Ortadoğu’da ateşle oynayarak inisiyatif almaya çalışan, Kürt halkını teslim almak için yürüttüğü kirli ve umarsız savaşı tırmandıran AKP, kendi çukurunda debelenirken ülkeyi de kan gölüne çeviriyor. Bu yazının kaleme alındığı gün, 12 Ocak’ta, AKP “çocuklar ölmesin” diyen bir öğretmeni ve “barış istiyoruz” diyen akademisyenleri terörist ilan edip devlet güçlerini onlara karşı seferber ederken cihatçı bir […]
Ortadoğu’da ateşle oynayarak inisiyatif almaya çalışan, Kürt halkını teslim almak için yürüttüğü kirli ve umarsız savaşı tırmandıran AKP, kendi çukurunda debelenirken ülkeyi de kan gölüne çeviriyor.
Bu yazının kaleme alındığı gün, 12 Ocak’ta, AKP “çocuklar ölmesin” diyen bir öğretmeni ve “barış istiyoruz” diyen akademisyenleri terörist ilan edip devlet güçlerini onlara karşı seferber ederken cihatçı bir katil İstanbul Sultanahmet’te en az 11 kişiyi katletti. IŞİD dahil cihatçılara yönelik desteği dünya alemce bilinen AKP yine kendilerinin bir kusurunun bulunmadığını belirtip, saldırıyı, iflas etmiş Ortadoğu politikalarının “haklılığının” göstergesi olarak sunmaya çalıştı.
Oysa bu politikalar devam ettiği sürece adım adım saplanılan bataklıktan çıkış şansı yok.
Suriye Kürtleri 2015’in son günlerinde Fırat üzerindeki Teşrin barajını ele geçirerek IŞİD karşısında önemli bir mevzi elde etti. Şimdi Fırat’ın batısında ilerleyişini Munbiç’e doğru sürdürüyor. Diğer taraftan Suriye ordusu Rusya yardımıyla batıdan ilerlemeye devam ediyor. Anlaşılan o ki Cerablus Kürt koridoru Rusya ve ABD arasında koordineli bir şekilde oluşuyor. İki kol buluştuğunda hem IŞİD’in dış dünyaya açılan tek kapısı olan Cerablus ile bağlantısı kesilmiş olacak hem de Rojava kantonları birbirine bağlanmış olacak. Bu nedenle, ABD ve Rusya karşısında geri çekilmek zorunda kalan AKP, müdahale tehdidi savurmaktan da geri durmuyor.
25 Ocak’ta Cenevre’de başlayacak Suriye görüşmeleri öncesinde diplomasi trafiği dikkat çekiyor. Önce ABD Senato heyeti Erdoğan’ı ziyaret etti. 5 Ocak’ta Fransa Savunma Bakanı, 6 Ocak’ta Amerikan Genelkurmay Başkanı Dunford Türkiye’ye geldi. Dunford, Türkiye’de Genelkurmay Başkanı, Başbakan ve Milli Savunma Bakanı ile görüştü. Dunfor ertesi gün de Irak’a geçerek Irak Başbakanı İbadi ve Genelkurmay başkanvekili ile görüştü. 23 Ocak’ta ise ABD Başkan Yardımcısı Joe Biden Türkiye’ye gelecek.
Dunford, İbadi ile görüşmesinden sonra Irak’ın egemenliğine ve toprak bütünlüğüne vurgu yaptı, Genelkurmay başkanvekili ile de Musul’un kurtarılması üzerine konuştuğu açıklandı. Anlaşılan Musul operasyonundan önce Türk askerinin Başika’daki üsten geri çekilmesi isteniyor ki Dunford’un Irak görüşmeleriyle aynı gün Obama bir kez daha Türkiye’nin Irak’taki askerlerini geri çekmesi gerektiğini söyledi.(1)
AKP, bu açıklamalar karşısında Başika mizansenini devreye soktu. Güya Başika’ya IŞİD saldırmış, Türk askeri de 18 IŞİD’ciyi öldürmüştü. Erdoğan saldırının, Başika kampıyla ilgili atılan adımın ne kadar isabetli olduğunu ortaya koyduğunu savundu. Ancak mum yatsıya kadar bile yanmadı. Önce eski Musul valisi, ardından Peşmerge, son olarak Irak Ortak Operasyonlar Komutanlığı “Başika’ya saldırı yaşanmadı” dedi.
