Savaştaki insan kaybının acısı da sonuçları da Türkiye için ahlaki bir çöküntüdür. AKP ve Tayyip Erdoğan çetesi, kendi mal varlıklarını ve yandaşların çıkarlarını korumak için Türkiye’yi kaosun içine çekip duruyorlar. Türk devleti de klasik Kürt karşıtlığı histerisi ile bu savaşı AKP eliyle sürdürmek istiyor. Peki bu savaş Türk devleti, AKP ve Tayyip Erdoğan için istediği […]
Savaştaki insan kaybının acısı da sonuçları da Türkiye için ahlaki bir çöküntüdür. AKP ve Tayyip Erdoğan çetesi, kendi mal varlıklarını ve yandaşların çıkarlarını korumak için Türkiye’yi kaosun içine çekip duruyorlar. Türk devleti de klasik Kürt karşıtlığı histerisi ile bu savaşı AKP eliyle sürdürmek istiyor. Peki bu savaş Türk devleti, AKP ve Tayyip Erdoğan için istediği sonucu doğurur mu? Tabii ki hayır.
Türklerin en aydını, en liberalleri, en “özgürlükten yana” olanları birden AKP ve Tayyip Erdoğan’ın korkusu, Türk devletinin milliyetçi histerisini yanlarına alarak Kürtlerin kendilerini yönetmek istemesini “hastalık” olarak tanımlıyor. “Bu hendek ve barikatlar nerden çıktı?” diye sorup duruyorlar. Her gün anne karnında, üç aylık bile olamayan, 5 yaşında ya da 70 yaşında insanlarımızı katleden bir devlete Kürtlerin boyun eğmesini istiyorlar. Hangi etik ölçüler içinde hareket ediliyor? Hangi siyasi doğrularla yola çıkılıyor da Kürtlere ölün, zulüm görün ve susun diyorlar bu tatlı su liberalleri! Şunu bir kere iyi anlamak ve içinize sindirmek durumundasınız; Kürtler eski Kürtler değil. Kürtler sömürgeci TC devletinin faşist cenderesi altında yaşamak zorunda da değil.
Yani Kürtler artık Türk devleti ile eskisi gibi yaşamayacaklar. Hiçbir şekilde devleti kabul etmeyecekler. Direniş büyüyecek. Kürdistan’ı kapsayacak, Türkiye’ye yayılacak. Türkiye, Ortadoğu’daki kaotik devletler cinsine dahil olacak. Durum şimdiden onu gösteriyor.
İyisi mi siz Kürtlere “hastalık teşhisi” koyacağınıza, bu devletin yoksul insanlarının boğazından çalarak, bomba atarlara, gaz bomlarına, top, tank, TOMA, akrep, kirpi gibi zırhlı araçlara verilen paraların hesabını sorun. Niye fakir fukara çocuklarından ölüm makinaları çıkartıp, Kürdistan sokaklarına salıp insanları öldürdütüyor bu devlet, onu sorun.
Bakın, kentlerdeki savaş dağlarda yürütülen savaşa benzemiyor. Ne şiddeti, ne politikası ne de ekonomik maliyeti. 15 Ağustos 1984’den bugüne kadar süren savaşın sonuçları neydi? Devlet kendi kayıtlarında 300 milyardan bahsediyordu. Ama bu maliyetin çok ama çok yüksek olduğunu bütün siyasi iktidarlar ifade etmişti.
Askeri analiz yazılarıyla bilinen ve aynı zamanda eski bir asker olan Metin Gürcan t24’te önemli veriler sunan bir yazı yazdı.
“22 Temmuz’dan bu yana başlayan ve özellikle Kasım ayında giderek daha kentli hale gelen 6 aylık ekonomik maliyeti ne?” diye soran Gürcan şu rakamları veriyor:
“9 günlük Cizre yasağının ekonomik maliyeti 100 milyon TL ise kentlerde bir günlük sokağa çıkma yasağının maliyeti yaklaşık 10 milyon TL. Peki son 6 ayda çatışmaların olduğu kentlerde toplamda kaç gün sokağa çıkma yasağı ilan edildi. 18 il/ilçe merkezinde 54 kez sokağa çıkma yasağı ilan edildiği bölgede, toplamda 500 gün civarı gün sokağa çıkma yasağı ilan edildi.
