İzlediğim ilk DİSK Genel Kurulu’nda işçiler üzerine düşen görevi yaptı ve Soylu’yu salondan çıkmak zorunda bıraktı. Ancak sonrasında aynı salon sınıf sorunlarından çok uzak tartışmalara boğuldu…
İzlediğim ilk DİSK Genel Kurulu’nda işçiler üzerine düşen görevi yaptı ve Soylu’yu salondan çıkmak zorunda bıraktı. Ancak sonrasında aynı salon sınıf sorunlarından çok uzak tartışmalara boğuldu…
DİSK 15. Genel Kurulu 12-13-14 Şubat’ta Pendik Green Otel’de yapıldı. Emek haberleri muhabirliğine yeni başlamış biri olarak benim de izlediğim ilk genel kurulumdu ve biraz heyecanlıydım. Kongrenin ilk günü olan 12 Şubat’ta salonun tamamı doluydu. Kongrenin açılışı, yitirilen DİSK yöneticileri ile Suruç ve Ankara katliamlarında hayatını kaybedenler için saygı duruşuyla başladı. İlk olarak sahneye Ruhi Su Dostlar Korosu çıkarak işçi sınıfını selamlayan şarkılarını söyledi.
Basına ayrılan kısma geçip oturduğumda, aklımda sadece konuşmaların olacağı bir genel kurul süreci vardı. Derken, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Süleyman Soylu’nun kongreye geleceğini öğrendim. Kıdem tazminatı gaspının, özel istihdam bürolarının gündemde olduğu ve emekçilere dönük her türlü saldırının yapıldığı bir dönemde DİSK gibi muhalif bir sendikanın üyelerinin Soylu’yu nasıl karşılayacağı beni çok meraklandırdı. Soylu’nun içeri girmesiyle “Hırsız, katil Erdoğan”, “ Hırsız, katil AKP” sesleri, Soylu’nun duymazlıktan gelmeye çalıştığı sloganlar salonda yankılandı. “Kıdem hakkımız gasp edilemez” sloganıyla salondan daha fazla ses çıkmaya başladı.
İlk başta hiçbir şey olmamış gibi yerine oturan Soylu 5 dakikadan fazla dayanamayarak salonu terk etti. Salondan ayrılışının ardından ise işçi sınıfının dayanışmasının göstergesi olan “Faşizme karşı omuz omuza”, “Yaşasın halkların kardeşliği” sloganları atılmaya başlandı.
DİSK muhalif tavrını korudu…
İşçiler kendilerine yapılan saldırılara karşı muhalif kimliklerini korumuştu. Peki slogan atılırken salon nasıldı? DİSK Genel Başkanı Kani Beko’nun, eliyle salonu susturmaya çalışması dikkatimi çekti. DİSK’in genel başkanı niye böyle bir tavır sergiledi diye yadırgadım. İşçilerle beraber slogan atmasını beklemesem de eliyle yaptığı “Susun” hareketini de beklemiyordum.
Soylu’nun salondan çıkmasının ardından işçiler kendilerini alkışlamaya başladı. İşçilerin duydukları gurur gözlerinden okunuyordu.
Protesto bitti ve söz hakkı Kani Beko’ya geldi. Beko konuşmasının bir yerinde (Benim en çok dikkatimi çeken yer buydu) “Bakan burada olsaydı ona baka baka ‘haklarımızı gasp ettirmeyeceğiz’ diyecektim” dedi. Peki Soylu’nun orada olması şart mıydı? Tabii ki hayır!
Beko’nun ardından kürsüye CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu çıktı. Seçim konuşmasına benzer bir konuşma yapan Kılıçdaroğlu, neredeyse işçi sınıfının sorunlarına hiç değinmedi. Ardından Kürt illerinde yaşanan sivil ölümlere değinmeden sadece asker ve polis ölümlerinden bahseden Kılıçdaroğlu bende şovenizmin ve milliyetçiliğin etkisi altında bir konuşma yaptığı izlenimi yarattı. Kılıçdaroğlu’nun ardından kürsüye çıkan HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş ise sınıf sorunlarına daha çok vurgu yapan bir konuşma yaptı. Kürt illerinde yaşanan savaş koşullarını anlatan Demirtaş, sınıf sorunlarına da değinerek, AKP’nin her yerde halka saldırdığını vurguladı.
Genel kurulun ilk günü konukların konuşmalarıyla geçti ve genel vurgu iktidarın yarattığı baskı ve savaş politikalarıydı.
