2015 yılında 60 milyondan fazla göçmen, yurtsuz, sığınmacı dünyada dolaşıyor. Acı çeken, her şeyi ellerinden alınan, bastırılan insanlar için Birleşmiş Milletler’in (BM) sorumlularından biri olan Jean Ziegler Avrupa’yı göreve çağırıyor ve sığınmacılarla ilgili sözleşmeyi yerine getirmediğini söylüyor. Fransa’nın Calais kentinde her gün binlerce kişi Suriye’den, Eritre’den, Libya’dan geliyorlar ve Manş denizini geçmeye çalışıyorlar. Geçici kamplar […]
2015 yılında 60 milyondan fazla göçmen, yurtsuz, sığınmacı dünyada dolaşıyor. Acı çeken, her şeyi ellerinden alınan, bastırılan insanlar için Birleşmiş Milletler’in (BM) sorumlularından biri olan Jean Ziegler Avrupa’yı göreve çağırıyor ve sığınmacılarla ilgili sözleşmeyi yerine getirmediğini söylüyor.
Fransa’nın Calais kentinde her gün binlerce kişi Suriye’den, Eritre’den, Libya’dan geliyorlar ve Manş denizini geçmeye çalışıyorlar. Geçici kamplar sağda solda kuruluyor, yıkılıyor. Polis sürekli peşlerinde. Bölge sakinleri ve sığınmacılar ise öfkeli. Ama akın devam ediyor. Geçişleri engellemek için Paris ve Londra yeni antlaşmalar imzalıyorlar. Avrupa hükümetleri sığınmacı akınını düzenlemekle yükümlü Yunanistan, İtalya, Malta ve Türkiye’den aynı şeyleri istiyorlar.
Yunan adaları her gün hareketli. Adalılar belki Nobel Barış Ödülü’ne aday olacaklardır. Lübnan ya da Ürdün’de ya da başka yerdeki insanlarda bu ödülü hak ediyorlar.
Sığınmacılar Yüksek Konseyi’nin raporu ülkelerinden kaçan insanların sayısının çok arttığını belirtiyor ve 2014 sonunda 60 milyon kişiye ulaştığını söylüyor. Bu evrensel meydan okuma karşısında ne yapmalı?
Jean Ziegler: 1951’den beri Avrupa ülkeleri dahil dünyanın tüm devletleri sığınmacılarla ilgili BM sözleşmesini imzaladılar. Sözleşme evrensel bir insan hakkı yaratır; dini, ırkı ya da siyasi görüşü nedeniyle ülkesinde zulme uğrayan herhangi biri için sığınma hakkı tanır. Tüm ulusal yasaların üzerinde olan bu hak bugün özellikle Avrupa ülkeleri tarafından ayaklar altına alınmıştır. Bu kabul edilemez.
O halde, ne yapmalı?
Sığınma haklarına mutlaka saygı gösterilmesinin sağlanması gerekir; hiçbir ihtiyat kaydı koyulmamalıdır. Gelene ilk ülkede sığınmacı isteğini yapmayı zorunlu kılan Dublin Düzenlemesi kaldırılmalıdır. Zulme, işkenceye uğrayan kişi sığınmacı isteğini, korunma sağlamak için başka ülkelerde de kullanmalıdır. Tabii ki ev sahibi ülke bu isteği inceleme hakkına sahip olmalı. Bugün Avrupa Birliği’nde (AB) birçok ülke (Macaristan, Slovenya, Slovakya) sığınma hakkını ihlal ediyorlar. Daha da kötüsü AB yaptırımda bile bulunmuyor. Oysa bunu yapabilir. Slovakya 200 kadar sığınmacıyı kabul etti ama Katolik olmaları koşuluyla! Oysa diğer 8 yeni üye ülke gibi, Slovakya’da milyarlarca avroyu dayanışma adı altında alıyor. AB bu paraları vermeyerek, askıya alarak Slovakya’yı sığınma hakkına saygıya zorlayabilir. Danimarka sığınmacıların mallarına el koyarak uluslararası yasayı ihlal ediyor. Macaristan bu kişilere kötü davranıyor. Bu tür ihlallere karşı Avrupa Komisyonu Başkanı Jean Claude Juncker hiçbir şey yapamayacağını söylüyor. Oysa AB’nin imkanları çok ve çokuluslu şirketler ve piyasa özgürlüğü söz konusu olunca Lüksemburg’daki Avrupa Adalet Divanı hemen gerekli imkanları yaratıyor.
Göçmen, sığınmacı akınlarını denetlemek için kurulan Frontex hakkında ne düşünüyorsunuz?
