Bir kişinin ölümü trajedi, milyonlarınki istatistik midir?* Joseph K., otuz yaşında bir gençti. Sabahın erken saatinde henüz, yataktayken kapısı çalındı. Gelen iki kişi onu tutuklayacaklarını söyledi. Joseph K.’yı tutuklamaya gelenler Joseph K’nın ne suç işlediğini ve kanunun hangi maddesine göre tutuklanacağını ve yargılacağını bilmiyorlardı. Joseph K., suçunu anlamak için çırpındı. Ama suçunun ne olduğunu kimse […]
Bir kişinin ölümü trajedi, milyonlarınki istatistik midir?*
Joseph K., otuz yaşında bir gençti. Sabahın erken saatinde henüz, yataktayken kapısı çalındı. Gelen iki kişi onu tutuklayacaklarını söyledi. Joseph K.’yı tutuklamaya gelenler Joseph K’nın ne suç işlediğini ve kanunun hangi maddesine göre tutuklanacağını ve yargılacağını bilmiyorlardı.
Joseph K., suçunu anlamak için çırpındı. Ama suçunun ne olduğunu kimse ona söylemedi. Mahkemesi belirli yerlerden uzaklarda berbat yerlerde ve şartlarda başladı, yürütüldü. Yargılama sırasında hiç de beklenmedik zamanlarda saray görevlilerinin mahkeme salonunda olduğu görüldü.
Sevgili Basın Emekçileri bu kısa anekdot Franz Kafka’nın dava isimli romanından alınmıştır. Bugün basın toplantımıza sebep olan; Gaziantep Islahiye İ.İ.B.F’de görev yapmakta iken gerekçe gösterilmeden görevden alınan Ahmet Bülent ÖZER için buradayız…
Yukarıda yer alan kısa anekdot bir basın açıklaması metninden alınmıştır.
Gaziantep Üniversitesi’nde öğretim görevlisi olarak çalışırken uzunca bir süre maruz bırakıldığım taciz ve saldırıların ardından en son üniversitedeki görevime son verilme ile sonuçlanan süreci kamuoyu ile paylaşmak için 12 Aralık 2013 tarihinde düzenlediğimiz basın toplantısında, İHD Antep Şube Başkanı Hasan Önder Sulu’nun basın açıklamasında okuduğu bildiriden …
Yıllarca tehdit, fiziksel ve psikolojik saldırı, etnik/siyasal ve inançsal fişleme, gece yarılarına dek varan soruşturmalar, gözaltılar, itibarsızlaştırma girişimleri …gibi bir dizi anti-demokratik uygulamayla terörize edildikten sonra üniversitedeki görevime Eylül 2013 tarihinde son verilmişti.
Öğrencilerime ve tarafıma yönelik fişleme dosyalarının açığa çıkması üzerine ‘suçlular’ ile ilgili somut bir adım atılmadı, savcılığa yaptığımız suç duyurularından konuya ilişkin ciddi bir yaptırım çıkmadı, hakkımda YÖK Yüksek Disiplin Kurulu’na ‘’kamu görevinden çıkarma’’ talebiyle GAÜN Rektörlüğü tarafından gönderilen soruşturma dosyası oybirliğiyle lehime sonuçlandığı halde, görevini kötüye kullananlar hakkında bir işlem yapılmadı. Ve yerel mahkemenin (Gaziantep 1.İdare Mahkemesi) ‘görmezden’ geldiği onlarca kanıtlı ve resmi belge adeta hiçe sayılarak verdiği red kararı üzerine ‘göreve iade’ talebiyle Danıştay’a götürdüğümüz davanın seyri 2,5 yıldır sürdürülen bir hukuk mücadelesinde iğne ile kuyu kazmak gibi…
***
Benimle benzer ‘kaderi’ yaşayan birçok akademik personelin ‘trajik’ öyküsünü yakınen bilmekle beraber, sorunun kamuoyuna pek yansımayan ciddi yüzüne, kısmen de olsa, hakkımda açılan soruşturma savunması için gittiğim YÖK’te tanık olmuştum.
