Gerek Erdoğan-Davutoğlu ikilisi gerekse dalkavuk medya dünya tarihini ve konjonktürü okumakta birer kara cahil olduklarını göstermişlerdir 24 Kasım 2015 tarihinde Türkiye’nin Rus bombardıman uçağını düşürmesinin sonuçlarını ne ekonomik kısıtlamalar ne de ardı arkası gelmez söz düelloları sona erdirebildi. Bir taraftan Rus, ABD, Fransız, İngiliz, Alman, İtalyan (vb.) uçak gemileri ve denizaltıları Akdeniz ve Karadeniz’e yığılırken, […]
Gerek Erdoğan-Davutoğlu ikilisi gerekse dalkavuk medya dünya tarihini ve konjonktürü okumakta birer kara cahil olduklarını göstermişlerdir
24 Kasım 2015 tarihinde Türkiye’nin Rus bombardıman uçağını düşürmesinin sonuçlarını ne ekonomik kısıtlamalar ne de ardı arkası gelmez söz düelloları sona erdirebildi. Bir taraftan Rus, ABD, Fransız, İngiliz, Alman, İtalyan (vb.) uçak gemileri ve denizaltıları Akdeniz ve Karadeniz’e yığılırken, öte taraftan Rusya’nın Suriye hava sahasını kapatmasıyla Türkiye IŞİD’den arınmış güvenli bölge kurma planından vazgeçmek zorunda kaldı.
Türk Hükümeti Suriye hezimetini unutturmak için gündemi değiştirmek istedi. Dikkatleri içeride yurtsever Kürt direnişçilerinin kent savaşına, dışarıdaysa Irak’a çevirdi. Musul civarındaki Başika askeri kampına 2000 dolayında asker ve tank gönderilmesi bir çeşit gövde gösterisiydi. Oysa, “aktif dış politika” adına yeni bir kriz odağı daha yaratan bu girişim, şaşkınlıktan mütevvellit kör bir refleksten başka bir şey değildi.
Hükümetin Suriye ve Irak politikaları, avına çöreklenmiş aslanlar arasından kemik kapmaya çalışan çakalı andırıyor. Türkiye Suriye’ye balıklama daldı, pençeyi yiyince geri çekildi. Irak’a dalınca sonuncusu Obama’nın telefonu olan uyarılar üzerine Başika ve Irak’tan askerlerini çekmeye zorlandı.
Osmanlıcılar daha bir hafta önce “Musul-Halep savunma hattı”ndan söz ettiklerini çabuk unutmuşlardı. Bu sefer de Cizre, Nusaybin Silopi ve Sur’daki YDGH’li gençleri ve masum Kürt halkını gözlerine kestirdiler. Başlarında Genelkurmay Başkanı, 6 general, 36 albay bulunan on binleri aşan asker, polis ve korucuyla “kendi” vatandaşlarına saldırdılar. Ne var ki orada da umdukları başarıyı bulamadılar.
Bu defa da İsrail’le anlaşarak açık kapatılmak istendi. Ama denize düşenin yılana sarılması kimin derdine deva olmuştu ki? Erdoğan-Davutoğlu ikilisinin “one munite” kipinden, “sorry one minute” kipine geçişlerinin son dakika golü gibi yutturulmaya çalışılması da fayda etmemiştir.
***
Bu son ay içerisinde yandaş köşe yazarlarının mehter marşları eşliğinde “Osmanlı geliyor” rüzgârları estirmelerine ne demeli? Ne “Yavuz’lar, yeni Selahaddin’ler, Kılıçarslanlar”, ne “Kuzey Afrika’dan Pakistan’a hatta Endonezya’ya haritaları değiştirecek küresel proje”ler, ne de “Yüzyıllara dönük meydan okuma ruhu” kaldı. Son bir ayda yazdıkları aşağıdaki yazılarını yüzleri kızarmadan tekrar okuyabilirler mi bilemeyiz: “Selçuklu mayası, Osmanlı ruhu ve hakikat medeniyeti soluğu” (Yusuf Kaplan, 26 Ekim,Yeni Şafak), “Büyük oyuncu geri dönüyor” (11 Kasım)/“2023 ne demek!” (20 Kasım)/“Erdoğan duruşu, yükselen Türkiye, yeni ‘One Minute’ “ (27 Kasım)/“Yeni dayanışma hattı: Hem Selçukluyuz hem Osmanlı..” (İ.Karagül, 9 Aralık, Yeni Şafak), “Türk çağı” (20 Kasım)/“Türk ekseni” (Ergün Diler, 8 Aralık, Takvim), “Korkma ve titreme, kuşatma yarılacak..”, (İ.Karagül 11 Aralık)
Bu köşe yazılarında özetle şunlar söyleniyor: ABD’nin duraklama, Avrupa ülkelerinin gerileme dönemine girmeleri, Atlantik ittifakının dünya efendiliğine son verdi. 21. yüzyılın yıldız ülkesi Türkiye’dir. Yüz yıldır izlenen durgun, ürkek, savunmacı yolu terk edip imparatorluk geçmişindeki şanlı günlere dönmesinin zamanı gelmiştir. “Artık oyun kurucu bir ülke vardır.” Türkiye’nin Osmanlı’nın parçalanışından yüz yıl sonra 2023 vizyonuyla başlattığı seferberlik sayesinde “cihan devleti” olma ideali gündemdedir. 1 Kasım 2015 seçim zaferi “bölgesel derin tarihe sığınma” yolunu açmıştır. “Selçuklu’yu vareden irade, Osmanlı’yı vareden akıl devrede”dir. Ortadoğuda ”Türkiye’ye rağmen harita çizilemez”, “Sınırları çizen Türkiye olacak… “TÜRK ÇAĞI başladı…” Bu operasyonlardan sonra İSLAM DÜNYASI, İSTANBUL’dan yönetilecek. Rus uçağının düşürülmesi “merkez ülke refleksidir.”
