Son 6 yılda 150 milyon avro bonservis, 380 milyon avro garanti para harcamayı kabul etmiş Galatasaray, bu paraların yüzde birini altyapılara ve altyapıların geleceğine ayırmamıştır. Ünal Aysal-Fatih Terim ortaklığı kötü sonuçlansa da kazanan onlar, kaybeden Galatasaray olmuştur. Çünkü birisi daha da yükselmiş, futbolun Türkiye imparatoru, pardon direktörü olmuş, diğeri ise ticaret hacmini ve ağlarını daha da büyüterek tekelleşme […]
Son 6 yılda 150 milyon avro bonservis, 380 milyon avro garanti para harcamayı kabul etmiş Galatasaray, bu paraların yüzde birini altyapılara ve altyapıların geleceğine ayırmamıştır. Ünal Aysal-Fatih Terim ortaklığı kötü sonuçlansa da kazanan onlar, kaybeden Galatasaray olmuştur. Çünkü birisi daha da yükselmiş, futbolun Türkiye imparatoru, pardon direktörü olmuş, diğeri ise ticaret hacmini ve ağlarını daha da büyüterek tekelleşme yolunda bir hayli ilerlemiştir.
Herhangi bir spor kulübü ya da futbol takımı taraftarı olmamak, yaşanan gerçeklere ilişkin daha nesnel bir değerlendirme yapmayı kolaylaştırıyor. Bununla beraber bir eğitimci ve futbol sever gözüyle belirtmek isteriz ki; endüstriyel futbol hariç, futbolun taraftarıyız. Oyun olarak futbolun müptelasıyız. Çünkü oyun, oynayan ve izleyen herkesi mutlu kılan bir şeydir. Herkesi mutlu kılan her neyse, çoğunlukla toplumcu bir şeydir ve toplumcu olanın yanında olmak, yaşamın en doğru ve en anlamlı davranışlarındandır.
Sadece bu nedenle dahi olsa, spor kulüplerinin futbolu bu denli kötü yönetiyor olmalarını, futbolu oyun olmaktan çıkarıp, onu bir sömürü aracı olarak kullanıyor olmalarını eleştirmek gerekiyor.
Hadi bunlardan bir an için vazgeçip güya “entegre oldukları” uluslararası endüstriyel spor/futbol piyasası işletmeciliği açısından bakalım. Kapitalist ve rekabetçi piyasa koşullarını savunanların, buna göre davrandıklarını söyleyenlerin, nasıl olur da bunun gereği olan en basit gelir ve gider hesaplarını dahi beceremiyor ya da bunu kurallarına uygun yapmıyor olmalarını eleştirmek yetmiyor, cezalandırılmalarını istemek de gerekiyor.
Çünkü kötü duruma düşürdükleri kendi işletmeleri olmadığı gibi sadece piyasa futbolunun bir parçası olan spor kulüpleri değil, aynı zamanda milyonlarca taraftarı, gelenekleri ve değerleri olan spor kulüpleri ve takımlarından söz ediyoruz.
“Biz her şeyi kulüp ve takım için yaptık” lafı bir aldatmaca ve duygu sömürüsüdür. Yönettiğin bir kulübün ve takımın piyasaya denk düşen tüm ayrıcalıklarından ve özellikle “piar”ından yararlanırken, tanınırlığını, iş alanlarını ve ilişkiler ağını artırırken, bu denli çok nemalandığın kulübe ve takımına zarar vermiş olmanın hiçbir sorumluluğunun olmaması kabul edilebilir bir şey değildir. Bu ne serbestlik ve rahatlıktır, kapitalizmin “işgücü sömürüsü” dışında hangi sektöründe vardır?
Galatasaray’ın UEFA Finansal Fair-Play Kriterleri’ne uymadığı gerekçesiyle 1+1 yıl Avrupa kupalarından men edilme olasılığı sadece futbol piyasasının genel konjonktürü ile ilgili bir mesele değildir. Bu tamamen hesapsız, kitapsız davranma ile ilgili bir durumdur.
“Galatasaray Sportif Sınai ve Ticari Yatırımlar A.Ş”nin borsada işlem görmesinin ardından yapılan harcamaların resmi kanallar aracılığı ile kamuoyuna yansıması ile Galatasaray’ın son 6 yılda tam 67 transfer yaptığı ve bunlar için toplam 150 milyon avro bonservis ödediği, dahası söz konusu futbolculara toplam 380 milyon avro garanti para ödeme taahhüdüne imza atmış olduğu anlaşılmaktadır.
Daha ilginci son 6 yılın mali tablosunda salt oyuncu ve teknik adan hareketliliğine bağlı olarak sergilenen tablonun büyük problem yaratan sürecinin Ünal Aysal ve Fatih Terim isimleri ile ilişkilenmiş olması kimseyi şaşırtmamış olsa gerektir.