Savunma için gelen akademik personelin YÖK Yüksek Disiplin Kurulu’na çıkmadan önce güvenlik görevlileri ve YÖK çalışanları nezaretinde ellerindeki dosyalarla tedirgin halde zaman geçirdiği bir ‘’Bekleme Odası’’nda…
Türlü, ipe sap’a gelmez “dayanaklarla” gerekçelendiril(miş) soruşturma dosyalarıyla birçoğu “Kamu Görevi’nden Çıkarılma” istemiyle sevk edilmiş onlarca “adet” akademisyen…
Sonrasında YÖK’teki çalışanlarla yaptığımız sohbetten öğrendiğim üzere sadece bir ay içerisinde onlarca dosyanın karara bağlandığı Kurul’da 1 yıl içerisinde alınan kararların sayısı ürkütücü!…Öyle ki doktora tezimi sırf bu mesele üzerinden yazsam bile bir şeylerin eksik kalacağı hissini uyandırıyor…
YÖK nedir? Niçin kurulmuştur? Ne iş yapar? sorularına birçok soru-cevabı sığdıramayacağımız bu çerçevesi sınırlı yazıda yer vermek pek mümkün değil, üstelik çok gerekli de değil…
Sadece daha birkaç gün önce, benim de imza verdiğim, ‘’Barış İçin Akademisyenler İnisiyatifi’’nin, 89 farklı üniversiteden 1128 akademisyenin imzasıyla katılım sağladığı (bu sayı her geçen gün artış göstermekte) “Bu suça ortak olmayacağız” sloganıyla imzalanan bildirisiyle ilgili, Yüksek Öğretim Genel Kurulu (YÖK)’nun konuyu görüşmek için acil aldığı toplantının ardından yaptığı açıklamaya göz gezdirmek bile, YÖK’ün kurumsal çerçevesi, işleyişi, siyasal tarihi ve misyonu hakkında kafamızda beliren sorulara ilişkin bilgi verecek niteliktedir.
Adeta 12 Eylül Darbe Bildirisini aratmayacak bir dille kaleme alınmış işte o ‘’meşhur’’ açıklama;
‘’Bir grup akademisyen tarafından yayımlanan devletimizin, Güneydoğu’da sürmekte olduğu teröre karşı mücadelesini ‘katliam ve kıyım’ olarak niteleyen bildiri, tüm akademi camiasını zan altında bırakmaktadır. Teröre destek veren kişinin mesleği ve statüsü hiçbir demokratik ülkede kişiye imtiyaz sağlamaz, teröre destekçiliği hiçbir şekilde hafife alınamaz.
Teröre destek veren bu bildiri, akademik özgürlük ile bağdaştırılamaz. Vatandaşlarımızın güvenliğini sağlamak devletin en temel görevidir. Bu bildiri ile ilgili olarak hukuk çerçevesinde gereği yapılacaktır. Rektörlerimiz ve Üniversitelerarası Kurul ile bu konuyu görüşmek üzere toplanacağız.
Bu bildiri ile ilgili olarak hukuk çerçevesinde gereği yapılacaktır!….”
***
Ülkenin bir bölümünde başlayıp artık bütününe yayılan “kirli savaşa” karşı ‘barış’ talebiyle yola çıkan ‘Barış İçin Akademisyenler Oluşumu’nun bildirisine imza koymuş 1128 akademisyene, Kafka’nın ‘’Dava’’ sındaki Joseph K metaforu birebir yaşatılmak istenmekte.
Tehdit, gözdağı ve itibarsızlaştırmayla emir-komuta hiyerarşisine sokulmak istenilen seküler eleştirel aklın bir örgütlenme alanı olan akademiler, egemen siyasal iktidarın hegemonya alanına, akademisyenler ise, resmi tarih yazıcılarına ve devlet memurlarına dönüştürülmeye çalışılmakta.
Çocuklar ve kadınlar başta olmak üzere can ölümlerinin yaşanmaması ve ‘Barış’ gibi tüm kimliklerden ve ideolojilerden azade bir büyük insanlık talebinin ifade edilmesi bile, hukuk sistemi başta olmak üzere, iktidar aygıtının tüm kurumları ile birlikte bastırılmaya ve kriminalize edilmeye çalışıldığına, tüm dünya kamuoyu tanıklık etmekte.