NATO’yu taraf ederim beklentisi ile gerçekleştirdiği uçak düşürme operasyonu, AKP’yi Suriye denkleminin tamamen dışına düşürdü. Rusya ile yarattığı kriz sonrasında koalisyon güçlerinin operasyonlarına katılamayan AKP’nin sürece yeniden müdahil olmak üzere yapmaya çalıştığı tüm girişimler başarısızlıkla sonuçlandığı gibi eskiden devralınan operasyonel yetenekler de yitiriliyor. Başika hamlesi, ters teperek Türkiye’nin Kuzey Irak’taki askeri kapasitesini eskiye göre daha sınırlı ve etkisiz bir pozisyona itti.
ABD, diplomasi ile AKP’yi idare ederken sahada da IŞİD’e karşı PYD’nin sürdürdüğü savaşı destekliyor. AKP’nin bölgede Suud, Katar, İsrail dışında kimsesi kalmadı. Tabii bir de kader ortağı haline geldiği IŞİD çeteleri ile “ticaret ortağı” Barzani. İsrail’le anlaşma koşulları bile AKP için güllük gülistanlık değil. Mısır’daki Sisi yönetimi, İsrail’den Türkiye’yi Gazze’den uzak tutmasını istedi.
İşte bu koşullarda AKP, Katar ve Suudi Arabistan’a sıkı sıkıya sarılıyor. Üstelik AKP’nin son dönemdeki en yakını Suudi Arabistan da zorda ve bölgede büyük çaplı bir yangının fitilini ateşlemekle meşgul.
Suudi Arabistan artık İran ekseni ile dolaylı değil doğrudan karşı karşıya gelmeyi zorluyor. 2016’nın ilk günü Şii din adamı Şeyh Nemr’i idam ederek İran’la gerilimli bir sürecin fitilini ateşledi. Ortadoğu’da mezhep çatışmasını tetikleyecek bu hamlenin arkasında ise dünyanın en büyük petrol üreticilerinden olan ancak hem petrol fiyatlarındaki düşük seyir nedeniyle önümüzdeki yıllarda iflas etmesi beklenen hem de ABD-İran yakınlaşması nedeniyle bölgesel etki gücü gerileyen Suudi Arabistan’ın İran’la kapışarak bu durumu engelleme isteği var. Nükleer anlaşmayla birlikte yıllardır petrol, doğalgaz, deniz taşımacılığı alanlarında uygulanan yaptırımların kalkacak olması, İran’ın günde 1 milyon varil petrol üretimiyle piyasaya girmesi Suudi petrolünün hakimiyetini ciddi olarak sarsacak. Petrolün varil fiyatının son on iki yılın en düşük seviyesi olan 32 dolara inmesi, IMF’nin 5 yıl içerisinde iflasla karşılaşabileceği uyarısında bulunduğu Suudi Arabistan için bir varlık yokluk sorunu oluşturuyor.
Peki Türkiye’nin ne çıkarı var? İran’la kapışmadan Türkiye’nin elde edebileceği hiçbir ülke çıkarı yok. Direk Erdoğan’ın çıkarı var. İflas eden dış politikası nedeniyle denklem dışı kalan AKP, Suudi ortakları ile birlikte mezhepsel gerilim üzerinden yeniden inisiyatif almaya çalışıyor. Bir de Erdoğan ailesinin doğrudan maddi çıkarı var. 2012’de TÜRGEV’in hesabına 99 milyon 990 bin 900 dolar yatırılmıştı.
***
AKP, içerde de 7 Haziran yenilgisiyle beraber Kürt halkına karşı başlattığı savaşı “Dağlarımız, ovalarımız, şehirlerimiz temizleninceye kadar” alışıldık söylemiyle devam ettiriyor. Liberallerin Davutoğlu’ndan “çözüm masasına geri dönüş niyeti” çıkarmaya çalıştığı savaşın uzun süre devam edeceği görülüyor. Üstelik bu savaş yasal demokratik alanda siyaset yapan Kürtleri de hedef alıyor. Erdoğan, HDP’li yöneticiler ve vekillerin dokunulmazlıklarının kaldırılması ve yargılanmaları için Meclis’i göreve çağırdı. 17 yıldır Kürt siyasi hareketi tarafından yönetilen belediyeler, ceza soruşturmaları ve itibarsızlaştırma operasyonları ile hedefe konuldu.(2) Diyarbakır Başsavcılığı; Dicle, Silvan, Sur, Kulp, Bismil ve Lice belediyeleri hakkında “terör örgütü üyelerine yardım” soruşturması başlattı.
AKP, Kürt halkına karşı başlattığı savaşı siyasi temsilcilerine; vekillerine, belediyelerine yönelik operasyonlarla; köy korucularına ulufe dağıtıp şehir merkezlerinde görevlendirerek, kalekolları il, ilçe merkezlerine, mahallelere taşıyarak sürdürmeye çalışıyor. Tüm bunlar uzun süreli savaş planlarına göre hareket ettiğini gösteriyor. Kürt sorununda AKP’nin bir çözümü yok. Ülke içerisinde çözüm doğrultusunda herhangi bir ilerleme yaşanması Ortadoğu’daki gelişmelere bağlı hale geldi.