Frontex’in yaptığı hoş görülemez. Yunanistan’da sivil toplum örgütleri ve Sığınmacılar Yüksek Konseyi (SYK) Türkiye ile bu ülkeye 10 km. uzaklıkta olan Lesbos adası (‘Midilli’ Ç.N) arasında çalışacak bir araba vapuru istiyorlar. AB reddediyor. Hatta Lesbos’ta Frontex’in memurları günlük göçmen akışı karşısında edilgen kalıyorlar; gelen botların motorları çalınıyor ve yeniden Türkiye’ye yollanıyor ve bunları mafya kullanıyor. Türk sahil güvenlik yolsuzluk yapıyor ve mafyayla el ele çalışıp çoğu çocuk olan yüzlerce insanın ölümüne neden oluyorlar. Medica International adlı sivil toplum örgütü, Frontex’i Türk mafyası ve kaçakçılarla işbirliği yapmakla suçluyor. Frontex’in bütçesi 2014’de 94 milyondan 2015 yılında 142 milyon avroya çıkarken SYK’ye yapılan katkılar ise 2015’de %15 azaldı.
İnsanlığa karşı bir suç ile karşı karşıyayız?
Birçok sivil toplum örgütüne göre AB’nin stratejisi korku yaratmak ve böylece daha az insanın gelmesini umut etmektir. Sığınmacı sayısını azaltmak amacıyla nasıl çocukların ölmesine izin verirsiniz, faşist Macar ve Slovakların nasıl dikenli telleri germesine izin verirsiniz, kaçış yollarını nasıl kapatırsınız ve sığınma hakkını nasıl engellersiniz? Sığınmacıların çoğunluğu Avrupa dışında, Türkiye’de, Lübnan’da, Kenya’da, Darfur’da. Toplam sayıya göre Avrupa’nın kabul ettiği sığınmacı sayısı çok az. İlerici güçler için acil olan denizde ölen insanları kurtarmak, dikenli tellerden kurtarmaktır. AB güvenliğini de kaybediyor ve sahip olduğu ahlaki yetkiyi de.
Bu temelinde siyasi bir sorun değil midir?
Tümüyle. Bu siyasi bir irade sorunu. 3 yıl önce BM Güvenlik Konseyi, Tobruk’ta Libya yetkililerinin onayıyla bir karar aldı. Libya’da insan kaçakçılarının suç örgütünü ortadan kaldırmak. Bu gerçekleşmedi. Oysa bu mümkündü. Kanıtı ise şu: 4 yıl önce Kızıldeniz’de Somali korsanlarına karşı yapılan “Atalanta Operasyonu”yla (Fransa’da katıldı) 15 günde başarılı sonuçlar alındı. Kızıldeniz’de korsanlar kayboldu ve suç örgütleri dağıtıldı.
Göçmen akınları giderek artıyor. Ne yapmalı? Nasıl karşı koymalı?
Önce 1951 sözleşmesi gözden geçirilerek ekonomik sığınmacılar kabul edilmeli. Açlıktan ölen ile bombalardan kaçan arasında fark yok. Her ikisi de ölümden kaçıyor. Sonra, BM sisteminde reform gerek. Barış görevinde felç olan BM ile çatışmalar artacak ve milyonlarca insan ölecek. Bu felç olma durumu Suriye olayını ağırlaştırdı. Nüfusun üçte biri ülke içinde ve dışında kaçış halinde. Lübnan’da Bekaa Vadisi’nde, Türkiye’de gecekondularda açlıktan ölüyor. BM mavi berelilerle ateşkesi mutlaka sağlaması gerek. Acil olan bu. BM reformu acil ve önemli ve insanlığa karşı suç işlenen çatışmalarda veto hakkı, 2006’da Kofi Annan planına göre kalkmalı. Güvenlik Konseyi üyelerinin uyanmalarını bekliyoruz. Bu çatışmalar cihatçılığa, teröre neden oluyor ve Avrupa’ya kadar uzanıyor. Sığınmacıları yaratan çatışmalar ve 1945’te yaratılan BM’nin görevini yerine getirmedeki güçsüzlüğüdür yani kolektif güvenliği sağlama. Umudum şu ki 2050’de 250 milyon insan iklim sığınmacısıyla, sığınmacı trajedisinin dünya başkentlerinde önemli bir irkilme yaratması olacaktır.
5 Şubat 2016
Jean Ziegler, 1934 doğumlu İsviçreli toplumbilimci. BM Gıda Hakkı üzerinde çalışmış ve Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Yüksek Komiserliği’nde 2009’dan beri çalışıyor. Yazdığı çok sayıda kitap var. “Silahları ters çevirin” adlı kitabı 2014’de yeniden basıldı.
[Humanité gazetesinin pazar ekindeki (Humanité Dimanche) Fransızca orijinalinden İsmail Kılınç tarafından Sendika.Org için çevrilmiştir.]
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.