Sosyal bilimlerin temel hareket noktası soru sormak değil, doğru soruyu sormaktır. Dolayısıyla sosyal bilimleri salt soru sorma eyleminden ayıran da bu doğru soruları bulma birikimidir. Yani sorulan her soru bizi bir yere götürmez. Zira bulduğunuzu sandığınız o soruların daha önce sorulmuş olma ihtimali de vardır. Ancak ortaya koyduğunuz soruya verdiğiniz cevap sizi öncüllerinizden ve muadillerinizden […]
Sosyal bilimlerin temel hareket noktası soru sormak değil, doğru soruyu sormaktır. Dolayısıyla sosyal bilimleri salt soru sorma eyleminden ayıran da bu doğru soruları bulma birikimidir. Yani sorulan her soru bizi bir yere götürmez. Zira bulduğunuzu sandığınız o soruların daha önce sorulmuş olma ihtimali de vardır. Ancak ortaya koyduğunuz soruya verdiğiniz cevap sizi öncüllerinizden ve muadillerinizden ayırır. Bu sosyal bilimcinin düsturudur. Bunları bilmeniz ve uygulamanız için öyle profesör olmanıza da gerek yok. Sosyal bilimlere giriş 101’le yüzleşen her fani bunu bilir.
Gelin görün ki, Türkiye gibi bilimsel alandaki varlığı yokluğu ile mütenasip mecralarda en temel metodolojilere dahi ihtiyaç duyulmuyor. Bilim insanı vasfı kendinden menkul YÖK’ün rahleyi tedrisinden “solcu” profesörler de buna dahil. Hele söz konusu Kürtler, Kürt Özgürlük Hareketi, PKK Lideri Abdullah Öcalan olduğunda en temel bilimsel verilerin yerini kişisel sığ safsatalar alıyor. Bu başlıklarda etik kuralların esamesini dahi görmek mümkün değil.
Bu prototipin birçok örneği var elbette. Ama bunların en aymaz, en utanmazı en dikiş tutmazı muhakkak ki Prof. Murat Belge. Diğer “uzmanlıklarının” dışında turizm rehberliği ve yemek konusundaki kaynak kullanım metodunu bilmiyorum ancak Kürt sorunu konusunda ağırlıklı olarak işkembeyi kübradan faydalandığı muhakkak. Prof. Belge geçmişte birçok kez, “yazılı ve görsel Kürt kaynaklarını takip etmediğini” ifade etti. Bu alandaki birikimini söz konusu kaynakları takip eden yakın dostlarından dinleyerek oluşturduğunu de gizlemiyor Prof. Belge. Bu “engin birikimi” ile yazmaktan da geri durmuyor. Hatta bu birikimle uluslararası akademik toplantılara da katılıp konuşuyor.
Suriye’de iç savaş patlak vermiş. Kürtler Rojava’da inisiyatifi ele geçiriyor. Bakın o günlerde Prof. Belge, Taraf Gazetesi’nde “Ortadoğu ve Kürtler” başlığı ile (5 Ağustos 2012 günü) yayınlanan yazısında ne diyor:
“Benim asıl değinmek istediğim konu, Kürtler konusu. “Suriye” dendiğinde ilk akla gelecek konulardan biri Kürtler olmazdı Türkiye, İran ve Irak’a benzemezdi bu bakımdan. Ama şimdi öyle değil, ‘Suriye’ başlığı altında sıralanacak belli başlı konulardan biri oldu…”
Prof. Belge, Suriye’de kimliksiz yaşayan milyonlarca Kürt’ten ve onların mücadelesinden 2012’de o da ancak iç savaş çıkınca haberdar oldu. Bugün de Türkçe’de yayınlanmış onlarca kitabı olduğu halde PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın Demokratik Özerklik konusundaki görüşlerini ABD basınından takip ediyor. Ancak burada da hangi yazarın yazısından öğrendiğini hatırlamıyor. Elbette burada soyadından hareketle “belge” şakası yapmayacağım ama bir akademisyenin kalem oynattığı bir konuda sözünü hangi kaynaklara-belgelere dayandırdığını belirtmesi gerekmez mi. Tabii şu da denebilir, kimler olduğu bilinemeyen arkadaş sohbetlerinden en azından adı belli bir gazeteye terfi edilmiş anektodlar profesörü Belge.
