Türk devleti Tayyip Erdoğan’ın başkomutasında Kürdistan’a askeri seferler düzenlemeye devam ediyor. Eskiden birkaç yılda bir yapılan askeri seferler bugünlerde gün içinde birkaç kez yapılıyor. Dünyanın sayılı ordusu olan TC ordusunun Genelkurmay Başkanlığı tank, top, helikopter, ağır silahlar, özel timi, MİT’i iti hepsini her seferine ortak ediyor. Ve utanmadan da “Bugün Sur’da 4 barikat kaldırdık, 2 […]
Türk devleti Tayyip Erdoğan’ın başkomutasında Kürdistan’a askeri seferler düzenlemeye devam ediyor. Eskiden birkaç yılda bir yapılan askeri seferler bugünlerde gün içinde birkaç kez yapılıyor. Dünyanın sayılı ordusu olan TC ordusunun Genelkurmay Başkanlığı tank, top, helikopter, ağır silahlar, özel timi, MİT’i iti hepsini her seferine ortak ediyor. Ve utanmadan da “Bugün Sur’da 4 barikat kaldırdık, 2 hendek ilerledik” diyerek rezilliğini askeri başarı olarak yansıtmak istiyor.
Türk medyası da bütün bu olup biteni sıradan faşizmin cümleleri ile tv ekranlarına, gazete sayfalarına taşıyor. Yapılan tank atışlarını, yıkılan Kürt evlerini, katledilen Kürt çocuklarını, kadınlarını, yaşlılarını savaş zaiyatı olarak gösterip işin içinden çıkmaya çalışıyor. Peki bütün bu yaşananların Kürtlerin dünyasına, sokaktaki Kürt’e ve Türk’e nasıl yansıdığını, nasıl yansıyacağını biliyor mu? Sanmıyorum. Kafadan çatlak bir diktatör bozuntusu Tayyip Erdoğan’ın parayla satın aldığı, korkuyla sindirdiği toplumun bir kesimi için yaşananlar normalmiş gibi gösteriliyor. Oysa durum farklı.
Sokakta, hem de Türkiye’den ve Kürdistan’dan binlerce km uzaklıkta yaşayan Kürtler ve Türklerle konuşun. Çoğu birbirine farkında olmadan derin bir nefret besler hale gelmiş. Kürtlerin ezici bir bölümü “bana kardeşlikten, Türk-Kürt kardeşliğinden söz etmeyin” diyerek kestirip atıyor. Türklerin ezici bölümü yaşanan savaşın kendi savaşı olmadığını bildiği için “suçluluk duygusu yaşıyor. Ama Tayyip Erdoğan’ın milliyetçiliğinden etkilenenler ise “oh ne güzel havasında!” Durum böyle. Ama Kürtler de Türkler de “bir an”ı bekliyor. Hem de keskinleşmiş bir kavga anını. Her şey bu kavgaya sebep olabilir. Anaokulundaki çocukların oyuncak kavgası bile Kürt-Türk çatışmasına dönüşecek bir kıvılcım haline gelebilir. Ve en önemlisi de Kürtler biriktirdikleri öfkeyi yansıtmak üzereler. Konuştuğum her Kürt “akşamları kafamı koyup yastığa rahat uyuyamıyorum” diyor.
Cizre’de, Silopi’de, Sur’da, Wan’da olup bitenleri kabullenemiyorlar. Türk devletine çok ama çok öfkeliler. Artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak. Bunun farkındalar. Bu duygu sürgünde yaşayan Kürtlerin duygusu. Bunun Türkiye metropollerindeki hali ise iki yönlü. Biri korku diğeri intikam duygusu. Kürtler artık kaybedecekleri birşey kalmadığı duygusunun içine doğru hızla yol alıyor. Bu durum da Kürt-Türk kavgasının zemini haline geliyor. Yani sadece devlete ait olan değil, o devleti ayakta tutan zihniyeti taşıyanlar da Kürtler için düşman kategorisine giriyor. Sosyal medya da “iyi Kürt ölü Kürttür!” diyerek naralar atan AKP, MHP’li faşistler başta olmak üzere, Kürt’e dair düşmanlık yapanlara karşı öfke büyüyor. Ve Kürtler artık, “eskisi gibi olmaz” düşüncesinin pratik sonuçlarını pratiğe geçirmek üzereler.
Bu durum şu ana kadar yaşanmadı. Çünkü PKK’nin kurucusu ve lideri Abdullah Öcalan’ın varlığı ve düşünceleri savaşı bu zemine taşımıyordu. Ancak şimdi durum farklı. Öcalan’ın sessiz bırakıldığı her an Türkiye hızla iç savaşa doğru yol alması anlamındadır. Ve Türkiye’deki iç savaş Irak ve Suriye’deki gibi değil, daha çok Yugoslavya’nın dağılma sürecindeki gibi gelişecek. Peki Yugoslavya’da ne olmuştu, kısaca bir hatırlayalım:
Josip Tito ismini belki unutanlar vardır. Tito, Sosyalist Yugoslavya’nın federal yapısını ayakta tutuyordu. 1980’de Tito öldükten sonra, reel sosyalist blok da 1990’larda çözülmeye başladığında Yugoslavya büyük bir iç savaşın içinde kendini buldu. Hırvatistan, Slovenya ve Sırbistan arasındaki çelişkiler, derken Arnavutlar, Boşnaklar ve diğer topluluklar kanlı bir iç savaşın içinde kendisini buldu.
Yüz binlerce insan öldü. Katliam ve soykırım uygulamaları insanları yerinden yurdundan etti. Yugoslavya’dan Slovenya, Makedonya, Sırbistan, Karadağ, Hırvatistan, Bosna Hersek, Kosova gibi devletçikler ortaya çıktı. Yugoslavya üzerinde Almanya-Avusturya, Rusya, ABD, Türkiye hatta küresel güçler içinde Avrupa Birliği ve NATO gibi yapılanmalar da Yugoslavya’daki iç savaşı kimi sessiz kalarak, kimi kaşıyarak kimi bizzat içinde yer alarak iyice derinleştirdiler. Ancak Yugoslavya’da Tayyip Erdoğan’a benzer bir lider vardı. Adı Sloban Miloseviç’ti. Sırp milliyetçiliğini merkeze alarak Yugoslavya’daki herbşeye savaş açmıştı. Sonra olan oldu.
Ve sonunda Mart 2001’de Miloseviş yolsuzluk, sivil insanlara yönelik katliam suçlamaları ile tutuklandı. Uluslararası Ceza Mahkemesi’ne teslim edildi. Savaş suçu işlemekle suçlandı ve 2006’da kalp krizi sonucu öldü. Kalp krizi kısmı hariç diğer bütün bölümleri Tayyip Erdoğan’a benziyor ya da yakınlık gösteriyor.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.