Birkaç gün önce gerçekleştirilen Trabzonspor 70. Kongresi’nin, Trabzonspor kongreler tarihinde en ilgi çekenlerinden birisi olmasını elbette yadırgamamak gerekir. Bu ilgi delegelerin girdiği kapıya “içeriye silah sokmak yasaktır” levhasının asılmasından çok köhnemiş başkanlık modelinin benimsenmiş veya benimsenmemiş olması kadar, siyasetçilerin, özellikle iktidarın ve onun yereldeki uzantılarının bunca bağlılığına rağmen mevcut başkan konusunda göstereceği eğilim ile de […]
Birkaç gün önce gerçekleştirilen Trabzonspor 70. Kongresi’nin, Trabzonspor kongreler tarihinde en ilgi çekenlerinden birisi olmasını elbette yadırgamamak gerekir. Bu ilgi delegelerin girdiği kapıya “içeriye silah sokmak yasaktır” levhasının asılmasından çok köhnemiş başkanlık modelinin benimsenmiş veya benimsenmemiş olması kadar, siyasetçilerin, özellikle iktidarın ve onun yereldeki uzantılarının bunca bağlılığına rağmen mevcut başkan konusunda göstereceği eğilim ile de ilgiliydi.
Bunun nedenlerinden birisi ve en önemlisi ise futbol ile ilgili/ ilgisiz, Trabzonspor ile yakından ilgili ya da ilgisiz birçok kişinin hemfikir ve duygudaş olduğu konu, kongreye ikinci kez başkan olmak üzere adaylığını koyan İbrahim Hacıosmanoğlu’nun tekrar başkan seçilmemesi gereği üzerineydi.
Nitekim delegeler de çoğunlukla böyle düşünmüş olmalılar ki; geçerli 7395 oyun ancak 1040’ı mevcut başkan Hacıosmanoğlu’nu tercih ederken büyük çoğunluğu oylarını sadece diğer iki adaya vermekten çok Trabzonsporu Hacıosmanoğlu’ndan kurtarma anlamında kullandıklarını düşünenlere ilk etapta katılmamak elde değil. Ancak burada bir yanılsama içine de girilmemesinde yarar var. Çünkü olan biten sadece Trabzonsporu Hacıosmanoğlu’ndan kurtarmak değil, aynı dünyanın daha işbilir ve daha bazı yapılanmalara daha uygun başka bir kişisini işbaşına getirmek ile de ilgili olsa gerektir.
Hacıosmanoğlu gidişi, 2013 yılından bu yana sürdürdüğü başkanlığını artık çok eskilerde kalmış olması gereken “külhanbeyi”, “kabadayı” ve “mafyavari” kulüp başkanı modeli/profili ile gündeme taşımış olması, iktidara ve iktidarın güçlü adamına açıktan ve pervasızca bağlılığı, belli bir süreçte her iki tarafa da yarar sağlarken, uzun vadede hem Trabzonspor’a hem de siyasi iktidara zarar vermeye başlayan bir sürecin finalidir aslında.
Aslına bakılırsa bu gidiş aynı zamanda futbol ile ilgili siyasi iktidarın “yeni kulüp başkanı profilinin” bir habercisi gibidir. Artık herkese eşit mesafede duruyormuş gibi yapan, daha stratejik davranan, taraftar kitlelerini ajite ederek değil “kucaklayarak” derdest etmeyi ve yönetmeyi sağlayacak başkan modeli ihtiyacının bir sonucudur.
Bu bağlamda “gelen gideni aratmayacaktır”. Çünkü giden o kadar kötü bir başkanlık profili çizmiştir ki, gelenin bundan daha kötü olma olasılığı zaten ortadan kalkmıştır.
Üstelik yeni gelen sağlıkla ilgili birisi olmasına rağmen sağlığın endüstrileşmesi ve ticarileştirilmesi konusunda deneyim sahibidir. Bu deneyimini sporun ve özellikle de zaten ticarileşmiş olan futbolun Trabzonspor açısından “en iyi”! örneklerini verecek olması, onu oraya taşıyanların en büyük beklentisi olsa gerektir.
