Yani demem o ki, küresel ısınma her şeyi değiştirmeden önce bizim her şeyi değiştirmemiz gerekiyor. Ve iklim krizi bize tam da bunu sağlıyor, bizi konformist muhalif pozisyonumuzdan çıkıp iktidar perspektifini somut olarak önümüze koymaya zorluyor İki yüze yakın ülkenin temsilcisi Paris BM İklim Zirvesi’nde 32 sayfalık bir dökümana imza attı ve iklimi ve gezegeni kurtardıklarını […]
Yani demem o ki, küresel ısınma her şeyi değiştirmeden önce bizim her şeyi değiştirmemiz gerekiyor. Ve iklim krizi bize tam da bunu sağlıyor, bizi konformist muhalif pozisyonumuzdan çıkıp iktidar perspektifini somut olarak önümüze koymaya zorluyor
İki yüze yakın ülkenin temsilcisi Paris BM İklim Zirvesi’nde 32 sayfalık bir dökümana imza attı ve iklimi ve gezegeni kurtardıklarını ilan etti. Bu kağıdı şimdi her ülke onaylayacak, sonra da en az üç yıl boyunca bir daha üstünden geçilmeyecek. Zaten de 2020’de uygulamaya konacak. Yani bu anlaşmayı anladık mıydı birkaç yıl daha uluslararası iklim diplomasisiyle ilgili ciddi bir belge geçmeyecek elimize muhtemelen.
İyi de fizikten ekonomiye ve neredeyse tüm mühendislik alanlarına yayılan bu “iklim bilimi”ni biz nasıl anlayıp da sonra bir de Paris Anlaşması’nın içinden çıkarız? İşin aslı, Türkiye’de üniversiteye giriş sınavlarının nasıl yapıldığını anlayabilmiş biri için bunlar çocuk oyuncağı.
İklim değişimiyle başlayalım. Herkesin bildiği şeyler var önce: Sanayi devriminden beri atmosfere karbondioksit, metan ve azotlu gazlar (sera gazları) salıyoruz, bunlar atmosferin ısı tutma kapasitesini arttırıyor, böylece küre ısınıyor. Okyanuslar genleşiyor, buzullar eriyor, deniz seviyesi artıyor. Yerküredeki enerji miktarının artması aşırı hava olaylarının (sel baskını, fırtına, hortum, kuraklık gibi) şiddetini ve sıklığını arttırıyor. Bu kadar hızlı bir değişime uyum sağlayamayan türler yok oluyor. Su kıtlıkları oluyor, bunun sonucunda gıda krizleri yaşanıyor. Tüm bunların yarattığı belirsizlik mevcut eşitsizlikler ve sefaletle birleşince çatışmalara ve iklim mültecilerine yol açıyor.
İklim mültecisi demişken… Hani Suriyeli mültecileri, Avrupa’daki göçmen krizini ve ırkçılığın yükselişini konuşuyoruz ya, “epi topu” dört milyon insandan bahsediyoruz ki bunların da çok küçük bir kısmı gerçekten Avrupa’ya gitti. Eğer iklim politikaları böyle devam ederse ise yüz elli milyon insanın iltica etmek zorunda kalacağı öngörülüyor. Bu dünyayı şöyle bir gözünüzün önüne getirin. Ve bu görüntüyle devam edin okumaya.
Küresel ortalama sıcaklık sanayi devriminden beri 0.85°C kadar arttı. Geçmiş emisyonlar sebebiyle ısınmanın 1-2°C’yi bulmasına kesin gözüyle bakılıyor. Paris anlaşmasını imzalayan ülkeler, sıcaklık artışını 1.5°C’nin altında tutmaya niyetleri olduğunu söylediler. Peki neden?
Yanıtın bir kısmı, Pasifik okyanusundaki ada ülkelerinin batıyor oluşu. Bu ülkelerin temsilcileri açısından bu 1.5°C sınırı sırf bir politik başarı veya kariyer meselesi değil, hatta sırf bir ölüm-kalım meselesi de değil, temsil ettikleri ülkenin topyekün silinmesiyle ilgili bir husus. Dolayısıyla biraz ısrarcı oldular müzakerelerde.
Ama yanıtın diğer kısmı, iklim krizinin bizim diğer bütün mücadelelere eklediği yepyeni bir boyutu gösteriyor. Paris Anlaşması’na girişmeden önce bunu vurgulamak istiyorum. [1]
“Bu daha başlangıç, mücadeleye devam” diyoruz ya hani… Ya da “Direne direne kazanacağız.” diye slogan atıyoruz ya… Bunları derken genellikle aklımızda “Şu kadar yıl sonra Temmuz ayının ikinci haftasına devrim yaparız.” gibi bir somut plan olmuyor “kazanacağız” kısmıyla ilgili.
Hatta çoğunlukla, yarın kazanmasak öbür gün kazabileceğimizi, biz kazanamasak sonraki nesillerin kazanacağını falan varsayıyoruz. [2]
Size bir iyi ve kötü haberim var: O devrimi biz yapacağız!
Bunun kötü yanı, biz yapmazsak kimsenin yapamayacak olması. Rosa’nın ya sosyalizm ya barbarlık dediği tercih günü geldi.
