Halkların Köprüsü Derneği olarak savaştan kaçan ve kendi ülkelerinde yeniden bir hayat kurma imkanı bırakılmamış olan insanların ölümü göze alarak başladıkları yolculuğun önünün trajik sözleşmelerle kesilemeyeceğini, savaşı yaratan ve destekleyenlerin savaşı sonlandırmakla yükümlü olduğunu düşünüyoruz Ortadoğu’da yaşanan savaş nedeniyle onbinlerce insan ülkesini geride bırakıp göç etmek zorunda kaldı. Türkiye’nin sınır ülke olması ve Suriye’deki savaşla […]
Halkların Köprüsü Derneği olarak savaştan kaçan ve kendi ülkelerinde yeniden bir hayat kurma imkanı bırakılmamış olan insanların ölümü göze alarak başladıkları yolculuğun önünün trajik sözleşmelerle kesilemeyeceğini, savaşı yaratan ve destekleyenlerin savaşı sonlandırmakla yükümlü olduğunu düşünüyoruz
Ortadoğu’da yaşanan savaş nedeniyle onbinlerce insan ülkesini geride bırakıp göç etmek zorunda kaldı. Türkiye’nin sınır ülke olması ve Suriye’deki savaşla ilgili pragmatist politikaları sebebiyle Suriye’den en çok göç alan ülke Türkiye oldu. Ancak Türkiye’nin uluslararası mültecilik sözleşmelerine koyduğu coğrafi sınırlamada ısrar etmesi, “doğu”dan gelen bu sığınmacıları mülteci olarak kabul etmemesi, dolayısıyla da bu insanların yasal statü, barınma, beslenme, eğitim, sağlık ve birçok alanda sorunlar yaşaması nedeniyle Türkiye’ye gelenler daha “insani” koşullarda yaşama umuduyla ölümü dahi göze alarak Batı ülkelerine ulaşmaya çalışıyor ve bu “umut yolculuğu” kimi zaman ölüm yolculuğuna dönüyor.
Bununla birlikte 29 Kasım 2015 Türkiye ile Avrupa Birliği (AB) arasında yapılan mülteci zirvesinin sonuçları, sınır güvenliği söz konusu olduğunda Avrupa’nın da insan hakları ve insani anlayışı rahatlıkla ve hızla terk edebildiğini gösteren yazılı bir turnusol kağıdı oldu.
Suriye’deki savaşın elbirliği ile tetikçisi ve destekleyicisi olan bu ülkeler savaştan kaçan bu insanların ülkelerinde barınması ve korunması söz konusu olunca tarihin görebileceği en kirli anlaşmalardan birini yapabildiler. Kurulduğundan beri demokrasi ve insan hakları temeli üzerine inşa edildiği ile övünen AB, gayet ırkçı, elitist ve pragmatist bir anlayışla hem kirli, hem de ölçüsüz olan bu metni hazırlamaktan çekinmedi.
Anlaşma “kirli”; zira anlaşmanın temeli savaştan kaçarak Türkiye üzerinden Avrupa’ya geçmeye çalışan bu insanların Avrupa’ya geçişine Türkiye’nin engel olması, bunun karşılığında Avrupa’nın Türkiye’ye 3 milyar avro ödemesi ve Suriyelilere vize uygulaması koyması üzerine kurulu. Anlaşma belirsizlik, ilkesizlik ve ölçüsüzlüklerle dolu; öyle ki bu anlaşmaya uyulması halinde AB, Türk vatandaşlarına vize serbestisi sağlayacak, ayrıca Türkiye’nin üyelik sürecini hızlandıracak. Geçmişte çok daha demokrat zamanlarında dahi Türkiye’nin AB’ye adaylığını “layık görmeyen” Batı, ne zaman ki sınırlarını zorlayan parasız pulsuz, hatta neredeyse artık vatansız Suriyeli yığınlar olunca bütün ilkeselliğini bir yana bırakarak çok uzun bir süredir yüzünü insan haklarına, demokrasiye değil otoriterliğe, gericiliğe dönen, insan hakları ve demokrasiden dramatik bir kopuş yaşamış olan Türkiye’nin bu anlaşma ile AB’ye yakınlaşmasından bahseder oldu. Tamamen ikiyüzlü bu demokrasicilik oyununda Batı’nın verdiği bu sözleri tutma ihtimali zayıf görünüyor. Ölçümü kolay olmayacak bu Batı yükümlülükleri karşısında Türkiye’nin sorumlulukları ise daha somut: Sınır güvenliğini artıracak, insan kaçakçılığı ile etkin mücadele verecek ve yasadışı yollarla Türkiye’den AB’ye giden göçmenlerin Türkiye’ye iadesini kabul edecek. Yani bu uzlaşı ile bir çeşit mülteci hapishanesine çevrilen Türkiye’de hükümete de bir çeşit gardiyanlık görevi yükleniyor.
Nitekim anlaşmadan hemen sonra Türkiye’deki sahil kasabalarında geniş operasyonlar ve “yasadışı” yollardan “karşı kıyıya” geçmeye çalışan mültecilerin Geri Gönderim Merkezleri’ne yollanması uygulanmaya başladı. Anlaşma metninde bahsi geçen 3 milyar avro tek aşamada mı, parça parça mı, hangi somut adımdan sonra, ne zaman gönderilecek belli değil. Uzun süredir mülteciler konusunda çalışma yapan Halkların Köprüsü Derneği olarak gelinen noktada savaştan kaçan ve kendi ülkelerinde yeniden bir hayat kurma imkanı bırakılmamış olan bu insanların ölümü göze alarak başladıkları bu yolculuğun önünün bu trajik sözleşmelerle kesilemeyeceğini, savaşı yaratan ve destekleyenlerin savaşı sonlandırmakla yükümlü olduğunu düşünüyoruz. Doğuyu bu hale getiren Batı mülteci sorununu çözmek istiyorlarsa katilleri beslemekten, silah satmaktan, yanlış ve kirli ittifaklardan vazgeçmelidir. Bahse konu savaş sonlandırılmadan bütün bu ülkelerin bu insanlık dramından ortak sorumlu olduğunu, bu sebeple de “bedelli” bu tip anlaşmalarla tek ülkeye verilen gardiyanlık görevinin de hele bu “ucuz” bedelle asla gerçekleştirilemeyeceğini düşünüyoruz.
“Muhteşem Batı demokrasisi”, bu anlaşmadan sonra Türkiye’de yaşanan insan hakları ihlalleri, basın özgürlüğü ihlalleri, ülkenin doğu/güneydoğusunda yaşanan olağanüstü operasyonları göremiyor, duyamıyor, herhangi bir eleştiri getiremiyor olmuştur. Mülteci sorunu açısından “ucuz olan” bu metnin bedeli ise ülkede, Ortadoğu’da, dünyada barış isteyen biz halklar için gayet ağır bir yüke dönüşmüştür.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.