Trabzonspor’un yeni başkanı Muharrem Usta’nın mesleği doktorluktur. Çalışma hayatı özgeçmişinde bakıldığında 1995 yılında Türkiye’nin en büyük hastaneler zinciri Medical Park’ın temellerini attığı, Medical Park Hastaneler Grubu ve Liv Hospital Yönetim Kurulu Başkanlığı, uzun süre Özel Hastaneler ve Sağlık Kuruluşları Derneği Başkanlığı yaptığı ve İstanbul Ticaret Odası Sağlık Komsiyonu üyeliğinde bulunduğu gibi bilgilere ulaşılır.
Buradan hareketle varsayım olarak söyleyebiliriz ki; Artık Trabzonspor stadyumunda bir daha hakem rehin alma gibi ve Fenerbahçe stadına gidilip rakip taraftarı ajite etme gibi durumlar yaşanmayacaktır. Ama bunun yanı sıra yine söyleyebiliriz ki; Kulüp başkanı olmanın aslında futbol takımı başkanı olmak demek olduğu gerçeği pek değişmeyecek, en büyük rantiye alanı olan futbol ve dolayısıyla Trabzonspor yeni ticari işletme projelerine araç olarak kullanılabilecektir.
Bu bir önyargı değil elbette. Sadece bir çıkarım. Eğer bir kulüp başkanı adayı daha kulüp başkanı olmadan, üstelik ismini telaffuz ettiği kişiyle bir ön görüşme yapmadan uluslararası düzeyde tanınan ve bizim de çok iyi bildiğimiz bir teknik adamın ismini telaffuz eder miydi? Popülizmin bu ucuzluğuna sığınma ihtiyacı duyar mıydı?
Trabzonspor başkanı olmadan önce İbrahim Hacıosmanoğlu’nun tanınma ve nüfusunu kullanma kapasitesi neyse, Muharrem Usta için de öyledir. Bundan böyle Muharrem Usta önce kendisi daha büyüyecek, nüfusunu ve bunu kullanma gücünü arttıracaktır. Belki Trabzonspor’da bir ivmelenme yaratabilecektir ama asla Trabzonspor, İdman Ocağı, İdman Gücü ve İdman Yurdu kültürünü yeniden oluşturamayacak hatta oluşturmayacaktır.
Hele hele 70’li yılların görkemli Trabzonspor başarısının altında ve özünde yatan yerelliğin zenginliği ile evrenselliğin başarısına imza atabilecek özkaynak temelinden hareket eden, kendi coğrafi, toplumsal ve folklorik özelliklerinin bir sentezi olan “horon futboluna” dönüş değil ama onun bir çeşitlemesi ise asla mümkün olmayacak, olamayacaktır.
Birincisi bu ilk önce sporun ve futbolun oyun olarak eğlence ve toplumsallığı anlamında değerliliği ve güzelliği ile ilgili bir meseledir. Romantizmi, idealizmi daha önemlisi devletin amaç ve araçsallık üzerine kurguladığı politika ile ilgili meselelerdir. Bu süreçler ve anlayışlar kapitalizmin spor ve futboldaki dönüşümlerinin getirdiği finans-kapitalin sporu ile önemli ölçüde yitirilmiş değerlerdir zaten. Şimdilerde buna karşıt bir duruşu ve farklı bir yaklaşımı ve modeli bir spor kulübünde ve başkanında görmek hayalcilik olur.
İkincisi Trabzonspor, Trabzon’dan yönetilmediği sürece, kendini hep yoksul ve yoksun ve dahası önemsenmeyen konumda hissetmeye devam edecektir. Kulüpler ve takımlar ne kadar ulusal ve uluslararası konumda olurlarsa olsunlar bir kentin takımıdırlar. Ve her şey o kentte başlar. O kentte yaşanır. Kent kulübünü, kulübü o kenti büyütür. Bu belki önemsenmeyecek bir unsur gibi görünse de, futbol spor yapanlar ve spor yönetenler bunun özgüven, özdeğer, güdülenme ve idari gereklerini çok iyi bilirler.
Lakin bakınız ne diyor yeni başkan; “Bugün Trabzonspor için bir dünya kulübüdür. Dünya kulübü dünyadan yönetilir. Trabzonspor Trabzon’dan yönetilir söylemi bir tuzaktır. Trabzonsporlular aman buna dikkat etsinler. Biz İstanbul’da yaşıyoruz milyonlarca Trabzonsporlu gurbette yaşıyor. Onlar nereli? Bizim yönetimimizde her yerden insanlar olacak. Böyle olduğunda lobi anlamında güçlü olacağız. Her yerde güçlü olmalıyız. Biz böyle bir yönetim dizayn etmeye çalışıyoruz. İstanbul’u Trabzon olarak görmediğimiz sürece baştan kaybederiz. İstanbul dünyanın kalbi. Trabzonlu önce büyük düşünecek. Trabzon’da varız, biz önce İstanbul’da sonra Bursa’da ve her yerde olacağız”.