Bir ‘bilim adamı’nın sefaleti!
Taraf Gazetesi’nde “Kürt sorunu ve özerklik” başlığı ile 27 Aralık (Pazar) günü yayınlanan yazısında “Plan programdan yoksun” Kürtlerin “özerkliğinin” ise karmaşık bir “hikaye” olduğu kanaatinde Belge. Neye dayanarak mı? Yazarını ve yazarının atıfta bulunduğu düşünürün adını hatırlamadığı International New York Times’da yayınlanan bir yazıya abanarak.
Şöyle diyor Prof: “Özerklik”, bu da başka, karmaşık bir hikâye. Geçenlerde International New York Times’da bir yazı okumuştum, Rojava’da ders veren bir Amerikalı’nın yazısı. Gazeteyi saklamadığım için şimdi hiçbir isim aklımda değil. Onun dediğine göre Öcalan yaşını başını almış bir Amerikalı anarşistin kitabını okumuş. Adam, bazılarımızın bir süredir anlattığı bir düşünceyi savunuyor. “İlle iktidar olmak şart değil,” diyor. Bir düşünsel olgunluk düzeyine geldiğinde iktidar olmadan da bir “toplumsal belirleyici” olmak mümkündür. Bu yazıya göre Öcalan da fiilî sınırlar değişmeden özerklik olabilir düşüncesini savunmuş. Bir gazete yazısından büyük genellemelere yönelmek doğru da değil, mümkün de değil. Ama o yazıdaki veriler doğruysa, herhalde Öcalan’ın anlatmak istediği “özerklik” sokaklara hendek kazmakla erişilecek bir özerklik değildi.
Kendine bilim adamı diyen birinin sefaleti! Bu satırların neresinden başlayayım? Belge bir gazeteden alıntı yapıyor ama gazetenin adı dışında başka hiçbir bilgi yok. “Gazete haberi üzerinden genelleme yapılmaz” diyor ama kesin yargılara ulaşabiliyor. Yazarın adını hatırlamıyor çünkü gazeteyi saklamamış. Gazetecinin atıf yaptığı düşünüre gelince, kullandığı dile bakılırsa Belge, “yaşını başını almış” diyerek değerini düşürmeye çalışıyor kendince. Oysa bir fikir sahibinin yaşının ne önemi olabilir söyledikleri karşısında. Kaldı ki bahse konu düşünür Murray Bookchin’dir ve yaşadığı dönemin en önemli düşünürlerindendir. Ancak Belge, Bookchin’e atfedilen görüşlerin belli ki kendisinin de aralarında olduğu bir grup tarafından bir süredir zaten dillendirildiğini söyleyecek kadar da ileri giderek bu görüşlerin özgün bir yanı olmadığının altını çizmeye çalışıyor. Ancak Belge’nin yazıya da güveni yok. Onun için de “O yazıdaki veriler doğruysa” diye de okuru da uyarıyor.
Düşmanlığa varan kibir
Prof. Belge demokratik özerklik ilanından da Kürdistan sokaklarında direnen Kürt gençlerinden de rahatsız. Victor Serge’nin önceki yüz yıl başına uzanan anılarından alıntı yaparak Kürdistan’daki direnişi bakın nasıl “analiz” ediyor:
“Durumlarını protesto ediyor ve savaşıyorlar. Savaştan bir şey kazanmayı umuyorlar. Önlerinde “rasyonel” denecek bir plan- program yok. Ama dövüşmek onlar için bir varoluş tarzı. Başka bir varoluş tarzı da bilmiyorlar, tanışmamışlar. Victor Serge’in bu Belçikalı arkadaşlarından doğu ve güneydoğu illerimizde çok sayıda bulunduğu kanısındayım. “Çok sayıda.” Bu toplumun bu yönde değil de şu yönde yoluna devam etmesini belirleyecek kadar kabarık bir sayı değil; ama herhangi bir yönde devam edemeyip olduğu yerde debelenmesine yol açmaya yeter.”
