Geçen dönem DİSK Genel Başkanlığı görevini yürüten Kani Beko son genişletilmiş başkanlar kurulunda 15. Olağan Genel Kurul’da yeniden DİSK Genel Başkanlığı görevine aday olduğunu açıkladı
Geçen dönem DİSK Genel Başkanlığı görevini yürüten Kani Beko son genişletilmiş başkanlar kurulunda 15. Olağan Genel Kurul’da yeniden DİSK Genel Başkanlığı görevine aday olduğunu açıkladı. Beko ile DİSK’in ve ülkemizin içinden geçtiği durumu değerlendirdik. Nasıl bir DİSK sorusuna yanıtlarını dinledik
Sendika.Org: DİSK 15. Genel Kurulu’na hazırlanıyor. Sizden öncelikle DİSK’in son üç yılını değerlendirmenizi istiyoruz. Bu üç yılda DİSK’in izlediği genel tutumu nasıl değerlendirebiliriz? Nasıl bir üç yıl geçti size göre?
Kani Beko: Biz olağanüstü bir genel kurulla 6 Nisan 2013 yılında göreve geldik. Göreve geldikten hemen sonra da yaklaşan 1 Mayıs Birlik, Dayanışma ve Mücadele Günü’nü tüm Türkiye’de ve Avrupa’da olduğu gibi işçilerle omuz omuza Taksim Meydanı’nda kutlamak için çalışmalara başladık. Fakat Taksim Meydanı işçilere kapatıldı ve Taksim’de kutlama yapamadık. 1 Mayıs sabahı erken saatlerde DİSK Genel Merkezi polis tarafından ablukaya alındı ve TOMA, biber gazı saldırısıyla karşılaştık. Yaşanan saldırı sonucu birçok arkadaşımız hastanelere kaldırıldı ve bazı arkadaşlarımız maalesef hayati risk taşıdı.
Böyle bir süreci yaşadık. Ardından 31 Mayıs gecesi Türkiye genelinde özgürlük, adalet ve demokrasi arayışı içinde Taksim Meydanı’nda Gezi Direnişi’nin başlamasına tanıklık ettik. Aslında gençlerin masumane bir isteği vardı bu bölgenin akciğeri haline gelen Gezi Parkı’ndaki ağaçların kesilmemesini ve betonlaşmamasını istediler. Çok haklı bir direnişleri vardı ve bizde zaman zaman bu direnişe destek verdik. Fakat bu direniş mevcut siyasal iktidara karşı bir direnişe dönüştü ve Taksim’de çoban ateşi yakan gençleri haklı görenler Türkiye’nin birçok yerinde alanlara çıktılar. Biz onların ne önünde ne arkasında olduk yanlarında durduk. DİSK olarak üretimden gelen gücümüzü o koşullarda iki kez kullandık. O dönemde yaralanan arkadaşlarımız oldu, dokuz arkadaşımız hayatını kaybetti.
Gezi’ye de ev sahipliği yapan Taksim Meydanı bizim haklı olduğumuz bir dava. 2014 1 Mayıs’ı da yine Taksim dediğimiz için 2013 1 Mayıs’ı gibi zor koşullarda geçti.
2008 yılında DİSK ve KESK olarak Taksim Meydanı yasağı ile ilgili AİHM’e dava açmıştık. Bu dava sonucunda DİSK’in ve KESK’in haklı olduğunu işçilerin şehirlerin en geniş alanlarından 1 Mayıs’ı kutlama hakkı olduğu AİHM kararı ile tescillendi. Ancak Taksim Meydanı, 1 Mayıs 2013 yılından itibaren yasaklandı. 2015 yılında ise Beşiktaş’tan yürüme kararı aldık ama oraya kimsenin gelememesi için İstanbul’un birçok yerinde barikat oluşturdular. Bana göre şu cümle doğru olur; üç yılda boyunca her 1 Mayıs’ta adı olmayan bir sıkıyönetim ilan edildi. 15 milyona yakın insanın yaşamış olduğu kentte halka çok büyük işkence yapıldı. Çok zorlu süreçlerden geçildi.