İkinci gün…
Hakkında en çok şeyi yazacağım güne geldik. Emek hareketinin gündeminin tartışıldığı gün olması açısından neredeyse tüm değerlendirmelerim o gün şekillendi. Sendika yöneticilerinin konuştuğu ikinci günün tamamının aktarımını yapmak yerine en çok çeken dikkatimi konulara değineceğim. Konuşmalarda öne çıkan vurgular AKP’nin yarattığı savaş ortamıydı. Öğlen verilen aranın ardından tartışmalar başladı ve “Evet, asıl şimdi başlıyor kongre” demekten kendimi alamadım.
Nakliyat-İş Genel Başkanı Ali Rıza Küçükosmanoğlu’nun konuşması ilk dikkatimi çeken konuşma oldu. Küçükosmanoğlu beklemediğim bir şekilde tartışma konusunu kongre salonunun fiyatına çekerek “Bu salona verilen parayla SCA işçilerinin direnişine katkı sağlardık” dedi. Bu ifadenin ardından salonda nasıl bir hava olacağını izlemeye başladım. Ama bu ifade neredeyse salondan hiç karşılık görmedi. Bu konu gündemde kalmadı ve asıl tartışmanın başladığı konuşmaya geldik. Birleşik Metal-İş Sendikası Kocaeli Şube Başkanı Talat Çelik, DİSK yönetimini eleştirirken Soylu’nun protestosuna değinerek, ev sahibi olduklarını, gelen “misafirin” protesto edilmesinin yanlış olduğunu, Beko’nun salonu susturmaya çalıştığını, salonun susmadığını ve salonun genel başkanını dinlemediğini söyledi.
DİSK’in, işçi sınıfının muhalif bir tavır sergilemesinden daha normal ne olabilirdi? İşçiler haklarını gasp eden bir hükümeti, bir bakanı protesto etti. Diğer eleştirisi ise DİSK’in HDP’ye yakın bir politika izlemesi ve siyasi eğiliminin olması vurgusuydu. İşçi sınıfı aslında politikleşiyordu, diktatörlüğün, baskının arttığı bu dönemden kendilerini süreçten soyutlamıyordu. Soyutlayamazdı çünkü bu süreçte “siyasetten” kaçmak çok mümkün değil kendi haklarına dahi savaş açılan bir dönemde siyasetten uzak kalmak DİSK’in muhalif çizgisini yok sayması demekti. Çelik kürsüden inmeden önce ise coşku içinde (!) “İşim benim karımdır, karım benim işimdir. İşim benim namusumdur” dizelerini okudu.
6 erkekle kadın mücadelesi tartışması
Çelik’in konuşmasının ardından kürsüye çıkan Genel-İş delegeleri ise Çelik’in eleştirilerine cevap vererek Soylu protestosunun haklı olduğunu belirtti.
Konuşmalar devam ederken Genel Kurul öncesi Sendika.Org olarak röportaj yapmaya gittiğimiz ve söyleşi sırasında başkan adayı olacağını belirten Birleşik Metal-İş Genel Başkanı Adnan Serdaroğlu’nun konuşma yapmasını bekledim. Fakat Serdaroğlu kürsüden ne başkanlığını açıkladı ne de Birleşik Metal-İş adına bir konuşma yaptı. DİSK’e yönelik eleştirileri ve önerilerini kürsüden yapmasını beklediğim Serdaroğlu, salonu yok sayan bir tavırla, şube yöneticilerinin yaptıkları konuşmaları oturduğu yerden izledi. Birleşik Metal İş sendikasının herhangi bir merkez yöneticisi de söz almadı.
Yapılan eleştirilere cevaben yönetim adına DİSK Genel Sekreteri Arzu Çerkezoğlu bir konuşma yaptı. Çerkezoğlu, aynı zamanda sendikası Dev Sağlık İş’in yönetimde yer almamayı tercih ettiğini, daha örgütlü sendikaların tümünün yer aldığı bir yönetimi önerdiğini, örgütün kendisine vereceği tüm görevlere hazır olduğunu belirtti. Yaklaşık 40 dakika süren konuşma sırasında Serdaroğlu çoktan salondan çıkmıştı. Konuşma salondan büyük bir alkış aldı.
