Türkiye liglerini çok fazla izleme ihtiyacı içinde olmadığımız halde 21 Şubat Pazar günü oynanan Galatasaray Trabzonspor futbol müsabakasının tekrar yayınını izlemek zorunluluğunda hissettik kendimizi. Ülkede kan gövdeyi götürüyor, ülke içeride ve dışarıda bir felakete doğru ilerlerken, ölmeler, öldürmeler giderek sıradanlaşır ve sıradanlaştırılırken, her gün yeni bir taciz ve tecavüz haberİ gündeme düşerken, son olarak yağmacılığın […]
Türkiye liglerini çok fazla izleme ihtiyacı içinde olmadığımız halde 21 Şubat Pazar günü oynanan Galatasaray Trabzonspor futbol müsabakasının tekrar yayınını izlemek zorunluluğunda hissettik kendimizi.
Ülkede kan gövdeyi götürüyor, ülke içeride ve dışarıda bir felakete doğru ilerlerken, ölmeler, öldürmeler giderek sıradanlaşır ve sıradanlaştırılırken, her gün yeni bir taciz ve tecavüz haberİ gündeme düşerken, son olarak yağmacılığın ve rantın Artvin uygulamaları sahneye koyulurken sporun ve özellikle de futbol gibi önemli bir uyuma ve uyutma araçsallaştırmasının içinde olsa dahi “haksızlığa uğramanın en vahşi hali” ve “devrim gibi davranış” gibi ifadelerin kullanıldığı bir müsabakayı izlemeden değerlendirme yapmak olmazdı dedik ve maçın tekrarını izlemeyi bir görev/zorunluluk olarak gerçekleştirdik.
Sosyal medyada Trabzonspor’un o kadar çok haksızlığa uğradığı ile ilgili söylemler ve yazılar vardı ki; bu maçın mutlaka izlenmesi gerekliydi ve “derin Galatasaraylıların” derin işler peşinde olup olmadıklarını anlamak ancak görebilmek ile mümkün olabilirdi.
Bunun yanı sıra “teknik adamlık değeri” kendinden menkul Hami Mandıralı’nın “biz buraya futbol oynamaya geldik ama oynayamadık, bütün Türkiye gördü” türünden ifadelerini görünce maçı izleyerek bir analiz yapmak şart oldu.
Ve fakat maçı izledikçe anladık ki; Futbol dünyası özellikle futbolcular başta olmak üzere gerçekten bayağılığın ve sakilliğin dibine vurmuş vaziyettedir. Özellikle maçları kaybedenlerin, yenilgilerine mazeret arama konusunda öteden beri bildiğimiz savunma ve yansıtma mekanizmaları giderek daha sığlaşmış ve acınası bir düzeye gelmiş.
Saha da takım olarak futbol oynamayı bilmeyen, alanda hangi sistem ve düzenle oynadığı hiç anlaşılamayan bir Trabzonspor görünce, üstelik her faul kararında hakemin üstüne yürüyerek hakemi baskı altına alarak ajite etmeye çalışan, el, kol hareketleri ve beden dilleri ile iyice sevimsizleşen futbolcuları izleyince bir kez daha emin olduk ki; Bu ülkede “haksızlığa uğramak” meselesi değişmiş ve isteyenin istediğini alamaması haksızlığa uğramak olarak nitelendirilir olmuş. Bu söz elbette salt Trabzonsporlu oyuncular için değil Galatasaraylı oyuncular için de geçerli.
Müsabakanın oyun formu ile ilgili olarak Galatasaray gol yollarında başarılı olsa en az beş golü rahat bulacağı bir müsabakanın ardından bu kadar yaygara koparmanın ne anlama geldiğini ifade edecek sözcük bulamıyoruz.
“Velev ki” penaltı verilmeyebilirdi… Sonuç değişir miydi?
“Velev ki” maç berabere bitseydi bu yaygara kopar mıydı?
Diğer bir konu, yine sosyal medyada söz konusu müsabaka ile ilgili olarak Trabzonsporlu bir futbolcunun davranışına ilişkindi. Bu davranış ile ilgili olarak o kadar çok paylaşım yapıldı ve sözüm ona o kadar çok güzel laflar edildi ki; Örneğin bu davranışı “futbolda devrim” niteliğine kadar vardıranlar oldu.
Bu durumda da söz konusu bu maç nesnel bir değerlendirme yapabilmek için mutlaka izlenmeliydi.
Trabzonsporlu futbolcunun, birden fazla oyuncunun teması sonucu hakemin elinden ya da cebinden yere düşürmek durumunda kaldığı kırmızı kartı yerden alıp hakeme göstermesi elbette egzantrik ve tekil bir olaydı. Çünkü şimdiye dek belki de sahalarda hiç yaşanmamıştı.
Ve bu davranış belki de bilinçaltında haksızlığın aktörlerinden birisi olarak değerlendirilen hakemlere olan eleştirinin somut bir biçimi olarak kabullenilmiş ve bu bakımdan taraftar bulmuş olabilirdi.
Lakin bu davranış;
Doğru muydu?
Yerinde miydi?
Ve çok daha önemlisi futbolda devrim yaratacak bir protesto biçimi oluşturuyor muydu?
Haksızlıkları, adaletsizlikleri, köleliğe varan futbol işgücü sömürülerini, soygunları ve haksız rekabetleri sorgulayan ve bunlar ile ilgili mücadele etmeyi ifade eden bir davranış mıydı hakeme gösterilen kırmızı kart?
Üstelik o kırmızı kartı gösteren oyuncu şimdiye kadar hangi futbol doğrusuna ya da haksızlığına ilişkin bir mücadele vermişti de, yere düşen kartı hakeme göstererek bu mücadelesini taçlandırmıştı?
Bir hafta öncesine kadar linç edilen, barış çağrısı yaptığı için haftalar boyu hak mahrumiyeti cezası verilen Amedsporlu Deniz Naki ile ilgili bir açıklaması ya da bırakınız açıklamayı bir düşüncesi var mı acaba bu futbolcunun? Yoktu tabii… Olamazdı da… Peki kendi takımındaki Aykut’un şeriat yaşamı merakı, tutumu ve davranışları ile ilgili bir düşüncesi var mıydı? Yoktu tabi… Neden olsundu ki?
En azından bu ülkede onlarca yüzlerce futbolcu adayının eşi, dostu, amcası ve dayısı olmadığı için yetenekli olsalar dahi takımlarda yer bulamıyor oluşlarına ilişkin ne yapmıştı bu kahraman Salih? Elbette hiçbir şey…
Bir hareket bir eylem ya da bir davranışın bencillik ve adrenalin sonucu ortaya koyulması, bir insanı ve bir sporcuyu asla önemli ve değerli kılmaz. “Büyük” sporcuların hiç birisi büyüklüklerini bencillik ve adrenalin sonucu yaptıkları hareket, davranış ya da eylemleri ile kazanmamışlardır.
Çirkin ve beceriksiz oyunlarına kılıf arayan oyuncular öncelikle kendilerini, takımlarını ve son tahlilde ülkelerindeki futbolu sorgulayacaklarına, fanatik taraftarları galeyana getiren tutum ve tavırlarıyla ne kendilerini, ne takımlarını ne de ülke futbollarını geliştirebilirler.
Bu hareket tam anlamıyla lumpen bir futbolcu davranışından başka bir anlam ve içerik taşımamaktadır.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.