Biz sendikacıyız ve işçiler bize haklarını korumamız için görev veriyor. Tabi bu süre zarfında sendikalarımız çok güzel toplu iş sözleşmeleri (TİS) süreçleri geçirdi. Taşerona ve özelleştirmeye karşı verdiğimiz mücadele sonrasında birçok sendikamız birçok taşeron işçiyi örgütledi. Onların bir kısmının TİS’leri imzalandı bir kısmının ise görüşmeleri halen sürüyor.
Sorunları ancak sendikalarımızı büyüterek aşabiliriz
Sendikal büyüme açısından 2016 yılına geldiğimizde DİSK’e bağlı sendikalarımızın küçümsenmeyecek oranda üye sayıları arttı. Biz göreve geldiğimizde üye sayımız 90 binken şimdi 150 bine yakın üyemiz mevcut. Tabi bu yeterli değil önümüzdeki dönemde mutlaka DİSK olarak 1 milyona yakın üyesi olan bir sendika olmamız gerekiyor. Sendikalarımızı büyütemez güçlendiremezsek mevcut sorunları aşmamız mümkün değil.
İçinden geçtiğimiz dönemin koşulları da bu noktada kritik. Alt başlıklarla açmak gerekirse Kürt illerinde yaşanan sıkıyönetim ve katliamları karşısında bizim yaptığımız hamleler kardeş kanı akmasın, analar ağlamasın. “Şimdi kardeşlik zamanı” sloganımızı bu barışı kalıcı hale döndürebilmek için söylüyoruz.
Diğer bir başlık ise hükümetin ulusal istihdam strateji adı altında bir programı var. Hükümet kıdem tazminatını kaldırarak bireysel fona devretmek istiyor. Özel istihdam büroları adı altında çağ dışı bir sistemi yaratmak isteniyor, Ortaçağ’da köle satar gibi işçileri satmayı planlıyorlar. Evden çalışma tele çalışma gibi farklı isimler altında esnek çalışma gündemde. Kadınların çalışırken çocuklarına bakım için ihtiyacı olan kreşler açması gereken hükümet bunun yerine annelikle uyumlu iş diyerek evden çalışma sistemi, esnek çalışma sistemi öneriyor. Kadınları eve kapatmak istiyor. AKP hükümetinin kafasında olan kadınlar önce ev işlerini yapacak ve çocuk doğuracak sonrada ücret karşılığı çalıştıkları işlerini yapacak zihniyetleri bu. Bu tam Ortaçağ zihniyeti, kadınları eve kapatmaktan başka bir proje değil…
Biraz önce söylediğim gibi biz örgütlü ve mücadeleci olursak bunu yeneriz. Bir başka şey ise Türkiye’de kamu yönetimi ve temel kanunu, gündeme geldiğinden bu yana devlet işletmeleri özelleştirildi. Buralarda taşeron işçiler var. Taşeronlaştırma iş cinayetlerinin önünü açıyor. İşçi sağlığı ve iş güvenliği önlemleri alınmadığı için arkadaşlarımızı kaybettik. Tabi ki bir sonraki dönemde arkadaşlarımızı kaybetmek istemiyorsak, örgütlü bir güç olarak bunun mücadelesini vermemiz gerekiyor.
Genel seçimlerde tüm siyasi parti yöneticileri alanlarda taşeron işçilere kadro sözü vermişlerdi. Tabi bu genel kurul sonrası da taşeron işçilerin kadro hakkını sağlamak içi mücadelemizi sürdüreceğiz.
15. Olağan Genel Kurul’dan DİSK adına sizin beklentileriniz neler? DİSK’in hangi sorunları masaya yatırmasını, hangi talep ve konularda çalışma programı oluşturmasını bekliyorsunuz? Hangi eksiklerin nasıl giderilmesi, hangi doğru politikaların ise sürdürülmesini istiyorsunuz?
