Tahir Elçi’nin yeğeni Zelal, Cizre’de kapalı kaldığı odadan seslendi: “Önceki yasakta, amcam o kadar yolu yürüyerek gelmişti. Cizre’ye gelebilen ilk kişiydi. Velhasıl Tahirimiz yok… Tedirginliğim tüm halk için
“Siz dışarıdasınız, bilmiyorsunuz burada neler oluyor, orada bir şeyler yapın, haber yapmaya çalışın…
Zelal Elçi, 23 yaşında, anaokulu öğretmeni. Amcam dediği Tahir Elçi’yi kaybetmenin acısını yaşarken şimdi Cizre’de kapalı kaldığı bir odadan bize sesleniyor: Tedirginliğim tüm halk için, bir şey yapın. Zelal’le tanışıklığımız Halkevleri Yaratıcı Drama Atölyesi’nden gönüllüler olarak Cizre’ye savaşın yıkımını yaşayan çocuklarla oynamaya gittiğimiz günlere dayanıyor.
Ablam, herkes perişan; bombalarla geliyorlar, kimse artık hiçbir şey yapamıyor, herkesin ölümü an meselesi. Şu anda hepimiz küçük bir odaya sığınmışız bomba sesleri susmuyor. Eve isabet edecek diye çok korkuyoruz. Her yerde keskin nişancılar var, kapıya çıkanı vuruyorlar. Şu an bile bomba parçaları çatıya düşüyor. Ablam nasıl yapıyorsan yap yeter ki duyur bir şekilde bunları. Bazı evlerde yiyecek dahi yok, onlara ulaştırmıyorlar hiçbir şey; 20 kişi bodrumda kalıyorlar ve yiyecekleri bitmiş, yarısı çocuk… Burada çocuklar oyun oynamayı istemeyi bırakın, evlerinin bahçesine, salonlarına bile çıkamıyorlar. Kendilerini korumaya çalıştıkları bir odada, iletişim halinde oldukları arkadaşlarından uzak ‘yaşamaya’ çalışıyorlar. Çocukluklarını bu şekilde geçiriyorlar. Tüm bunların yanında bu yasaklar yüzünden eğitimlerine de devam edemiyorlar, sonra da batıdaki çocuklarla aynı sınavlara tabii tutuluyorlar, haksızlık değil mi tüm bunlar?
İsmimi verebilirsiniz ablam, YETER Kİ BU HALK ÖLMESİN! Benim şu anda hissettiğim en büyük acılardan biri, amcamın burada olmaması. Bundan önceki 9 günlük yasakta, amcam o kadar yolu yürüyerek gelmişti ve Cizre’ye gelebilen ilk kişi oydu. Velhasıl Tahirimiz yok… Tedirginliğim tüm halk için!”
Dükkanlarında yılbaşı hazırlığı yapılan, insanların normal günlük tempolarında hareket ettiği, bizim de o kalabalıkların içerisinde aynı normallikte göründüğümüz sokaklardan geçip, kapısını normal bir şekilde açabildiğimiz apartmana girip yine normal bir şekilde girdiğimiz evimizde ısı normal, ev düzeni normal; bir yüreğimiz delirmiş, dolu dizgin bağırmak isterken yazmaya çalışacağız bu yazıyı…
Yazıyı okuyan sizler –eğer ülkenin doğusunda yaşamıyorsanız şu an- muhtemelen sizler de bizler gibi her zamanki işinizde, evinizde, hep bindiğiniz otobüste, nefes almak için gittiğiniz bir parkta ya da çaycıda, hep güzergahınız olan sokaklarda, belki sıkıntılı belki sıradan bir gün içindesiniz. Burada kesin olan ortak noktamız her neredeysek, orada kendi irademizle, birilerinin koyduğu yasaklarla bulunmuyor oluşumuz. Yani hayatımızın “normal”i dışında bir şey yaşamıyoruz!
