AKP’nin korporatizmi bugün Türk-İş’in bünyesinde şekillenirken, emekçilere ve onlara yönelik yeni dönem saldırı dalgasını karşı güçlü bir mücadelenin örgütlenmesi önündeki engel yine iktidarın bu şekilde bir korporatist ilişkiyi işçiler aleyhine kurumsallaştırması ile mümkündür. Korporatist düşüncenin en temel anlamı organize çıkarları devletin totaliter yapısı ile bütünleştirmek, sosyo-ekonomik alandaki tüm süreçleri devlet adına işletmek olarak tanımlanabilir. İtalyan […]
AKP’nin korporatizmi bugün Türk-İş’in bünyesinde şekillenirken, emekçilere ve onlara yönelik yeni dönem saldırı dalgasını karşı güçlü bir mücadelenin örgütlenmesi önündeki engel yine iktidarın bu şekilde bir korporatist ilişkiyi işçiler aleyhine kurumsallaştırması ile mümkündür.
Korporatist düşüncenin en temel anlamı organize çıkarları devletin totaliter yapısı ile bütünleştirmek, sosyo-ekonomik alandaki tüm süreçleri devlet adına işletmek olarak tanımlanabilir. İtalyan faşist lideri Mussolini’nin iktidarı ile pekiştirilen korporatizm düşüncesinin temel argümanında yer alan bu düşüncede “milli ve ortak” çıkarın sağlanması noktasında işçilerin ve iş verenlerin belirli bir sosyal uyum ve ahlak normları içerisinde çalışarak tüm gücünü devletin hayrına ve kutsallığına adamak zorundadır. Asıl belirleyici güç olan devlet otoritesi mutlak güç olarak her şeyin sahibidir ve emek üzerindeki kurduğu baskı ve sınırsız denetimi kendine biat eden büyük çıkar örgütleri ile gerçekleştirir. Devlet kimi zaman bu çıkar örgütlerini hem fiili olarak hem de yasalar aracılığıyla koruduğu gibi bu çıkar örgütlerinden de kendilerine kayıtsız şartsız biat etmesini ister. Organize çıkar örgütünün tek sahibi olan devlet erki işçiler ile işverenler arasında gerektiğinde arabulucu rolünü de üstlenerek her şeyin milli nizama ve ahlaka uygun olmasını ister. Faşist iktidarların en temel ekonomik örgütlenme modeli olan korporatizm, sınıf mücadelesinde kendi varlığına tehdit oluşturabilecek tüm kalkışmaları ve başta sendikalar olmak üzere tüm örgütlü güçleri sosyal bir uyuma dönüştürmeyi amaç edinir.
AKP döneminde güçlü bir şekilde ortaya çıkan sendika-siyaset ve devlet ilişkisinin arkasında bu düşüncenin neoliberal dönem formülasyonu karşımızda durmaktadır. AKP, emekçiler ve emek hareketi üzerinde gerek yasal gerek fiili olarak uyguladığı baskı neticesinde sendikaların kendi çizgisine sadık kalmalarını başarmış, başaramadıklarını da ötekileştirerek ayrıştırmıştır. Türkiye’de neoliberal dönemde kapitalist üretim ilişkilerinde organize çıkar örgütünün yegane gücü olan AKP, devlet adına arabuluculuk ve patronaj ilişkisini sendikal alan üzerinden yürütmeye devam etmektedir. İşçilerin ve emekçilerin günden güne yok olan çıkarları, emek örgütünden çıkıp birer çıkar örgütüne dönüşen sendikalar aracılığı ile gerçekleşmesi AKP’nin kendi korporatist ilişkilerini yaratmada ne kadar mesafe kat ettiğini gözler önüne sermektedir.
Şüphesiz Türk-İş’in son kongresinde ortaya çıkan tablo ve uzun bir süredir Türk-İş’in sendikal alanda iktidar lehine geliştirdiği politikalar göz önüne alındığında, Türk-İş’in sınıf alanında devleti temsil eden bir yapıya bürünerek emek alanından uzaklaşması sözünü ettiğimiz korporatist ilişkinin Türk-İş’in ruhuna sirayet ettiğinin acı bir örneğidir.