DİSK’in genel yönetimi ve DİSK’e bağlı sendikalarımızın mutlaka yönetimde olması gerektiğine inanıyoruz. Yönetim, denetim, disiplin gibi tüm icra kurumlarında herkesin yer alması gerekir diye düşünüyorum. Birden fazla aday ve yönetimin bu süreçte DİSK için lüks olduğunu düşünüyorum. Ben demokrasi mücadelesi veren sendikalarımızın yönetimlerde yer almasını bekliyorum. Birlik ve beraberlik içerisinde bize yakışan bir genel kurul hedefliyorum.
Son yıllarda DİSK içinde de emek hareketinin genelinde de işkolu sendikacılığının sınırlarına gelindiği, sermayenin yarattığı yeni çalışma rejimi karşısında bu modelin yetersiz kaldığı tartışılıyor. Ortak örgütlenme vurgusu yapılıyor. Siz bu tespite katılıyor musun? Sizin ortak örgütlenme konusunda yaklaşımınız ve model anlayışınız nedir?
Biz çağdaş, aydınlık, laik ve yurttaşlık hukuku talep ederken devletin şiddeti ve bastırma politikaları ile karşı karşıya kalıyoruz. Hükümet cephesi anti-demokratik ve ırkçı bir yasa gündeme getiriyor. Köleci bir anlayış gündeme geldi…
Kıdem tazminatlarımızı kaldırmak istiyorlar. Hele hele iç güvenlik reform yasası çıkarılırken biz çok uyarmıştık. Bu yasa çıkarsa savcıların ve hakimlerin kararı olmadan makul suçlu olarak direnişte olan arkadaşlarımızı görecekler diye. Dolayısıyla adı belli olmayan bir sıkıyönetim ilan edilecek ve Türkiye adı belli olmayan hapishaneye dönüşecek. Devlet bir polis devletine dönüşecek demiştik. Bu manzaraya baktığımızda ülkeyi şimdi Saray’daki sıkıyönetim komutanı yönetiyor, bir diktatörlük var. Bizimde böyle bir süreç içerisinde DİSK olarak örgütlenmemiz ve güçlü olmamız lazım. Bu sürece müdahil olmak için örgütlü bir güç olmamız gerekiyor.
Sendikaların öncelikle birinci görevi çoğunluk tespiti alıp bir toplu iş sözleşmesi yapmak ve bundan sonra ise eğitim çalışmaları yaparak işçileri değiştirmek dönüştürmek. Dikkat ederseniz DİSK’in, üye sayısından daha fazla bir kitleyi harekete geçirecek bir gücü var. Bu küçümsenemez…
Ama baktığımız da DİSK ile hareket eden milyonlarca arkadaşımız ile organik bağımız yok. Organik bağ olabilmesi için mutlaka daha önce söylediğim gibi arkadaşlarımız DİSK’te örgütlenmesi gerekiyor. Biz demokrasi ve adalet mücadelesi veren arkadaşlarımız ile omuz omuza nasıl mücadele veriyorsak aynı zamanda biz sendika olarak yapmış olduğumuz direnişlerde de onların DİSK içinde örgütlü bir güç olmasını istiyoruz. DİSK üyesi olabilirlerse sınıf kavgasını daha iyi bir noktaya taşıyabiliriz diye düşüyoruz.
10 Ekim’de yapmış olduğumuz mitingde 100 binlerce insan emek, barış ve demokrasi için Ankara’ya geldi. DİSK, KESK, TTB, TMMOB’un örgütlü gücü dışında çok sayıda örgütlü mücadeleye omuz veren arkadaşımız var. Bu arkadaşlarımızı biz DİSK’in çatısı altında görmek istiyoruz. 10 Ekim bana göre tarih açısından büyük bir dönüm noktası. Karşımızdaki şer cephesine karşı DİSK’e bağlı sendikalarda örgütlenmek gerekiyor.