Bunu ahlaki bir tercih olarak düşünmeyin, politik ajitasyon yapmak için söylemiyorum; ortada fizik var, kimya var… Açıklayayım:
1. Sıcaklık arttıkça Kuzey Kutbu’nda buzullar eriyor. Buz kütlesi yerini okyanusa bırakıyor. Okyanus, buzullara kıyasla daha çok ısı tutuyor. Bu yüzden sıcaklıklar arttıkça artıyor.
2. Sıcaklık arttıkça orman yangınları sıklaşıyor ve daha şiddetleniyor. Bu yangınlarda, ağaçlardaki karbon atmosfere salınıyor. Atmosferde karbondioksit miktarı artıyor ve gezegen daha da ısınıyor. (Geçen yaz Endonezya’da çıkan yangınlar üç ay sürdü ve Almanya’nın bir yılda saldığı kadar karbondioksit serbest kaldı.)
3. Sibirya’da permafrost denilen, sabit donmuş buzul tabakası var. Sıcaklık artışıyla bu permafrost çözülüyor, altında hapsolmuş metan serbest kalıyor. (Geçtiğimiz yıl Rusya’da böyle doğal metan gazı patlamaları gözlemlendi.)
Daha başka örnekler de var. Bunlara “pozitif geri besleme mekanizmaları” deniyor. (Pozitiften kasıt, ısınmayı arttırmaları; yoksa bizim açımızdan hiç de pozitif bir şey değil.)
Bu mekanizmaların “devrilme noktaları” var. Yani bir noktadan sonra kendi kendilerini güçlendirmeye başlıyorlar ve bizim kontrolümüzden çıkıyorlar. Bu durumu anlatmak için şarampolden yuvarlanma benzetmesi kullanılıyor: Şarampolden aşağı düşerken frene basmanın pek bir faydası yok.
Bu dönülmez akşamın ufkunun tam olarak nerede olduğu bilinmiyor elbette, çünkü çok karmaşık sistemlerden bahsediyoruz. Üstelik, cehennemin kapısından kafanızı uzatıp şöyle bir göz atmak istemezsiniz (ya tutup içeri çekerlerse?).
Dolayısıyla, fiziksel olarak yaşanabilir bir gezegen için ısınmanın 1.5°C’nin altında tutulması gerekiyor.
Bu devrilme noktalarını aştıktan sonra değil devrim, bildiğimiz anlamda uygarlığın devam etmesi dahi şüpheli.
Yani küresel ısınma – eğer işleri “oluruna” bırakırsak – kelimenin tam anlamıyla her şeyi değiştirecek.
Kötü haber buydu. Ama daha kötüsü de var. Diğer mücadelelerimizi kazanabilmemiz, daha adil bir dünya kurabilmemiz için acilen iklim değişimini durdurmamız gerekiyor. “Acilen” derken, önümüzdeki 10 yılı kast ediyorum. İşte daha kötü haber de bu teslim tarihi meselesi. En kötü habere gelirsek: Benim bildiğim kadarıyla hiçbir örgütün önümüzdeki on yıl içinde bir yandan devrim yapıp bir yandan emisyonları yüzde seksen azaltmak gibi bir planı yok. Yani kötü haberi ve daha kötü haberi henüz anlamış dahi değiliz.
Peki ama, bu haberin bir de iyi yanı yok muydu?
İyi yanını, hayatında bir kez olsun sınava girmiş olanlar anlar: Bir dersi geçmeniz gerekiyorsa ve yumurta kapıya dayanmışsa, o gece gerekirse sabahlarsınız.
Bir işin halledilmesi için illa ki bir son teslim tarihi olması gerekir.
Yani demem o ki, küresel ısınma her şeyi değiştirmeden önce bizim her şeyi değiştirmemiz gerekiyor. Ve iklim krizi bize tam da bunu sağlıyor, bizi konformist muhalif pozisyonumuzdan çıkıp iktidar perspektifini somut olarak önümüze koymaya zorluyor.
Ama bir dakika! Paris Anlaşması’nda tüm dünyanın hükümetleri bir araya gelip “Evet, tamam, sıcaklık artışını 1.5°C’nin altında tutalım.” demediler mi? Telaşa ne gerek var?
Telaşa şu gerek var: Birincisi, bu anlaşmanın yasal bağlayıcılığı yok, yani (ne bileyim, bir ekonomik kriz sebebiyle falan) dediklerini yapmazlarsa başlarına hiçbir şey gelmeyecek. İkincisi, ortaya konan emisyon azaltım hedeflerinin bu 1.5°C ile uzaktan yakından alakası yok; tüm söz verdiklerini yapsalar bile sıcaklık artışı 3°C’yi bulacak. Üçüncüsü, bu vaatleri verenleri yakından tanıyoruz; hadi AKP’yi kenara koyalım desek, diğerleri de sonuçta Merkel, Putin, Obama falan. Emisyonlardan sorumlu ülkelerin hükümetleri öyle pek de “sözünün eri” olmakla meşhur değiller.
Paris Anlaşması elbette bunlardan ibaret değil. Anlaşmanın detaylarını ve iklimi kimin nasıl kurtaracağını da bir sonraki yazıya bırakalım.
[1] Bu yazı dizisindeki önceki makaleyi tam da burada bırakmıştım.
Göstere göstere gelen kriz: Küresel iklim değişimi
[2] Bu argümanı “İklim Krizi ve Yaptırmamak” kitabının Giriş kısmından aldım.
İklim Krizi ve Yaptırmamak, Sinan Eden, Doruk Yayınları, Mart 2015.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.