İkinci günün sonuna yaklaşıldığında Şırnak Genel-İş Şube Başkanı Zeynep İdin söz isteyerek kürsüye geldi. İdin kürsüye çıktığında öfkeliydi. İdin’in, Çelik’in “İşim benim karımdır, karım benim işimdir, DİSK benim karımdır, karım benim namusumdur” sözlerine karşı öfkesi rahatlıkla görülüyordu. Çelik’in cinsiyetçi bir söylem kullandığını belirten İdin’e, salonda oturan Çelik’ten cevap gecikmedi. Çelik, söylediği cümlenin Hasan Hüseyin Korkmazgil’in şiiri olduğunu ifade ederek bu cinsiyetçi ifadeleri şairin sorumluluğu olarak açıklamaya çalıştı. İdin’in eleştirisine karşı Birleşik Metal-İş saflarında oturan delegelerin yüzlerinde hafif bir gülümseme oluşmuştu.
Bütün suç şairin değildi tabii ki… Çelik bu şiiri okurken “İşim, benim karımdır” derken cinsiyetçi bir söylem kullandığını bilmiyor muydu yoksa önemsemiyordu bilinmez. Ancak sendikanın şube başkanının bu sözlerin ne anlama geldiğini bile anlamadan bir kadın işçinin rahatsızlığını anlamaya çalışmadan tepki gösteren delegelerin, konuyu “Şiir öyle” diyerek geçiştirmeleri dikkatimi çekti. İçlerindeki erkekliği sorgulamak gibi bir niyetleri olmadığı açıktı.
‘Biz kimsenin namusu değiliz’
Tartışmaların devam ettiği genel kurulda, DİSK Basın İş Genel Sekreteri Özge Yurttaş, Çerkezoğlu ve İdin’den sonra kürsüye çıkan üçüncü kadındı…
Yurttaş, Tüzük Komisyonu sonuç tutanağının okunmasının ardından söz alarak “kadın işçiler danışma kurulu” maddesinin reddedilmesine ilişkin muhalefet konuşması yaptı. İşçi sınıfının kadınlaştığını hatırlatan Yurttaş, DİSK’in toplamda 400 delegesinin olduğunu ve bunların sadece 42’sinin kadın olduğunu söyledi. Benim de pür dikkat dinlediğim konuşmada Yurttaş, kadın emeğinin iktidarın hedefi olduğuna, meclisten geçen ve kadınlara güvencesiz ve esnek çalışma dayatan yasa tasarısına değindi. O saate kadar kimsenin gündeminde olmayan konulara değinmesi ilgimi daha çok arttırdı. Yurttaş kendinden önce konuşan kadın arkadaşının cümlelerine değinerek “Biz kimsenin namusu değiliz. Şiire gönderme yapılan konuşmaya da bu yüzden tepkiliyiz” dedi. Yüzümde hafif bir gülümsemeyle çoğunluğunu erkeklerin oluşturduğu salona baktığımda herkes konuşmayı benim gibi pür dikkat dinliyordu.
Yurttaş, Tüzük Komisyonu’na DİSK’te 8 yıldan uzun bir süredir fiilen devam eden kadın komisyonunun DİSK’in danışma organları arasına alınarak hukuki ve tüzüksel statüye kavuşturulmasını talep ettiklerini aktararak 7 erkek ve 1 kadından oluşan bu komisyonun kadınların bu ihtiyaç ve talebini reddettiğini aktardı. Kadınların ihtiyaçlarını ağırlıkla erkeklerden oluşan kurulların ve komisyonların değerlendirip böyle bir ihtiyaç olmadığına hükmetmesini eleştirdi. Yurttaş’ın konuşması salondan büyük bir alkış aldı ve divan, “Tüzük değişikliği önerisi komisyonda reddedilmiş olsa da burada oylayalım. Bu talebi geri çevirmeyelim” dedi. Oylama sonucunda, kararın tüzüğe girmesi ile ilgili çoğunluk sağlandı ve salondaki tüm kadınlar kararı büyük bir mutluluk ve sloganlarla karşıladı.
Ancak bir anda salonun arka tarafından bir erkek sesi yükseldi ve kürsüye doğru birinin koştuğunu gördüm. Kim diye anlamaya çalışırken bu kişinin Sosyal İş Genel Başkanı Metin Ebetürk olduğunu öğrendim. Ebetürk kadın komisyonun tüzüğe girmesine itiraz ederek delege olmayanların da oy kullandığını, oylamanın yeniden yapılmasını istediğini belirtti. Ebetürk’ün kadın komisyonundan neden bu kadar rahatsız olduğunu algılamaya çalıştığım sırada divan yeniden oylama yaptı ve bu sefer “hayır” oyu daha fazla çıktı ve komisyonun tüzüğe girmesi kabul edilmedi.