Türk dış politikasının her mızrak hamlesi kırılıp parçalanırken böyle şeyler yazılmasına hayret etmemek mümkün değil. İktidar medyasının hamasetle cilalanmış ultra-milliyetçi ajitasyonları Cüneyt Arkın’ın Malkoçoğlu filmlerini aratacak düzeyde. Söylenenler arasında dünya gerçeklerini, Ortadoğu’da çarpışan güçlerin durumunu analiz eden tek bir doğru cümle yok. Sadece fi tarihinde ezberlenmiş yeni-Osmanlıcı metinler senaryolaştırılıyor.
Bütün bu Sünni-Türk milliyetçisi senaryoların ilham kaynağı Ahmet Davutoğlu’nun öğretim üyesiyken yazdığı Stratejik Derinlik (2001) adlı kitaptır. Önce AKP’nin, sonra da devletin dış politika kılavuzu haline gelmiş bu kitap hakkındaki şu tespit yerindedir:
“Davutoğlu’nun kitabı, aslen sağ geleneğin içinden çıkma bu milliyetçilik anlayışını bir dış politika perspektifinin merkezine yerleştirmesi ve onu Soğuk Savaş sonrası dünya koşullarında siyasi bir hat öneren doktriner bir metin haline getirmesi açısından önemlidir. Bu kitaptaki milliyetçilik anlayışının AKP iktidarı döneminde devletin dış politika söyleminin oluşturulmasında baskın bir referans kaynağı olduğu düşünüldüğünde Stratejik Derinlik’in İslami muhafazakâr milliyetçiliğin bir resmi ideoloji haline getirilmesine, ya da devletleşmesine yönelik hegemonya mücadelesini anlamak açısından kritik bir önemde olduğu söylenebilir.” (Cenk Saraçoğlu, 2013)
Davutoğlu, günümüz toplumunun kimlik inşasını (ezeli ve ebedi bir öze sahip) Osmanlı tarihi mirası üzerinden kuruyor. Ona göre Anadolu’da yaşayan halkları birleştiren ortak unsur Osmanlı geçmişleri ve bu geçmişin üst belirleyeni Sünni Müslümanlıktır. Her nasılsa yedi yüzyıl boyunca değişmeden günümüze kalabilmiş bu öz, Türk toplumunu başkalarından farklı ve üstün kılacak kırattadır. Derindeki bu cevher bulunup çıkarılırsa Türkiye yüzyıldır içine düştüğü pısırıklıktan kurtulup şanlı Osmanlı geçmişine dönebilecektir.
Cumhuriyet inşasına seküler bir şanlı geçmiş icat etmek isteyen Kemalist tarih yazımı Osmanlı’yı atlayarak kökünü Orta Asya Türklüğünde aramıştı. İslamcı AKP ise ters bir okumayla cumhuriyeti atlayarak Selçuklu ve Osmanlı’da arıyor. “Abdülhamit Han’ın bıraktığı yerden Erdoğan’la devam ediyoruz” sözüyle bu anlatılıyor (Ergun Diler, Takvim, 8 Aralık 2015)
Osmanlı’ya dönüş söyleminin birinci amacı Türk toplumunu köklerinden kopararak özüne yabancılaştırdığı ve tarihsel güzergâhından saptırdığı ileri sürülen ezeli hasmı laikçi-Batıcı kesimi mahkûm etmektir. Davutoğlu, kendi “öteki”sinin, edilgen, bekle-görcü, stratejik vizyondan yoksun ve günü kurtarmayla sınırlı eski dış politika anlayışının terk edilmesini, yerine topoğrafya ve tarihi mirası en iyi şekilde kullanan, etkin ve müdahaleci bir dış politika stratejisine geçilmesini savunuyor.