Prof. Belge’ye göre Kürdistan direnişi ile geçen yüzyıl başındaki Belçika büyük benzerlikler taşımaktadır. Dolayısıyla Kürdistan direnişi bırakın bir dönüşümü, gelişimin önünde bir engeldir. “Ben okumuyorsam yoksun” diyen Belge’ye göre Kürt siyasal hareketinin bir plan ve programı da yoktur.
Belge önce Kürdistan şehirlerinde direnen gençleri tanıdığını söylüyor ardından da asıl salvosunu yaprak bakın Kürt direnişine nasıl saldırıyor: “Ben o ‘başka türden insanlar’ı Hakkâri’de görmüştüm: ellerinde taşlarla yolumuzu kesen on dört on beş yaşlarında delikanlılar… PKK ile bir gerilla hareketi olarak başlayan Kürt direnişi, bunca yıl sonra, böyle bir noktaya geldi.”
Üniversitede hocalık da yapan Prof. Belge’nin bir öğrencisi hazırladığı bir ödevde, “Geçenlerde International New York Times’da bir yazı okumuştum, Rojava’da ders veren bir Amerikalı’nın yazısı. Gazeteyi saklamadığım için şimdi hiçbir isim aklımda değil. Onun dediğine göre…” biçiminde cevap verse. Ya da Prof. Belge, düzenlediği şehir turlarında örneğin Ayasofya’yı bir arkadaşının anlatımı üzerinden aktara bilir mi müşterilerine? Veya hazırladığı yemek kitabında hünkarbeğendiyi daha önce yemiş bir arkadaşının anlatımından aktarsa o kitap yayınlanır mı?
Türk aydınının, Kürt sorununun Kürt Özgürlük Hareketi ve Lideri Öcalan’ın perspektifi ile ele alınması söz konusu olduğunda iktidarla hemhal oluşu salt iktidar bağımlılığı ile izah edilemez. Bu kadrolar kendi toplumsal gerçekliğinin uzağına savrulalı uzun zaman oldu. Örgütlü Kürt muhalefeti karşısında takındıkları, düşmanlığa varan kibir ontolojik bir sorunsal. Bu nedenle Belge örneği bizim için yeni değil. Yılmaz Güney bu aydın tipolojisinin yapısını çözeli uzun zaman oldu:
“Bir gün nereli olduğumu sordular: Babam Sivereklidir dedim. Siverek adına şaştılar, hiç duymamıştılar. Nerdedir bu Siverek? Dediler. Siverek Napoli’nin kazasıdır dedim. Düşündüler bir süre birbirlerine bakındılar. Biz İtalya’yı çok iyi biliriz. Yanlışınız olmasın. Napoli’nin böyle bir kazası yoktur. Siverek İtalya’da olsa bileceklerdi. Gelelim Siverek Urfa’nın bir kazasıydı. Urfa da Türkiye’de bir şehirdi. Bizim memleketin insanları iyidir, akılları çoktur; İtalya’yı bilirler, Fransa’yı bilirler Çiniştanı, falanistanı bilirler, lakin kendi yurtlarını bilmezler. Dünyanın öte ucundaki ülkelerin yardımına koşmak için can atarlar. Onlar için şiirler yazar, onlar için ağıt yakarlar. Falanistan köylüsünün acısını anlatan kitaplar kapışılır, benim memleketimin insanlarına sırtları dönüktür, onları görmezler, göremezler.”
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.