Çok eskiden ortaokul öğrencilerimden birisi olan, iyi sporculuğu ve öğrenciliği ile tanıdığım sevgili Akın’ın deyimi ile “çakma filozof” lafı Şenol Güneş için galiba en iyi yakıştırmalardan birisi. Gerçekten de Şenol Güneş’in söyleşilerinden ve demeçlerinden algıladığımız yakıştırma, benzetme ve ironik yaklaşımlarının çoğunlukla tutarsız bir temelden şekillendiği ve amaca yönelik izahının oldukça çoğu zaman ilgisiz olduğu yönündedir. […]
Çok eskiden ortaokul öğrencilerimden birisi olan, iyi sporculuğu ve öğrenciliği ile tanıdığım sevgili Akın’ın deyimi ile “çakma filozof” lafı Şenol Güneş için galiba en iyi yakıştırmalardan birisi.
Gerçekten de Şenol Güneş’in söyleşilerinden ve demeçlerinden algıladığımız yakıştırma, benzetme ve ironik yaklaşımlarının çoğunlukla tutarsız bir temelden şekillendiği ve amaca yönelik izahının oldukça çoğu zaman ilgisiz olduğu yönündedir. Bu muhtemelen çok şey söylemek isteyip, söylemek istediklerini kısa, özlü, anlam yüklü ve güçlü olmasını istemesinden kaynaklanıyor olabilir.
Lakin Şenol Güneş’in söylemeye çalıştıkları ile söyledikleri karşılaştırıldığında, başlangıç ile sonuç arasında ciddi bir anlam farklılığı ortaya çıktığı da muhakkak. Dahası çoğu zaman üst perdeden başladığı girişlerini hayati örnekler ile ilişkilendirirken bilinçaltı, törel/kültürel beslenmeler ve futbol kültürü ile ilgili dışa vurumlar olduğu da bir gerçek.
Örneğin Bursaspor’dan ayrılışı ve Beşiktaş’a geçişi süreçlerinde yaşananlar. Söz konusu ayrılığı gerekçeleri ile izah etmeye çalışırken, çoğu zaman olduğu gibi yine felsefi temellerden hareket eden konuşmasını birden sözü ne kadar dürüst olduğuna ilişkin açıklamalara getirip, Bursaspor kaptanının kendisini de Beşiktaş’a götürmesi için adeta yalvardığını ama bunu Bursaspor’a asla yapmadığını söylemesini unutmak mümkün değil. Böyle söyleyerek kendisini ulvi bir yere koyulmasını isterken söz konusu sporcuyu adeta taraftarların ve yöneticilerin önüne atmasını kabul etmek ve anlamak olası değildir. Bu yaşananları sadece bir söylem zafiyeti olarak açıklamak yeterli olmadığı gibi, söyleyeni nesnel olarak değerlendirmemek anlamına da gelir. Söz konusu bu ifadeler Şenol Güneş’in kendini en iyi anlattığı ve onun futbol adamlığı kimliğini ortaya koyacak gerçekliklerden de birisidir. Şenol Güneş en son olarak aşağıdaki bir cümlelik benzetme ile “çakma filozof” lafını ne kadar hak ettiğini bir kez daha belgelemiş oldu. Beşiktaş’ın Galatasaray’a karşı kazandığı müsabaka sonucuna ilişkin Mustafa Denizli’nin verdiği demeçte Beşiktaş’ın oyununu küçümseyen içeriğine kızmış ve bu konu ile ilgili “filozofça” bir açıklama getirmişti;
“Güzel kadında çirkin bir taraf görürsün ama çirkin kadında güzel bir taraf göremezsin. Çünkü ona o gözle bakmazsın”
Nasıl? İyi mi?
Nereden baksan cinsel kimlik ayrımcılığı üzerinden yürüme,
Nereden baksan cinsiyetçilik,
Nereden baksan kadın bedeni örneklemesi üzerinden “metalaştırma”…
En tutarlı, en iyilerden, en okumuşu olarak nitelendirilen bir futbol adamı olan Şenol Güneş’in kat etmesi gereken yola bakınca, yolumuzun daha çok uzun olduğu ortadadır…
Bakınız önemli bir figür olabilirsiniz…. Eğer önemliliğiniz değerliliğiniz ile çakışmıyorsa kazancınız asla toplumsal olamaz… Popüler olursunuz, zengin olursunuz ama toplumsal devinime asla katkı sağlayamazsınız. Futbolu ve futbol toplumunu geliştirmekten çok uzak kalırsınız. Tıpkı “imparator” diye tanımlanan ama ülke futbolunda asla bir reform ya da değişime katkı sunmamış olanlar gibi.
Bu ülke futbol filozoflarını Metinler, Lefterler, Metin Kurtlar ile yitirdi… Bazıları sadece oyunları, bazıları yaşamları ve oyunları, bazıları da yaptıkları ile “futbolun filozofu” olurlar.
Bu ülkede futbol her ne kadar önemli bir sektör olsa da, kalite ve toplumsal araç olarak asla olması gerektiği yerde olamamıştır. Üstelik uluslararası düzeyde sürdürülebilir ve kabul edilebilir standartlarda bir “oyun kalitesi” niteliğini elde edememiştir.
Bunun sorumlusu temelde elbette spor politikaları, genel ve özel eğitim ve yönetici profillerinde aramak gerek. Ama unutmamalıyız ki, bu ülke Brezilya örneğindeki bir Sokrates, Almanya örneğinde bir Breitner, Hollanda örneğinde bir Cruyff, Fransa örneğinde bir Cantona, İngiltere örneğinde bir Fowler yetiştirememiştir. Yani bu ülke futboldaki geri kalmışlığını küresel sermaye ve finans akışı ile piyasalara uygun hale getirmiş olsa da futbol kültürünü ve oyun karakteri zenginliğini oluşturamamıştır. Bunu biraz da “futbol filozofu” olamayan futbolcularda ve futbol adamlarında aramak gerek.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.