İkinci amacıysa Türk dış politikasının imparatorluk günlerindeki muazzam siyasi güce yeniden kavuşacağı hayalini canlı tutmaktır. Tarihi mirasa sahip çıkmak tez elden Türkiye’yi İslam ülkelerinin ve bölgenin doğal lideri yapacaktır. Davutoğlu’na göre Osmanlı ve Selçuklu devletlerinin bin yıllık kazanımlarının varisi Türkiye, bu coğrafyada yaşayan milletlerin gözünde hala koruyucu-kurtarıcı “merkez ülke” konumundadır. Tarihsel mirasla barışık bir stratejik zihniyet, Türkiye’yi Osmanlı hinterlandında nüfuz sahibi yaparak küresel (“cihanşümul”) aktör haline getirecektir.
Tayyip Erdoğan geçen ay Putin’e hitabında aynı iddiayı diplomatik bir dille tekrarlamıştır:
“Suriye konusu tıpkı Irak, Mısır, Balkanlar, Kırım, Kafkasya gibi, bizim asli meselemizdir. Bizim bu coğrafyaya bakışımız asla diğer ülkeler gibi olamaz. Ortadoğu ve Kuzey Afrika bölgesi başkaları için bataklık olabilir ama bizim için oralar bin yıllık hatıralarımızın bulunduğu ayrılmaz parçamızdır.” (aktaran İ. Karagül, 27 Kasım 2015, Yeni Şafak)
İslamcı basının ağzına sakız olmuş “Selçuklu mayası”, “Osmanlı ruhu” gibi güzellemelerin nostaljik böbürlenmeden ziyade, AKP iktidarının gönlünde yatan hegemonyacı, yayılmacı dış politikayı ifade ettiği gayet açık.
***
Döngüselci tarih anlayışına sahip ulusalcı kesim bu Osmanlı hayranlığını restorasyonizm olarak kodladığından, “Kemalist devrimi tasfiye ederek Osmanlı’ya, Orta Çağa dönme” diye yorumlamıştır. Oysa, Davutoğlu söz konusu kitabında, imparatorluk geçmişinden mülhem dış politika stratejisini, bu tarihsel mirası içselleştirmiş “insan unsuru”yla kurulabilecek ideal toplum tasarımına dayandırır. Bu bakımdan, yeni Osmanlıcılığın yüzü geçmişe değil, geleceğe dönüktür. Bu, tarihsel faşist ideolojilerde mahsus bir özelliktir. Zaten Davutoğlu da esin kaynağını açıklamaktan gocunmuyor:
“Mesela Alman stratejik zihniyeti, Kutsal Roma-Germen İmparatorluğu’nun kökenleri 9. yüzyıla kadar giden tarihi serüveni ile modern ulus devletin felsefi temellerinin tarihi gerçeklik alanı buluşarak ideolojik bir altyapı kazandığı 19. yüzyıla kadar uzanan bir tarih bilincinin eseridir… Hegel’in Alman bilincinin tarihî kökenlerini ortaya koyduğu tarih yorumu ile Hitler’in III. Reich kavramı arasındaki paralellik böylesi bir stratejik zihniyet sürekliliğinin ürünüdür.” (Stratejik Derinlik, s. 30)
“Yeniden doğuş” miti, faşist ideolojinin tramplen tahtası gibidir. Kendini modern Sezar olarak gören Mussolini, “Antik Roma geleneğine dayanan bir imparatorluk kurmak” istemişti. (George L. Mosse, Karşılaştırmalı Faşizm Çalışmaları, s. 153) Keza, Kutsal Roma Cermen İmparatorluğu’nu örnek alan Hitler de kendi zamanında eksik olan “büyüklük” ve “kahramanlık” ruhunu bu geçmişte aramıştır. Antik Roma’nın çift başlı kartalı, Roma selamı, Roma (kaz) adımı, şövalyelik kültürü (vs.) tarihin derinliklerinden bu amaçla çıkartılacaktı. Faşistlerin “destansı bir altın çağa dönüş” söylemleri, bunun “yeni düzene ilham olacak mitsel bir güç olarak kullanılmaları, yeni doğmakta olan milli toplum için taşıdığı ‘ebedi’ hakikatler nedeniyledir.” (Faşizmin Doğası, R. Griffin, s. 93)
Osmanlı ve Selçuklu sembollerini tepe tepe kullanan AKP’nin klasik faşistlerin gerisinde kaldığı söylenemez: Padişahlık ve halifelik tapınımı, üç hilalli yeşil Osmanlı bayrağı, Osmanlı arması, Saray’ın Selçuklu-Osmanlı kırması mimarisi ve merdivenlerindeki temsili 16 Türk devleti askeri, Fetih kutlamaları vs…