Evet, küresel dünyanın başkentleri vardır. Bunlar daha çok finans merkezleridir. Doğrudur. Ama hiçbir kulübün yönetimi bir başka kentte değildir. Bir spor kulübü başkanı, kulübünü başka kentten yönetmez. Kulüpler kentlere aittir, o kentte değilsen, o kulübü o kentin bir parçası olarak görmüyorsun demektir.
Dememiz o ki; Muharrem Usta için Trabzonspor başkanlığı, İstanbul’da işlerini daha kolay yoluna koyacağı, siyasi erk ile daha iyi ve daha kolay temas kuracağı, daha değerli değil ama daha önemli olacağı çok önemli bir kartvizittir.
Buradan hareketle yeni başkanın ve yönetiminin sözünü ettikleri projelere kabaca göz attığımızda öncelikli konunun İstanbul’daki Kartal Tesisleri’nin Trabzonspor için gelir getirici projelerinden biri olarak gösterildiğin görmekteyiz. Bu tesislerde 5 yıldızlı otel, rezidans, eğlence merkezleri, alışveriş merkezleri ve sosyal alanları ile tam bir yaşam merkezi oluşturulacağı, böylece Trabzonspor’a yaklaşık 100 milyon dolar gelir getirmeyi hedeflendiği belirtilmektedir. Bunların yanı sıra Akyazı projesi, Trabzonspor’un isim hakkı ve locaları ve Mehmet Ali Yılmaz Tesisleri’nin yeniden değerlendirilmesi ve HES projesi gibi planlama ve düşüncelere bakıldığında “önce para”, önce rantiye” yaklaşımının endüstriyel futbolun gereği olarak, hoş karşılamak mı gerekir? Yoksa Trabzonspor’un öncelikli konularından birisi olan kulüp yönetimi, işleyişi, modeli ve sporun/futbolun asıl ruhu olan kitleselliğe ve öz kaynaklara yöneliş nerede? Diye hayıflanmak mı gerekir.
Bir parantez açarak belirtmeliyiz ki; HES projesi ile ortaya çıkan bir kulüp yönetimi iddiası, HES’lere karşı duran Trabzonluları, Karadenizlileri ve Türkiyelileri, Trabzonsporlu görmeyen ve görmeyecek bir yönetim anlayışını daha işin başında deklare etmek değilse başka nedir?
Trabzon uçların en keskin olarak yaşandığı bir kent olarak bilinse de, kentin insani dokusunun Türkiye gerçeğinden çok farklı olduğun kabul eden ve bundan dolayı Trabzonspor değerlendirmeleri ve derin analizleri yapan kişi ve görüşlere katıldığımızı söyleyemeyiz. Bu kent de, bu kentin kulübü/takımı da tüm diğer kentler ve kulüpler/takımlar kadar olumluluğu ve olumsuzluğu bünyesinde taşıyan bir gerçekliği yansıtmaktadır. Ne var ki; şu çok önemliydi aslında, futbolun üç büyükler egemenliğine ve gerçeğine itiraz etmenin, yerleşik yapıya karşı duruşun simgesi olarak sempati duyulan ve taraftar bulan Trabzonspor’un keşke kendi politikası olsaydı da, politikacıların ve onların uzantıları, işbirlikçileri, değnekçilerinin takımı olmasaydı. Keşke Trabzonspor hep merkezi spor ve futbol yönetimine rağmen muhalif bir kitlenin övüncü olmayı seçebilmeyi başarsaydı. Karadeniz ya da bir Trabzon lobisi kuranlar aslında Trabzonspor’a hizmet etmemişler kendilerine rant alanları yaratmışlar.
Güzelim Trabzon kentinin ve güzelim Trabzonspor’un gündelik sağ siyasetin kalesi ve takımı durumuna getirilmesi önlenmedikçe ne Trabzon ne de Trabzonspor yakın gelecekte arzulanan bir fotoğraf veremeyecektir.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.