10 milyon TL ile 500 günü çarptığımızda 5 milyar TL çıkıyor. Bu sadece sokağa çıkma yasağı olan günlerin maliyeti. Bu rakama günlerce kapalı kalan Habur Sınır Kapısı nedeniyle hem ihracatta hem de bölge ekonomisinde doğan kayıp, askeri operasyonların toplam maliyeti (intikal, yakıt, mühimmat vb.), bölgedeki iş gücü kaybı, kent merkezlerindeki yıkımın total maliyeti vb. kalemler konduğunda karşımıza ürpertici bir rakam olan yaklaşık 50 milyar TL rakamı çıkıyor (Bu total rakama Irak’a son 6 ayda dörtte bir oranında düşen yaklaşık 10 milyar TL’lik ihracat kaybı da dahil.)
Durum böyle. Kırsal alandaki savaş maliyeti ile kentteki savaşın maliyetini kıyaslayan Gürcan yazısının devamında şu verileri sunuyor:
“29 yıllık ‘KIRSAL’ çatışmaların toplam bilançosu 300 milyar TL. Son 6 aylık ‘KENTLİ’ çatışmaların bilançosu ise 50 milyar TL. Şu sonuca dikkat: Çatışmalar kentli olunca 6 ayda 29 yıllık kırsal çatışmaların toplam ekonomik maliyetinin yaklaşık altıda birine ulaşıvermişiz. Veya şöyle diyelim 1 aylık KIRSAL çatışmanın maliyeti 0.9 milyar TL iken 1 aylık KENTLİ çatışmanın maliyeti 8 milyar TL. Yani 1 aylık kentli çatışmanın maliyeti 1 aylık kırsal çatışma maliyetinin yaklaşık 8 katı… Bu aynı zamanda şu demek: Kentlerde çatışmalar sürerse 29 yıllık KIRSAL çatışmaların toplam maliyeti olan 300 milyar TL’ye çatışmalar şu tempoda devam ederse 4 yıllık KENTLİ çatışması ile ulaşıyoruz.”
Yani savaşın ekonomi politikası Türk devletinin sonunu getirecek boyutta. Ama AKP’liler diyordu ki, “Bizsiz istikrar olmaz!” Şimdi sadece savaşın ekonomik bilançosuna baktığımızda Türkiye’nin nasıl bir bataklığa battığını daha iyi görürüz.
Bu ekonomik veriler sadece Kürdistan’daki durumu zora sokmuyor. Aksine, Türkiye toplumu hızla yoksullaşacak. Askeri harcamalar arttıkça emekçilerin sırtına yeni vergiler binecek. Her şey zamlanacak. Türkiye sadece bir korku devleti değil aynı zamanda istikrarsızlığın boyutlandığı bir ülke haline gelecek.
Bütün bu maliyetleri, Rusya-Türkiye krizi, Türkiye-İran, Türkiye-Suriye, Türkiye-Irak krizi ile birlikte düşündüğümüzde gidişatın daha da kötüye gideceğini rahatlıkla söyleyebiliriz.
Peki Türk devleti bu direnişi kırabilir, kendi inkarcı sistemini sürdürebilir mi? Yine tabii ki hayır. Ve en kötüsü de AKP’lilerin yakasına sadece Kürtler yapışmayacak, Türkiye toplumundaki muhalefet giderek kabaracak. Tayyip Erdoğan’dan nefret edenler, Kürt sorununu yakından tanımaya başlayan Türkiye toplumu bir araya gelecek. Öyle ya da böyle, AKP’yi sarsacak.
Şimdi AKP’nin medyası, Tayyip Erdoğan’ın sopası ve tetikçiliği yapan Türk Silahlı Kuvvetleri, Polis çeteleri de yaşanan bu direniş karşısında çözülecek. Bunun başka bir yolu yok. Direnişin doğası bunu ivedilikle gerçekleştirecek. Dolayısıyla faşizmin zulmüne boyun eğmek en büyük hastalıktır. Faşizme karşı direnmek ve kendini yönetmek istemek özgürlüktür. Faşizmi savunmaya kalkışmak ise kişilik ve karakter bozukluğudur. Sapkın hastalıklara gidiştir…
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.