AKP’nin dördüncü iktidar dönemiyle birlikte anti demokratik uygulamalar arttı. Muhaliflerin hapis ve davalarla yıldırıldığı, her türlü eleştiri, düşünce ve ifade özgürlüğünün terör suçu sayıldığı, en basit hak arama eyleminin bile suç muamelesi gördüğü bir dönem yaşıyoruz. Bu koşullarda sendikalar demokrasi mücadelesinin neresinde ve nasıl yer almalı?
Biraz öncede söylediğim gibi mevcut siyasal iktidara karşı toplumsal muhalefet içinde yer almış demokrasi güçlerine de yer düşüyor. Tabi ki DİSK’in tüm çabalarına rağmen barış ve emek mücadelesini daha da güçlendirmesi gerektiğine inanıyorum. Bununla beraber bizim tek rolümüz tabi ki muhalefet olmak değil, bunun dışında iş yerlerimiz TİS süreci yapıp işçileri örgütleme gibi görevimiz var. Kısaca şunu söylemek istiyorum bu ülkede mazlumlar ayağa kalkarak demokratik kitle örgütleri ile bir bütün olarak hareket etmek zorundalar. Siz de biliyorsunuz işçilerin ekonomik ve sosyal haklarını, 100 yıllık bir kazanımını almak isteyen bir hükümetle karşı karşıyayız. İşçiler bedel ödeyerek bu haklarını almışlar. Emekçi kadınlar 8 Mart’ı bedel ödeyerek almışlar fakat şimdi kadınları eve kapatarak haklarını elinden almak istiyorlar.
Çalışan işçi kardeşlerimiz ile ilgili olan ise yine AKP hükümeti sosyal ve ekonomik haklarımızı elimizden almak istiyor. DİSK olarak esnek ve güvencesiz çalışmaya karşı, taşerona karşı, kıdem tazminatı hakkımıza karşı tüm emekçileri ortak mücadeleye çağırıyoruz. Ülkemizin geleceğine sahip çıkmak için, emek ve hak mücadelesi verenler mutlaka kazanacaklar.
Son dönemde Türkiye halkaların kardeşliği konusunda zor bir sınav veriyor. İşveren örgütleri, hükümet ve onun destekçisi Türk-İş gibi kimi çevreler tarafından DİSK’in de içinde yer aldığı toplumsal muhalefet bileşenleri ırkçı-şoven saldırıların, karalama kampanyalarının hedefi oluyor. Türk-İş Genel Sekreteri’nin DİSK’li işçileri hendek kazmakla itham ettiği açıklama hala belleklerimizde. Bu atmosferde örneğin Bursalı işçilerle Mardinli bir belediye işçisini nasıl kardeşleştireceğiz sizce?
Tabi burada asıl DİSK’in yapmış olduğu çalışmalar ön plana çıkıyor. Biz alanlarda “yaşasın işçilerin birliği”, “yaşasın halkların kardeşliği” sloganlarını atarken, buna inanıyoruz. Bu topraklarda 30 yıldan beri süren bir savaş var. 50 bine yakın insanımızı kaybettik. Biz, tarihimizde hep barıştan, kardeşlikten yana olduk. Onlar savaştan yana olduklarını söyledi. Doğu’dan Batı’ya tüm işçi kardeşlerimize inanmak zorundayız. Ben doğuya güneydoğuya çok gittim. IŞİD’den kaçan göçmenlerle konuştuğumuzda gördükleri zulümden bahsettiklerinde gerçekleri anlıyorsunuz. Bu toprakları koruyup kollamak için bizde varız, bu konuda kimsenin şüphesi olmasın İnanıyoruz ki barış politikalarını gündeme getirip Ortadoğu ve ülkemizde kalıcı barışı getirirsek sorunları çözebiliriz.
Sendika.Org
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.