Bir an durup bize eşlik eder misiniz? Günlerdir sokağa çıkma yasağı olan yerlerden birinde olduğunuzu düşünün, evinizin en güvenli olduğunu düşündüğünüz yerinde, siz ve o evi paylaştığınız diğer insanlar, canlılarla… Yemek stoğunuz kısıtlı, su kısıtlı, elektrik var/yok belli olmaz, sürekli bomba ve silah sesleri, ardı arkası kesilmeyen yaralı haberleri ve duymaya hep korktuğunuz ölüm haberleri… (Eğer burada dahi bunun kurgusunu düşünmek sizin için gerekli değilse, lütfen gidin ve oralarda yaşayın bu koşulları, yoksa zaten o “normal” diye tanımladığımız yaşantılarımızda çok uzak olmayan zamanlarda biz de yaşayacağız bu duyguları!)
Zelal, Eylül ayında Cizre’de çocuklarla gerçekleştirdiğimiz çalışmalarda hep yanıbaşımızdaydı. Bugün yaşamları tehdit altında olan Cizreli çocuklar o zaman Çapul.TV’ye konuşmuştu: Ne zamandan beri yüzümüz gülmüyordu, yüzümüzü boyadık mutluyuz şimdi.
Gün içerisinde bir haber olarak gördüğümüz ve kahrolduğumuz, ama rutinimizi yine de devam ettirmek zorunda hissettiğimiz zamanlardan birinde, kendi gerçekliğimizden kopup, eylül ayında 9 günlük sokağa çıkma yasağının ardından Cizre’ye gittik. Yasak boyunca işimizde, gücümüzde kabaran yüreğimiz, bir şey yapmalı diyerek çocuklara ulaştırdı bizleri. Gittik ve dokunduk birbirimize sevgili OKUR, anlıyor musun? Çok büyük işler başaramadık elbet ama anladık orada yaşayanların ne ile karşı karşıya olduklarını. Sofralarına oturduk, yasaklar boyunca yapılanları dinledik (hani çok uzak olmayan, annesinin evladının cansız bedenini buzdolabında saklaması, Cizre dışındaki babasını merak edip telefon açmaya giden bir ananın kucağında minicik yavrusuyla vurulması anları anlatılanlar, unutmayın ne olur unutmayın bunları), çocukların korkularına tanık olduk, yine de “BARIŞ”a olan inancı gördük, çok şey öğrendik kısacası. Ve en önemlisi orada bir sürü çocuğumuz, kardeşimiz, anamız oldu bizim. Orada artık bizim yakınlarımız var, tanımadığımız onlarca arkadaşımız var bunu biliyoruz. O topraklarda doğup büyümeyen bizlerin neden oralara gönderilmek istenmediğini, Suruç Katliamı’na neden göz yumup batı ve doğu arasında niçin korku dağları yaratmak istediklerini şimdi daha iyi anlıyoruz. Oraya gidip tanık olunca başka bir çığlık başlıyor yüreğinizde, bir tarafta erk’in gözündeki kin ve nefret, diğer tarafta savaşın orta yerine yerleştirilmiş insanların gözleri… Çok şey anlıyorsunuz ve bunu asla istemiyorlar.
