patlayıncaya dek.
Hiçbir “ulvi” amaç, katliamları haklı çıkarmaz
Ankara Merasim’deki katliamı, TAK (Kürdistan Özgürlük Şahinleri) üstlendi. Böyle bir örgüt var mı, yok mu ya da üstlenmesi ne kadar gerçeği yansıtıyor bilemiyorum.
Bildiğim şu: Karşıtına benzemek, karşıta dönük eleştirileri dayanaksız kılmakla kalmaz, sizin inandırıcılığınızı da ortadan kaldırır. Eylemin kime yarayacağı tartışması konjonktürle alakalıdır ancak eylem tarzınız, sizin ideolojik-politik çizginizin ve insani yönünüzün emarelerini taşır.
Sivillere ya da bilfiil savaşta yer almayanlara dönük saldırıların, her hangi bir gerekçeyle savunulması, karşıtınızın gerçekleştirdiği kitle katliamlarına karşı söz söyleme şansınızı elinizden alır.
10 Ekim Ankara katliamını yapanların da “ulvi” bir amacının olmadığını kim iddia edebilir? Ulvi amaçların arkasına sığınarak, intikamcı bir yaklaşımla bu tür eylemleri kabul edilebilir kılmaya çalışmak, gaflettir.
90’lı yıllarda, Türkiye kamuoyunun Kürt sorununa yaklaşımını olumsuz yönde etkileyen pek çok eylem olmuştur. Mavi Çarşı, Tuzla, terhise giden 33 askerin öldürülmesi ilk akla gelenlerden.
Merasim katliamı da, tıpkı o eylemler gibi kırılma yaratacak önemdedir.
Asıl tehlike, karşıtlar arasındaki çizginin, dışarıdan görülemeyecek oranda silikleşmesidir. Ortadoğululaşmak denilen şey tam da budur.
Not: Bu yazı Merasim katliamından hemen sonra yazılmıştır. Eylemi TAK üstlendikten sonra “Hiçbir ulvi amaç, katliamı haklı çıkarmaz” başlıklı son bölüm eklenmiştir.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.