İslamiyetin doğuşunu ve Osmanlı geçmişini yücelten siyasi İslamın bunu Orta Çağa dönmek için yaptığı sanılmamalı. Her faşizm türü gibi dinsel faşizm de modernisttir:
“Hitler ve Mussolini gibi faşist liderler, her ne kadar geçmişe açık bir hayranlık gösterseler de, angine regime’e dönmeyi ima dahi etmemişlerdir. Örnek vermek gerekirse, faşist bir antik Roma tapınımını (Romanita) geliştirmişlerdi, yine de bu motif popüler alanlarda sadece propaganda maksadıyla kullanılıyordu. Yeni insan motifinin güçlü bir bağlayıcılık boyutu vardı. Alfred Rosenberg’in en önemli meselenin eskiyle yeniyi mezcedecek yeni seçkinlerin ortaya çıkması olduğu iddiası, bunun tipik bir örneğidir.” (R. Eatwell, Karşılaştırmalı Faşizm Çalışmaları, s. 234-235)
İktidar medyasının Osmanlı göndermeleri restorasyon amacının değil, geniş bir coğrafyaya hükmeden Osmanlı Sünni Müslüman hâkimiyetini diriltme arzusunun ifadesidir. Zaten Yeni-Osmanlıcılık da mevcut coğrafyada, özellikle de Ortadoğu’da Türkiye’nin eski nüfuzunu diriltmeyi ifade eden bir hâkimiyet ideolojisidir. “Yeniden doğuş” efsanesiyle beslenen bu milliyetçi yayılma ideolojisi, “Yeni Türkiye” ve “2023 vizyonu” söylemine içkindir. İslam kardeşliği, halifelik, İslam coğrafyası üzerine ruhani nutukların maksadı da Türkiye ile çevresindeki ülkeler arasında hiyerarşiye dayalı “merkez ülke”/”lider ülke” tasavvuruna hayatiyet kazandırmaktır. “Türk ve Müslüman kardeşler”in sırtına basılarak elde edilmek istenen “küresel aktör”lük, dinsel muzafferiyet için değil, tepeden tırnağa maddiyata dayanan sömürü-çıkar ilişkileri içindir.
***
Gerek yandaş medyanın aslı astarı yok palavralarının, gerekse her daim ajitatör tonlamasıyla konuşmaya meraklı Ahmet Davutoğlu’nun birbirinin kopyası söylevlerinin ardında iflas etmiş dış politikayı gizleme telaşı yatıyor. Türkiye kurulalı beri komşularıyla hiç bu kadar sorunlu olmadığını kendileri de biliyorlar. “Komşularla sıfır sorun” politikası çoktan hurdaya çıktı, Rus uçağının düşürülmesiyle belki yeni bir tur daha başlatılmış oldu. Şimdi sıra her ay Rusya örneği gibi yeni bir düşman daha kazanmaya ve İran, Irak gibi ülkelerle düşmanlıkların gevşeyen vidalarını sıkıştırmaya gelmiş olmalı. Dost bilinen Avrupa ve NATO ülkeleriyle aradaki açının gittikçe açılması da cabası.
Davutoğlu artık kendi icadı kavramlar üzerine oturttuğu Türk dış politikasını tersyüz etmesiyle övünebilir: Komşularla sıfır sorunu (kendi ifadesiyle) “değerli yalnızlık”, oyun kuruculuğu oyun bozuculuk, sorun çözücülüğü sorun çıkarıcılık, merkez ülkeyi tecrit ülke haline getirmeyi başarmıştır. Türkiye artık Davutoğlu’nun iddia ettiği gibi yönlendiren değil yönlendirilen, kumanda eden değil kumanda edilen, sözü dinlenen değil kulak arkası edilen bir ülkedir.
Gerek Erdoğan-Davutoğlu ikilisi gerekse dalkavuk medya dünya tarihini ve konjonktürü okumakta birer kara cahil olduklarını göstermişlerdir.
Türk dış politikasının neresine bakılsa bir yanlış sırıtır. Yeni-Osmanlıcılığın iflasını açıklamamızda belki şu çok bilinen Osmanlı hikâyesinin faydası olur:
Paşa kalenin toplarına ateş emri verir. Hiç patlama olmaz. Nedenini sorar. Topçu, bunun kırk türlü nedeni bulunduğunu söyler, “Birincisi barut yok” der. Paşa: “Yeter”, der, “öteki nedenleri sayma!”
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.