Ölümlerle dolu, kanla sınanmış, korkulara sıkışmış bir yıl gelip geçti. Yıl geçti de acılar geçti mi? Acı dolu haberlerle kötülüğün sıradanlaştığı nice günlere uyandık, güneş sanki hiç ışımadı da karanlıklara sıkıştık. Yüreğimize sindiremediğimiz ağıtları taşıyan çığlıklardan kulaklarımız yandı da yandı. Bu yüzden hep bir an önce bitsin istedik bu yıl, bitsin de yepyeni bir tarih […]
Ölümlerle dolu, kanla sınanmış, korkulara sıkışmış bir yıl gelip geçti. Yıl geçti de acılar geçti mi? Acı dolu haberlerle kötülüğün sıradanlaştığı nice günlere uyandık, güneş sanki hiç ışımadı da karanlıklara sıkıştık. Yüreğimize sindiremediğimiz ağıtları taşıyan çığlıklardan kulaklarımız yandı da yandı. Bu yüzden hep bir an önce bitsin istedik bu yıl, bitsin de yepyeni bir tarih yazmaya fırsat bulalım! Kendi dilimizde yazdığımız ezgileri hep beraber söylediğimiz, danslarımızı ateşle, güneşle harmanlayabilelim… Geçsin bu zamanlar da biz kendi hikayemizi anlatalım artık, kadınların özne olduğu bambaşka bir insanlık hikayesi.
İnsanlığı(!) inşa ederken erk’in avladığı, yağmaladığı, öldürüp işkenceler yaptığı vahşi eylemlerinin içerisinde doğduk biz. Erkeklerin avcılıkla başlayan ama eyleminden öte hikayesinin yer bulduğu asırlar süren şanlı egemenliği yine erkeklerce gururla dinlendi, dillendirildi! Hayvanlardan kabilelere kadar uzanan ve bugün halklara dayanan acı dolu kanlı bir geçmiş… Nasıl da kopardı ama filin dişini, boğanın etine sapladı da mızrağı oluk oluk kan akarken kendisini kutsadı erkek. Toprakları işgal etti, kadınların bedenlerine saldırdı; yetinmedi doğayı yemeye de uzaya dikti ya gözünü. Savaşlarla işgal geleneğini yaratırken kahraman oldu ve bunu insanlığın bir parçası haline getirip yüzyıllar boyunca bir nesilden diğerine tüm erkeklere aktardı. Şiddetin meşruluğunda büyüyen çocuklar birer katile dönüşürken garipsemedik. Kızılderililerden Ermenilere, ormanlardan okyanuslara uzanan katliamlarla, tecavüzlerle, acılarla dolu kahraman erkeğin yükselişi… Topraklarımızda beyazla simgeleşmiş toroslardan berelere, kara lekelerle dolu kendinden olmayana düşman erkeğin korkunç destanları…
Avcı-toplayıcı toplumların toplayıcıları olarak tarihte yerini alan ama anlatılmadığı için bilinmeyen başka bir insanlık hikayesi; tarihin yok saydıkları : kadınlar!!! Ne de olsa ‘His-story’*; yani erkeğin hikayesini tarih diye bildik, okuduk. Peki ya katliamlarla yazdıkları kahramanlıklarla dolu tarihlerinde yeri olmayanlar neler yaptılar? Tarihin bilmediği, konuşmadığı yüzyıllar boyunca ‘insan’ olarak bile saymadıkları neredeydiler bu sırada?
Biz kadınların insan olabilme arzusuna dair birçok mücadelesini okuduk, gördük, yaşadık ama erk olanın kahramanlıklarıyla hiç övünmedik. İnsan olmak araç olarak silah yapmayı ve bununla can almayı gerektiriyorsa, biz insan olmanın bu halinden utanarak yaşadık! Ya peki bunlar insansa biz neydik? Biz insanlığın bambaşka hikayesini üretme tarafında durmayı seçtik. ‘Kadınsın! Karışma!’ dedi erkek olan ve kendinden sayılmadığımız insanlıktan şüphe ettik. Ya biz eksik insandık ya da insanlık eksik kalmıştı bir yerlerde. Lilian Smith’in dediği gibi ‘’Kadınlar Freud’un sandığı gibi uygarlıktan değil, uygarlığa sadakatten yoksundur’’… Biz bu sadakat yalanına hiç inanmadık! Çağdaşımız erkeğin yarattığı uygarlığın insanlığın geleceğini bitirmeye, kullandığı araçların tüm tabiatı tüketmeye yaradığına şahit olduğumuz için bu yoksunluğumuzdan beslendik.
Biz erkeklerinkisi kadar heyecan yaratmayan bir yerden işledik hayatı. Yaşamı devam ettiren besini, bizi biz yapan kültürü paylaşmak ve çoğaltmak için topladık. Saç tellerimizden fileler, otlardan sepetler yaptık da güzellikleri koyduk içine. Zihnimizde anıları, dilimizde yaşadığımız coğrafyanın tüm duygularını taşıyan ezgileri biriktirdik. Acıları aldık torbamıza da dengbej olduk ağıtlara döktük, bilinmeyen bir başka hikayenin birer tanıkları olarak sözlü tarihi yarattık. Yazamadıklarımızı, konuşamadıklarımızı bir araya getirdik, kulaktan kulağa hafızalara kazıdık. Acılar dolu gerçekliğin birer üreticisi olmaktansa rüyaları topladık uykularımızda… Elizabeth Fisher’in insanın evriminde ‘Çuval Kuramı’ diye tanımladığı, Ursula’nın yandaşlık ettiğine inandık. İnsanlığın olmasa da oluru silahlardan önce ilk aracı üreten kadınların elleriyle taşıyabileceğinden daha fazla enerjiyi çoğaltmak için yarattıkları çuvalın önemini anladık yeniden. O heybelere neler doldurmadık ki ölmeye inat yaşamaya dair anlatılmayanları… Yeni yüzyılların cesur kadınları sayesinde döküldü birer yazıya, heyecana, barış dolu şiirlere, romanlara, şarkılara. İçerisine besinle beraber hayatı yeniden üretmeye dair ne varsa sıkıştırdık. İstedik elbet beraber yazdığımız bir tarihte; cinsiyetsiz bir dünyayı birlikte örelim ilmek ilmek. Ama madem başlattı savaşı erkek; bizim başka bir dünya için dur dememiz elzem!
Yeni bir yıla girdik, isterim ki kadınların yarattığı yeni bir tarih yazımına daha çok sarılalım! Cesarete bürünmüş, umutla dolu, barış haykıran kadınlar alsın sazı ele de vursun zalimin yaptıklarını yüzüne! Her gün başka bir ölümle çarpışırken yüreğimiz, erk’in kahramanlığının bizim karanlığımız olmasına daha fazla izin vermeyelim! Daha çok anlatalım ki bizim olanı, kendi insanlığımızı kadınca inşa edelim yıkıntılar üstüne! Bir kadının yeni bir tarihten beklediğini gerçek kılalım!
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.