Bugünün tartışması, Kürt öz savunması ve demokratik özerkliğinin doğru ve geçerli olup olmadığı değildir. Hukukun demokratik hakları güvence altına alma gücünün bittiği yerde halkın haklarını kendi gücüyle koruma altına alması zorunlu ve meşrudur. Türkiye faşizminin aşırı merkeziyetçi, hiçbir denetim kabul etmeyen zorbalık aygıtını genel ve topyekün bir halk hareketiyle yıkmanın gerçekçi olmadığı ortadadır. Faşist saldırganlığı […]
Bugünün tartışması, Kürt öz savunması ve demokratik özerkliğinin doğru ve geçerli olup olmadığı değildir. Hukukun demokratik hakları güvence altına alma gücünün bittiği yerde halkın haklarını kendi gücüyle koruma altına alması zorunlu ve meşrudur. Türkiye faşizminin aşırı merkeziyetçi, hiçbir denetim kabul etmeyen zorbalık aygıtını genel ve topyekün bir halk hareketiyle yıkmanın gerçekçi olmadığı ortadadır. Faşist saldırganlığı bir yerel öz savunmalar zinciriyle dengelemenin ve halkın siyasi özgürlüklerini bu yöntemle savunmanın mümkün olduğu ise 1980 öncesinde Türkiye devrimci hareketinin anti-faşist direniş komiteleriyle, 2012’den sonra Kürt gerillasının alan hakimiyeti pratiğiyle gösterilmiştir.
Halkın faşizme karşı direnişinin öz savunma hareketleriyle geliştiği bir anda “özerklik” talebi, somut olarak, “devletin merkezi şiddet aygıtı”nın otoritesinin sınırlandırılması talebidir. Şimdiki somut durumda istenen, devletin merkezi şiddet aygıtının yerel siyaset ortamına kolluk güçleri aracılığıyla müdahalesinin sınırlandırılmasıdır. Hepimiz biliyoruz ki, Türkiye faşizminde “kolluk” hukukun emrinde değil, hukuk “kolluğun” emrindedir. Faşist devlet terörünün şiddetlendiği dönemlerde, kolluk güçleri ile hukuk arasındaki bu tersine ilişki çıplaklaşır, alenileşir; “Özel Harekat” gibi kontrgerilla otoriteleri, savcıları, hakimleri, kaymakamları, idareyi yönetir. Polis, önce yakalar ve kafasına göre delillendirerek “fezleke” oluşturur, savcılar bu polis fezlekelerini soruşturma dosyalarına ve iddianamelere dönüştürürler, hakimler de bu iddianamelerden karar üretirler. Polis yol ortasında insan öldürür, ölüye işkence yapar; savcılar, hakimler, idare işlenen suçu kılıfına uydurur. Listeyi uzatmaya gerek yok; her gün yaşadığımız şeyler…
Bu koşullar altında, halkın kolluğun “bastırma” hareketlerine karşı direnişe geçmesi ve halkın demokratik iradesine tabi “yeni bir güvenlik anlayışı” oluşturulması için mücadeleye girişmesi hem meşru hem de akılcıdır. Bu, siyasi özgürlüklerin devletin şiddet tekelini, halkın “aşağıdan yukarı” bir hareketle sınırlandırmasından başka bir şey değildir.
Kürt siyasi hareketinin kolluk sisteminin ademi merkeziyetçi bir reformdan geçirilmesi yönündeki talebi şu anda içinde bulunduğumuz durumda, Kürt halkının demokratik siyaset koşullarını sağlamayı ve devleti çözüm masasına dönmeye zorlayacak bir sivil hareket zeminini güvence altına almayı amaçlıyor. Kürt halkının kendisi için demokratik bir siyaset ortamı yaratmayı amaçlayan bu talebinin, Türkiye halkının “siyasi demokrasi talebi” açısından da pozitif bir değer taşıdığı ortadadır. Neoliberalizme karşı halk direnişlerinin, sermaye saldırısına karşı işçi direnişlerinin bir çok durumda halkın talepleri doğrultusunda hukuki sonuçlar yarattığını ancak bunları uygulamaya sokacak bir “kamu gücünün” bulunmadığını, tam tersine kendisini “hukuku uygulayacak kamu gücü” olarak meşrulaştıran kolluğun, halkın lehindeki mahkeme kararlarının uygulanmasının önünde engel oluşturduğu gerçeğini yıllardır yaşıyoruz. Bu gerçeklik, kolluğun ademi merkeziyetçi ve demokratik bir yeniden örgütlenmesinin Türkiye halkının ihtiyaç duyduğu siyasi demokrasinin de temel bir gereksinimi olduğunu ortaya çıkarmaktadır.
Türkiye halkının faşizme, neoliberalizme ve savaş politikalarına karşı mücadelelerinde, devletin, tepesinde faşist terör aygıtlarının bulunduğu merkezi sistemini “ademi merkeziyetçi” zorlamalarla sınırlandırmaya yönelmesi “doğal” bir eğilimdir.
Peki faşizmi, neoliberalizmi ve savaş politikalarını sınırlandırmak için “ademi merkeziyet” talep eden halk direnişinin bu talebi zaman ve mekan dışı bir mutlak hareket ilkesi düzeyine yükseltilebilir mi?
Örneğin, “ana dille eğitim” sorununda “ademi merkeziyet” ilkesi, gerçekçi bir çözümün temeli mi yoksa tamamlayıcı bir parçası olarak mı düşünülmelidir? Kürtçe’nin eğitim dili olarak kullanılması için eğitim sisteminin, çok dilli ve tamamen parasız, kamusal bir eğitim sistemi olarak, ülke çapında ve bir bütün halinde yeniden örgütlenmesi zorunlu ise bunun için gerekli altyapının oluşturulması sorumluluğunu “yerel inisiyatiflere” yüklemek doğru olmayacaktır. Hele de Türkiye Kürdistanı gibi kısa vadede geniş yerel kaynaklar oluşturamayacak bir geri bıraktırılmışlık seviyesinde, anadille eğitimin “yerel yönetimlerin üzerine yıkılması”, çözümün “Dursun’a havale edilmesi”dir. Kürtçe’yi eğitim dili olarak yetkinleştirecek üniversitelerin kurulması, okul çağındaki bütün çocuklara eğitimi Kürtçe olarak verebilecek nitelik ve nicelikte öğretmen eğitiminin planlanması, ilk-orta-yükseköğrenim seviyesinde müfredatın Kürtçeleştirilmesi gibi anadille eğitimin bir çok temel sorunu, ancak merkezi bütçe ve planlama olanaklarıyla çözülebilir. Anadille eğitim sorununun çözümünde ademi merkeziyetçilik temel bir ilke olamaz; olsa olsa demokratik kamusal bir eğitim sisteminin tamamlayıcı parçası olabilir. Eğitim için yaptığım bu saptamanın bütün temel hizmet alanları (sağlık, sosyal güvenlik, enerji, iletişim) için de geçerli olduğu kanısındayım.
Bu gibi somut sorunlar, “Demokratik Özerklik” anlayışı ile “merkezi” olan herşeyi mutlak kötü, “ademi merkezi” olan herşeyi ise mutlak iyi olarak kabul eden “Milliyetçi Liberalizm” arasındaki ayrımlara ilişkin derinlemesine bir tartışmaya ihtiyacımız olduğunu gösteriyor.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.