Kürt sorununda bütün planı savaşı devam ettirmek üzerine kurulu AKP’nin Fırat’ın batı yakasına ise faşizm ve gericilikten başka vadedeceği bir şey kalmadı. Her fırsatta “1 Kasım Zaferi” lafını dillerinden düşürmeyenler, bunun bir Pirus Zaferi(3) olduğunun farkındalar. Meşru olmayan iktidarlarını Kürt illerinde savaş, batıda baskıyla, zorla, IŞİD sopasıyla halkı sindirip muhalefetsiz bir ülke yaratarak sürdürmeye çalışıyorlar. Ancak mızrak çuvala sığmıyor. AKP’ye yönelik öfke en küçük bir fırsatını bulduğunda karşılarına dikiliyor. Canlı yayına telefonla bağlanıp “Ülkenin doğusunda ne olduğunun farkında mısınız?” diyerek medya ablukasını yıkan Ayşe öğretmenin “çocuklar ölmesin” çığlığı, AKP’nin savaş ve katliama dayalı iktidarının ne kadar kırılgan olduğunu gösterdi. Bize düşen ablukayı dağıtacak fırsatlar yaratmak.
AKP’nin Fırat’ın doğusunda yürüttüğü savaşı ve buna karşı halkın direnişini de, batıda uyguladığı baskı ve terörü de; sessiz kalmanın, durmanın, “bu dönem geçecek” beklentisiyle kendini koruma tercihi yapmanın gerekçesi haline getirmek mücadelenin görevlerini reddetmek demektir. Bu eğilimin tersine bugün yapılması gereken savaşın, faşizmin, gericiliğin iktidarına karşı sokakta mücadeleyi büyütmektir.
Saray’ın fetva makamı Diyanet’e başkaldıran kadınlar gibi… AKP medyası tarafından IŞİD sopasıyla tehdit edilir, İkitelli’de kurşunlarla, Okmeydanı’nda polis saldırıyla hedef alınırken yanıtı sokakta meydan okuyarak veren Halkevciler gibi… Üç aydır mahallelerinde, sokaklarda, meydanlarda 10 Ekim Katliamı’nı unutturmayan, katliam düzenine karşı mücadele edenler gibi… Saray’ın savaşına karşı barış nöbetleri tutan kadınlar gibi…
AKP’nin muhalefete karşı tahammülsüzlüğü gücünden değil, zafiyetinden ve kırılganlığından, kontrolü elde tutma sorunu yaşamasından geliyor. Savaşla beslediği gerici-şoven kutuplaştırma politikalarıyla kendi tabanını konsolide ederken aynı zamanda karşılarındaki kesimlerde hoşnutsuzsuzluğu ve nefreti büyütüyorlar. Çok uzun bir süredir mayalanmış olan bu hoşnutsuzluk, uygun bir yol ve kanal bulduğunda kendi politik ifade biçimini de yaratıyor.
Ayşe öğretmenin canlı yayında medya ablukasını kıran “çocuklar ölmesin” çığlığının açtığı kanaldan AKP/Saray’ın savaşına tepki aktı. Diyanet sitesinde yayımlanan “Babanın öz kızına şehvet duyması nikah düşürmez” fetvasına karşı öfke, dinci gericiliğe karşı büyük bir toplumsal tepkiye dönüştü. Kadınlar sokağa çıktı, yıllardır sadece Alevilerin dillendirdiği “Diyanet kapatılsın” talebi toplumsallaştı. Gericiliğe karşı laiklik ve özgürlük mücadelesinin hem potansiyelini hem de önemini gösterdi.
Ortadoğu’da kaosun bir parçası haline gelen, Kürt halkına savaşı dayatan, faşizm ve gericilikle ülkeyi yönetmeye çalışan bir iktidara kimse teslim olmaz. Sokağı kazanmayı ve AKP faşizmini yenmeyi hedefleyen devrimciler, bugün faşizme ve gericiliğe karşı yapılacak en basitten en militanına kadar her türlü eylemin her zamankinden daha etkili olduğu bilinciyle hareket etmeli.
Bu ülke, bu halk uzun süre savaşla, faşizmle, gericilikle yönetilemez. Devrimcilerin görevi savaşa, faşizme, gericiliğe karşı mücadelede günün gerektirdiği farklı tarz, yöntem ve araçları bulmak, geliştirmek, göstermek…
Dipnot:
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.