Orada tanıştığımız kardeşlerimizden Zelal öğretmen, 23 yaşında; çocuklar söz konusu olunca gecesi gündüzü yok; her fidanı yeşertecek kadar büyük bir yüreği var. Bizimle o ilgilendi, evini açtı, çocuklarla olduğumuz her an o da yanımızdaydı. İnsanın içi durur mu, orada tekrar aynı baskılar ve acılar yaşanırken; ne diyeceğimizi bilemeden her gece ‘ne durumdasınız’ diye sormadan edemiyoruz. Kurban olduğum oradan bizi sakinleştirmeye çalışıyor, “merak etmeyin ablam, iyi olmaya çalışıyoruz…”. Dün sabah zar zor kurabildikleri iletişim ağlarından Zelal’den bir çığlık geldi, aynen aktarıyoruz:
“Ablam, herkes perişan; bombalarla geliyorlar, kimse artık hiçbir şey yapamıyor, herkesin ölümü an meselesi. Şu anda hepimiz küçük bir odaya sığınmışız bomba sesleri susmuyor. Eve isabet edecek diye çok korkuyoruz. Her yerde keskin nişancılar var, kapıya çıkanı vuruyorlar. Şu an bile bomba parçaları çatıya düşüyor. Ablam nasıl yapıyorsan yap yeter ki duyur bir şekilde bunları. Bazı evlerde yiyecek dahi yok, onlara ulaştırmıyorlar hiçbir şey; 20 kişi bodrumda kalıyorlar ve yiyecekleri bitmiş, yarısı çocuk… Burada çocuklar oyun oynamayı istemeyi bırakın, evlerinin bahçesine, salonlarına bile çıkamıyorlar. Kendilerini korumaya çalıştıkları bir odada, iletişim halinde oldukları arkadaşlarından uzak ‘yaşamaya’ çalışıyorlar. Çocukluklarını bu şekilde geçiriyorlar. Tüm bunların yanında bu yasaklar yüzünden eğitimlerine de devam edemiyorlar, sonra da batıdaki çocuklarla aynı sınavlara tabii tutuluyorlar, haksızlık değil mi tüm bunlar?
Dün hamile bir kadın çocuğunu korumak isterken vuruldu, çocuğu öldü kendisi yoğun bakımda. Öldürülenlerin hepsi sivil, ya kapılarının önünde ya da evlerine mermi veya bomba isabet etmesi sonucu ölüyorlar. Herkes çok tedirgin, resmen ölüm sıralarını bekliyorlar. Batıdakiler de artık bu katliamı görsünler, duysunlar; bu insanların hiçbir suçu yok. Onlarca yaralı var, ambulans gelmiyor, polisler izin vermiyor. Kan kaybından ölebilirler ya da hayatları boyunca sakat kalabilirler. Kimse bu katliamları duymasın diye yerel haber sayfalarını bile kapatmaya çalışıyorlar. Siz dışarıdasınız, bilmiyorsunuz burada neler oluyor, orada bir şeyler yapın, haber yapmaya çalışın…”
Bir sabah sevdiğiniz birinden böyle bir mesaj aldığınızı düşünsenize… Boğazımızda düğüm, bize güç vermeye çalışsan canımız şimdi bizden destek istiyor. Ne yapsak duyururuz, asıl duyması gereken kulaklara nasıl gider? Lanet sistem düzeni her yerde! İçimizde bir tedirginlik ve korkuyla sorduk:
“Zelal’im senin ismini yazarsak sıkıntı olur mu? Seni riske sokar mı?”
(Nasıl bu hale geldik, nasıl bu korkuları saldılar içimize? Hiçbir şekilde güvende değiliz, her birimiz esiriz bu düzende anlıyor musunuz?)
“İsmimi verebilirsiniz ablam, YETER Kİ BU HALK ÖLMESİN! Benim şu anda hissettiğim en büyük acılardan biri, amcamın burada olmaması. Bundan önceki 9 günlük yasakta, amcam o kadar yolu yürüyerek gelmişti ve Cizre’ye gelebilen ilk kişi oydu. Velhasıl Tahirimiz yok… Tedirginliğim tüm halk için!”
Zelal oradaki çok güzel insanlardan sadece biri; bizden aslında çok büyük bir isteği var ama sadece bu kadarını yapabiliyoruz ne yazık ki… Soluduğumuz hava ortak, orada yaşayanlar da bakabilirlerse birkez daha, aynı göğe bakıyoruz farkında mısınız? Hepimiz bu toprakların çocuklarıyız, n’olur kendimize gelelim, anlamaya açık olalım. Görsel ya da yazılı ana akım medyada sesinin duyulacağı yok, o zaman bizler yapacağız bu işi, Zelal aracılığı ile oradaki herkes adına yükselen bu çığlık, ne kadar çok kişiye değerse o kadar anlamlı.
Not: Bu yazı Cizre üzerinden kaleme alındı ama Silopi, Sur, Nusaybin ve sokağa çıkma yasaklarının uygulandığı her yer içindir çığlığımız!
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.