Tayyip Erdoğan’ın Türk-İş kongresinde sarf ettiği “yerli ve milli olun” çağrısı Türk-İş yönetimine açıkça bir ihtar ve tavsiye niteliği taşımaktadır. İhtarın içeriğinde; kendi sınıfına ve işçilerine ihanet etmesi, onları mücadeleden çok biat etmeye yönlendirmesi ve milli çıkarın kendisinin çıkarının olduğunun da altını çizerek ülkedeki siyasal gündeme iktidar yanlısı tutum alarak sürdürmesi yönünde açık ve net mesajlar görmek mümkün. Tayyip Erdoğan’ın tavsiyesinde ise; Türk-İş’in bütünüyle bu şekilde bir sendikacılık anlayışına bürünmesi, Türk-İş’in ve yönetiminin çıkar örgütünün bir parçası olması ve buradan pay kapması yönünde emareler görmek mümkündür.
Kaldı ki Türk-İş yönetimi ve ona bağlı itaatkar sendikacılık anlayış 1 Kasım seçimleri öncesi bu şekilde bir tavır sergilemiş, Tayyip Erdoğan’ın emrini verdiği savaş ve kaos politikalarında aktif destekçisi olarak yerini almıştır.
Türk-İş’in teslimiyetçi sendikal çizgisi son yıllarda işçilerin kaderlerini ve geleceğini ilgilendiren yasal düzenlemelerle ilgili ciddi bir karşı koyuş sergilemediği gibi emek alanına ve sendikal alana dair diğer baskılarda da iktidar yanlısı tutum sergilemekten geri kalmamıştır. Demokrasi anlayışı iktidarın demokrasi anlayışına doğru bir oranla ilerleyen Türk-İş yönetimi, emek ve çalışma hayatındaki baskıları görmezden gelerek iktidarın anti-demokratik uygulamalarını destekleyen bir konuma evrilmiştir. 15 binden fazla işçinin işyeri cinayetlerine kurban gittiği ülkemizde Türk-İş’in işçi sağlığı ve güvenliği noktasındaki yasaların ve düzenlemelerin karşısında bile bu şekilde sessiz kalması, çıkarı işçilerin ve emekçilerin dünyasında değil devletin dünyasında araması nasıl bir karanlığın içine düştüğünün göstergesidir. Soma’nın acısı tüm bir ülkenin yüreğinde tazeliğini korurken AKP’nin maden işletmecilerinin hassasiyetini gözeten noktalarda çıkardığı kâr ve ölüm yasalarında sesini çıkarmayan bir Türk-İş sendikacılığının anlamı işçilerini ölüme terk eden sendikacılıktan başka bir şey değildir. Gelecekleri ve haysiyetleri için direnen işçilerine bile sahip çıkamayan Türk-İş yönetimi, taşeron köleliğine ve onun ölüm düzenine karşı mücadele eden sendikaları ve işçileri de devletin baş düşmanı olarak göstermesi akıllara ziyan bir anlayışın Türk-İş zihniyeti ile ne kadar bağdaştığının en önemli göstergesidir.
Ülkemizde son aylarda şiddetlenen iç savaş ortamına bağlı olarak yaşanan katliamlar ve yıkımlara karşı tek bir söz söyleyememek bugünün dünyasında işçilerin ve emekçilerin çıkarlarını savunamamakla, onlara ihanet etmekle eş değer anlamdadır. Zira bugünün katliam politikalarından beslenenler ve çocukların ölümüne neden olan zihniyet; Soma’da, Ermenek’te, Torunlar’da, Davutpaşa’da ve adını sayamadığımız birçok işyeri katliamlarında işçilerin katledilmesine neden olan zihniyetle aynıdır.
Unutmayalım ki “ortak devlet”, “ortak ve milli çıkar” vurgusu devletin resmi ve acımasız politikalarını gizlemekten öte bir anlam taşımayan ideolojik bir sınıf karşıtlığı propagandasından başka bir şey değildir. Yıllar boyunca faşist ve baskıcı iktidarların sınıf alanında uyguladığı baskılar ve çıkar ilişkilerine bağlı olarak kurguladığı sendikal ilişkilerin asli amacı bu faşist ve baskıcı iktidarların çıkarını korumaktan başka bir anlam taşımamaktadır.
AKP’nin korporatizmi bugün Türk-İş’in bünyesinde şekillenirken, emekçilere ve onlara yönelik yeni dönem saldırı dalgasını karşı güçlü bir mücadelenin örgütlenmesi önündeki engel yine iktidarın bu şekilde bir korporatist ilişkiyi işçiler aleyhine kurumsallaştırması ile mümkündür. Ne yazık ki binlerce işçiyi temsil ettiğini iddia eden Türk-İş yönetimi böylesine bir organize çıkar örgütünün içinde yer alarak, hem kendi işçilerine hem de ülkedeki milyonlarca işçiye yönelik saldırıların bir parçası haline gelmeye hızlıca evrilmektedir.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.