Korkulan kadın komisyonu
Bu konudan neden bu kadar uzun bahsettiğime gelirsek, 6 erkeğin kadın komisyonunu tartıştığı bir toplantının tuhaflığını anlamaya çalışırken, salonda bir anda bir erkeğin büyük bir rahatsızlıkla, kadın komisyonuna itiraz ediyor olması daha da tuhaftı. DİSK’in içindeki erkekler kadın komisyonundan neden rahatsız oluyordu? Neden kadınların bir talebini, kadınların belirlediği bir ihtiyacı reddetmeyi bu kadar önemsiyorlardı. Benim anladığım kadınların yönetimde daha fazla yer almasını istemiyorlar. Kadınların sendika içindeki varlıklarının ön plana çıkmasına tepki duydukları izlenimi veriyorlardı.
Kongre bitip, salonun dışına çıktığım sırada herkes son anda tüzüğün yok sayılmasını tartışıyordu ve herkes birbirine niye salonda tepki göstermediğini soruyordu? Kadınların tüzük değişikliği önerisi, salonda çok büyük bir tepki gösterilmemesine rağmen konu salon dışında tartışılıyordu. DİSK için artık kadınların varlığı yok sayılmaz bir gerçeklik olarak herkesin gündemine girmişti. Ve bir sonraki genel kurulda kadınların varlıklarını iyice belli edeceklerinin göstergesiydi dışarıda geçen tartışmalar.
Dışarıda tartışmaları dinlerken sendika yöneticileri içinde kadınların ve gençlerin azlığı dikkatimi çekti. İronik şekilde, “Artık torun büyütmesi gerekenler torun büyütsün” diye birbirlerini eleştirenlerin yaş aralığı hiç de az değildi.
Yönetimin dahi belli olmadığı ikinci gün bitiminde dışarıda konuştuğum delegeler yarın nasıl bir sonuç çıkacağını tartışıyordu.
Üçüncü günde gelen gerilim
Üçüncü gün genel kurul başlaması gereken saatten erken başladı. Çerkezoğlu, ilk konuşmayı yaparak önceki aday olmamayı tercih ettiklerini ancak tüm çabalara rağmen kendilerinin olmadığı ortak bir liste oluşturulamadığını, bu durum karşısından kararlarını gözden geçirdiklerini belirterek “Bu örgütün tarihine ve geleceğine olan sorumluluğumuzdan, yeniden genel sekreterliğe adayım” dedi.
Herkesin yeni oluşacak yönetimde yer alması gerektiğini belirten Çerkezoğlu yeni yönetimde yer alması önerisini iletmek için yanına gittiği halde kendisiyle görüşmeyen Serdaroğlu’na seslenerek “Biz her yerde beraber yürüdük, beraber mücadele ettik, Serdaroğlu neden bizimle görüşmedi? Hırsızlık mı yaptık, arsızlık mı yaptık, DİSK’in ilkelerine ihanet mi ettik? Solcu olduğum için mi, kadın olduğum için mi, AKP karşıtı olduğum için mi?” diyerek sebebini sordu.
Çerkezoğlu’nun konuşmasının ardından büyük bir öfke ile bir anda kürsüye çıkan Serdaroğlu, Çerkezoğlu’na tepki göstererek salonu terk etti. Birleşik Metal-İş’in salonu terk etmesiyle Nakliyat-İş ve Sosyal İş de salondan ayrıldı.
Tarafsız olması gereken divan da salonu terk etti. Salona yeniden döndüğümde herkesin ne olduğunu anlamaya çalıştığı bir durum vardı ve en çok da divanın tarafsız olması gerektiği yerde neden salonda olmadığı merak konusuydu.
İki gündür sezilen gerilim üçüncü gün ortaya çıkmıştı artık ve Serdaroğlu yazılı bir notla başkan adaylığından çekildiğini iletti. Divan’ın durumu salona iletmesinin ardından salona dönüp baktığımda pek bir şaşkınlık yaratmadığını gördüm.
Salonda kısa süren tartışmaların ardından, yeni yönetim seçildi. Genel kurulun üç günü hakkında delegelerle sohbet ettiğimde salonun terk edilmesinin zaten beklendiğini sıklıkla ifade edildi.
Süren üç günün ardından, sendikal krizin ve sendikal hareketteki tıkanmaların tartışılmadığı, hükümetin saldırılarının net bir biçimde tartışılmadığı bir genel kurul bitmiş oldu.
Yeni bir yönetimle yeni bir sürece giren DİSK umarım atladığı tartışmaları yaparak, işçi sınıfının sorunlarına daha net bir biçimde değinir…
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.