‘Toplu davaları’, ‘sürgünleri’ , ‘toplu ceza yasaları’ ve ‘infazları’nın istatistik ile ifadelendiği öyle ki yaşamını kaybeden yurttaşların ‘adet’ sayıldığı bir tarihsel geleneğimiz ve belleğimiz sözkonusu; 15’ler, 49’lar, 3’ler, 7’ler (Bahçelievler Katliamı / ), 10’lar (Kızıldere Katliamı), 33 Can (Sivas Katliamı) 33 Kurşun ve ‘tarihsel tekerrürü Roboski’, 31’ler (Suruç Katliamı), 102’ler (Ankara Katliamı)… derken birçoğunu burada anamadığımız, uzayıp giden bir kronolojik liste ortaya çıkıyor…
Öyle ki google’da üçler, beşler, yediler …gibi bir tarama yapmak bile ülkede yaşanan trajedi tarihine ulaşmak için yeterli bir ‘performans’ gibi görünüyor…
1128 akademisyen’ ifadesi birkaç gün öncesinde basında ilk yer aldığında, en ‘’iyimser’’ yanıyla 1402’likler gelmişti aklıma. Akademik alan ile ilgili belleğimde bıraktığı izle olsa gerek… 1402 sayılı Sıkıyönetim Kanunu ile yasanın ikinci maddesi dayanak gösterilerek, 12 Eylül Darbesi’nden sonra akademik personelden devlet memuruna kadar kamuda çalışan birçok kişinin görevine son verilmiş, bir kısmı tutuklanarak üniversite kürsülerinden alınıp, Cezaevleri’ne gönderilmişti. Ankara Üniversitesi SBF’deki odasında yakın zamana kadar hala duvarda asılı olan görevden alınma ve dönüş kararlarını sergilerdi sevgili Kurthan Hoca (Prof. Dr. Kurthan FİŞEK, devr-i daim olsun…).
1402’nin tekerrür’ünü bile ‘’iyimser’’ karşıladığımız bir siyasal iklimde, Cumhurbaşkanı’nın konuya dahil olup yaptığı açıklama ile birlikte baştaki iyimserliğimin yerini maalesef kötümser bir linç senaryosu almış oldu.
Önce malum bildiri “ihanet” olarak nitelendirildi… “…çoğu maaşını devletten alan, cebinde bu devletin kimliğini taşıyan sözde aydınların ihanetiyle karşı karşıyayız” diyen Cumhurbaşkanı’nın ardından. Kendilerine durumdan pay çıkaran birçok linç grubu ‘’devletin yüksek çıkarları’’ gereği ‘’katliam’’ girişimlerine varan tehdit mesajları yayınlamaya başladı.
***
Şimdi, her sabah haberlerde hendek senaryoları eşliğinde büyük puntolarla verilen ‘’terör’’ haberlerine karşı birlik beraberlik mesajlarına, ‘’hendekçi hocalar’’a yönelik linç girişimleri eklenmeye başladı.
Cadı Kazan’ı harlanıyor…İlk odunu atan Abdullah Gül Üniversitesi oldu.
Abdullah Gül Üniversitesi’nden yapılan yazılı açıklamayla, “Barış için akademisyenler inisiyatifi tarafından yayınlanan bildiride imzası bulunan Prof Dr Bülent Tanju’nun istifası’’ istendi. Açıklamada, sadece “istifa istenmekle kalınmayacağı” da şu sözlerle ifade edildi;
“ayrıca, Yüksek Öğretim Kurumu tarafından verilecek talimatlar doğrultusunda hakkında işlem yapılacaktır…”
Ardından Sakarya Üniversitesinde yaşanan bir Twitter klasiği(!)
Üniversite öğrencilerinden biri, Üniversite rektörü Muzaffer Elmas’a twit atarak, “barış için akademisyenler” bildirisinde kendi üniversitesinde çalışan öğretim üyelerinin de imzaları olduğunu söyledi. Ardında da Rektör’e “İsimleri bende var Hocam. Ben halledeyim mi, siz birşey yapar mısınız?” diye sordu. Öğrencinin sorusuna ise rektör yine Twitter hesabından yanıt verdi; “Ben hallederim….” Rektörün konuyu “nasıl hallettiği” henüz açıklığa kavuşmadı. (1)
Türkiye linç tarihi, yazıcıları eliyle “1128’ler’’ adıyla yeni kıyımlarını kronoloji sayfalarına eklemeye başladı bile…
‘’Saraylar saltanatlar çöker
kan susar birgün
zulüm biter.
menekşelerde açılır üstümüzde
leylaklarda güler.
bugünlerden geriye,
bir yarına gidenler kalır
bir de yarınlar için direnenler… ‘’(2)
* ‘’Bir insanın ölümü trajedi olurken, milyonlarcasınınki istatistik kalıyor…’’ Joseph Stalin
(1)http://www.sozcu.com.tr/2016/gundem/erdogan-hedef-gosterdi-universiteler-karisti-1040646/
(2) Adnan YÜCEL – Yeryüzü Aşkın Yüzü Oluncaya Dek
(A.Ü. SBF Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Doktora / Gaziantep Üniversitesi Eski Öğr.Gör.)
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.