Hastalıkların çoğunun onları keşfeden hekimlerin adıyla anılması eski bir gelenek. James Parkinson adını duyduğumuzda da doğal olarak ilk önce aklımıza gelen Parkinson hastalığıdır. Ama bundan James Parkinson, bundan biraz daha fazlasıdır aslında… 1755’te Londra’da doğan ve günümüzden 191 yıl önce, 21 Aralık 1824’te aramızdan ayrılan Parkinson için cerrahlık bir aile geleneğidir. O zamanlar sık rastlandığı […]
Hastalıkların çoğunun onları keşfeden hekimlerin adıyla anılması eski bir gelenek. James Parkinson adını duyduğumuzda da doğal olarak ilk önce aklımıza gelen Parkinson hastalığıdır. Ama bundan James Parkinson, bundan biraz daha fazlasıdır aslında…
1755’te Londra’da doğan ve günümüzden 191 yıl önce, 21 Aralık 1824’te aramızdan ayrılan Parkinson için cerrahlık bir aile geleneğidir. O zamanlar sık rastlandığı gibi baba Parkinson, hem eczacı hem de cerrahtır. James Parkinson’un da 1784’te cerrah lisansı edindiği biliniyor ama hiçbir zaman, o dönemler cerrahlıktan ayrı bir meslek olarak bilinen hekimlik yapmak için gerekli lisansı edinmedi. Doğrusu bu onun için pek sorun da olmadı. Babasının muayenehanesinde orta sınıfa hizmet vererek başladığı mesleğini, oğluyla beraber işçi sınıfına ve yoksullara bakarak bir ömür boyu sürdürdü. Yaşamının çoğu birkaç kilometrekarelik bir mahallede ve seksen yıl inmeyen “Parkinson & Oğlu, Cerrah, Eczacı ve Erkek Ebe” tabelasının ardında geçti.
Titreme: Eski bir dert
Adını taşıyan hastalığı tanımlamasının, muayene etmiş olduğu değil, gündelik yürüyüşleri sırasında gözlemlediği altı vakaya dayandığı söylenir. Gerçi onunkisi tam bir tanım değildir yine de. Zaten kendisi de “Titremeli Felç” olarak tanımladığı hastalığı meslektaşlarına sunarken, hastalığın nedeninin tespit edilmesinin ve tedavisinin bulunmasının ancak onların araştırmaları sayesinde mümkün olacağını söylemişti ama yine de ölümünden sonra hastalığın bu isimle tanımlanması kararlaştırıldı. Aslında bu rahatsızlık, İsa’dan 5000 yıl önce Hindistan’da yazılmış Ayurveda kitaplarında Kampavata olarak tanımlanmıştı ve Atmagupta (Mucuna Pruriensi) ile tedavi edilmesi önerilmişti. Bu bitkide bol L-dopa bulunmakta ve hastalığın iyileştirilmesinde yararlı olmaktaydı.
Ayrıca hastalık, Parkinson’dan çok önce, 1644-1716 tarihleri arasında yaşamış olan bir Macar tarafından da eksiksiz olarak tanımlanmıştır. Dr. Ferenc Papai Pariz, 1690’da Pax Corporis adlı eserinde hastalığın belirtilerini eksiksiz saymışsa da bu yapıtı Macarca gibi az bilinen bir dilde yazılmış olması nedeniyle tıp aleminin dikkatini çekememiştir.
Politik eylemci Parkinson
Ama Parkinson yoksulların arasında yaşayan ve sosyal eşitsizliğin acılarını birebir gözlemleyen bir hekim olarak aynı zamanda bir politik eylemcidir de. Geliri düşük yurttaşlarının kollanması, desteklenmesi gerektiğine inanmakta ve bu konuda yeterli önlemler almayan hükümetleri eleştirmekteydi. Birçok sosyal ve devrimci harekete katılmış, Fransız Devrimi’nin esin kaynağı olmasını savunmuştur. Fransız Devrimi’ni izleyen yıllarda yirmi kadar politik broşür yayınlamış, radikal sosyal reformların yapılması için çabalamıştır.
Hepsi bu kadar da değil. Avam Kamarası’nda halkın temsil edilmesini ve seçimlerde herkesin oy kullanmasını savunan Parkinson, birçok gizli politik derneğe üyedir. Hatta 1794’te Kral III. George’un öldürülmesi için kurulduğu ileri sürülen bir örgütte rol aldığı iddiasıyla sorgulanmıştı. Kendisi tutuklanmadı belki ama birçok arkadaşı beraat etmeden önce bu uydurma suçlamalar nedeniyle uzun süre hapiste tutuldu.
Ayrıca Parkinson, tıp alanında da politik düşünceleriyle tutarlı girişimlerde bulunmuş, yoksullara tıbbi bakım sağlanmasını, akıl hastalarının, ailelerinin ve onlara bakan hekimlerin yasal açıdan kollanmaları gerektiğini ısrarla savunmuştur. Bu yönüyle o, daha sonraları Marks ve Engels’in hedefi haline gelecek Malhthusçu meşhur “Nüfus Teorisi”nin tam boy karşısında yer almış, yoksulların kısırlaştırılıp ortadan kaldırılmasını savunan papaz Malthus’un tersine zenginliğin paylaşılması tezi üzerinden hareket etmiştir.
69 yaşında aramızdan ayrıldığında, belki uğruna mücadele ettiği reformlar gerçekleşmemişti; ama yine de o kendisinden sonra gelen hekimlere -ve kanımca genel olarak bilim dünyasına- toplumsal sorunları gözardı etmeyen bilim anlayışı konusunda izlenebilir bir örnek bırakmıştı.
* Bu çalışma hazırlanırken büyük ölçüde Dr. Selçuk Erez’in Hekimedya dergisinde yayınlanan makalesinden ve değişik kaynaklardan yararlanılmıştır.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.