Bugün yaklaşık 1 milyar TL’lik borcu bulunan Galatasaray’ın bu hale gelmesinin en önemli nedeni yanlış transfer politikası, yani gereksiz ve amaçsız transferler olduğu kadar teknik adam ücretleri olarak ortaya çıkmaktadır.
Uzun erimli spor ve futbol politikaları açısından ve yine kapitalist spor/futbol anlayışı çerçevesinde baksanız dahi, büyük olanakları ve insan gücü potansiyeline rağmen onlarca yıldır kendi oyun anlayışını kuramamış ve bu anlayışına göre oyuncu yetiştirememiş olan bir futbol kulübünün, sadece dış alım yoluyla önemli bir kulüp ve takım olmaya çalışması da başlı başına bir değerlendirme ve eleştiri konusudur. Örneğin, Galatasaray ve diğer tüm profesyonel kulüplerin futbol altyapı eğitmenleri olan antrenörlere, futbolcu adaylarına ve tüm altyapı işletmeciliğine harcadıkları parayı toplasanız, sıradan bir futbolcunun maliyetinin çok altında olduğunu görürsünüz. Son 6 yılda 150 milyon avro bonservis, 380 milyon avro garanti para harcamayı kabul etmiş Galatasaray, bu paraların yüzde birini altyapılara ve altyapıların geleceğine ayırmıyor olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz.
Sonuç olarak açıkça bellidir ki, Galatasaray kulübü mali açıdan oldukça kötü durumdadır. Peki diğer kulüpler çok mu iyi durumdadır? Elbette değil. Ve hepsi aynı kötü sistemin, anlayışın sürdürülebilirliği peşindedirler.
Ama bir gerçek var ki, Galatasaray başta Ünal Aysal olmak üzere, Fatih Terim’in de önemli rol aldığı bir süreçte ölçüsüz davrandıkları ve piyasa koşullarına göz önüne almadıkları için gelinen noktanın baş aktörleri konumundadırlar.
Hep söylemişizdir; görece başarıları olsa dahi Fatih Terim, Türkiye futboluna katma değer yaratmamış ve ulusal takım ölçeğinde de, kulüp ölçeğinde de sürdürülebilir istikrar adına bir futbol oluşturamamış bir “futbol adamıdır”. Bu kadar olanak ve fırsat verilen bir kişinin şampiyonluklarını göklere çıkaracak kadar futbol yoksunu olmayanların anlayabileceği bir gerçektir bu. Dahası ve ilginci Türkiye futbolunda reform yapan isimler olan Derwal ve Piontek’in mirasyediliği konusu ise bambaşka bir yazı konusudur.
Türkiye futboluna ne oyun anlayışı olarak, ne model olarak ne de ekol peşinde koşan ve bu tür hedefleri olmamış birisi olan Fatih Terim, üretken olmadığı gibi asla paylaşmacı da olmamış ve futbol adına bir yeniliğe imza atamamıştır. Ama sistem onun lehine öyle iyi kurgulanmıştır ki, her koşulda “en iyi” olma hep ona düşmüştür.
Neden? Çünkü zaman değişse de, futbolun nesnel koşullarının değişmesine izin verilmemiştir de ondan.
Ünal Aysal-Fatih Terim Ortaklığı kötü bir ayrılık olarak sonuçlanmış olsa da kazanan onlar, kaybeden Galatasaray olmuştur. Çünkü birisi daha da yükselmiş, futbolun Türkiye imparatoru, pardon direktörü olmuş, diğeri ise ticaret hacmini ve ağlarını daha da büyüterek tekelleşme yolunda bir hayli ilerlemiştir.
Galatasaray’ın son 6 yılının transfer ve ödeme tablosuna baktığınızda, rakamların durumu anlatmak istediğimizi daha iyi ifade eder niteliktedir.
Örneğin, başkanlar ve harcamalar tablosuna bakıldığında;
Teknik adam, oyuncu transfer sayıları ve harcama miktarları ise;
Kulüplerin ilgili olağan ve olağanüstü kongrelerinde mali bilançoların kolayca ibra edilmelerini bir tarafa koyarak söylemek isteriz ki; Başta Galatasaray taraftarları olmak üzere, tüm spor kulübü ve futbol takım taraftarlarının bundan böyle basit ve ucuz fanatizm yerine daha bilinçli bir taraftar profili sergilemelerinde büyük yararlar vardır.
Şampiyon olmak güzeldir. Ama her şey değildir.
Günü kurtarmak adına birkaç şampiyonluk elde etme uğruna kahramanlık peşinde koşmak ve bunlar için bu denli hesapsız, hoyratça ve yararcı davranarak bir kulübü bu duruma düşürmek “iyi yöneticilik” ve “iyi teknik adamlık” değildir.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.