Bayram değil seyran değil kapitalistler bizi neden öpüyor?
Bayram değil seyran değil kapitalistler bizi neden öpüyor?
Malumunuz birkaç gün evvel baba olan feysbuk siyosu Mark Zuckerberg, bugünkü piyasa değeri yaklaşık 45 milyar dolar olan feysbuk hisselerinin yüzde 99’unu bağışlayacağını açıkladı. Sağdan ve soldan tüm liberalleri çocuklar gibi heyecanlandıran bu bağışın hangi akla hizmet ettiğini görmek için aslında teleskoba gerek yok.
Kendi kendine bağış yapan şaklabanlar…
Kot pantolonlu zengin züppelerden Bill Gates malvarlığının önemli bir kısmını Bill ve Melinda Gates Vakfı’na, Michael Dell servetinin bir kısmını Michael ve Susan Dell Vakfı’na, Mark Zuckerberg de hisselerinin yüzde 99’unu TÜRGEV’den farkı olmayan Chan Zuckerberg Girişimi Ltd’ye (yani karısına) bağışladı. Paranı sağ cebinden çıkartıp sol cebine koyuyorsun. Bunu da filantropi diye insanlara kakalıyorsun. Yersen… Yiyenler var tabi, maalesef. Ben de tasarruflarımı Aba Ailesi Garanti Bankası Ortak Hesabı’na bağışlıyorum zaten.
Üstelik, Chan Zuckerberg Girişimi bir vakıf bile değil, limited şirket. Yani paranın hayır işlerine harcanma zorunluluğu dahi yok. Zuckerberg bu parayı ister hayır işlerine harcar, ister kamusal eğitimin kökünü kazıyacak lobicilik faaliyetlerine, isterse ilerde kâr potansiyeli olan yatırımlara. Kâr amacı gütmeyen ama milyarlarca dolar kâr eden bir limited ve hayır ‘şirketi’(!). Kocaman bir oksimoron. Devasa çelişkiler…
Chan ve Mark, en son New Jersey’deki eğitim sisteminin iyileştirilmesi adına 100 milyon dolar harcamışlar ve neredeyse hiçbir olumlu sonuç elde edememişlerdi. Resmen çöpe atılmış bir 100 milyon dolar. Attıkları taş ürküttükleri kuşa değmiyor. Bilgisayardan anlıyor olabilirler ama gerçek hayır işinden anlamadıkları muhakkak. Bu zamana kadar başarılı olmuş bir dolarlık hayır işleri dahi olmayan Chan ve Mark Zuckerberg çiftinin kendi kendilerine bağışladıkları bu 45 milyar doları hangi batık ya da ideolojik projelere harcayacaklarını merakla bekliyoruz.
Benzer bir durum Bill Gates için de geçerli. Dikkat edin medyada hep ‘İyilik meleği Bill Gates şu kadar milyar dolar bağış yaptı, şak şak şak…’ gibilerinden haberler duyarsınız, hiçbir zaman ‘Bill Gates’in cömert bağışları sayesinde somut ve büyük kazanımlar elde edildi’ diye haberler duymazsınız.
Mesela, ALEC… Amerika’da şirketlerin çıkarları yönünde yapılacak kanunları yazan, siyasi pozisyonu net bir şekilde kapitalistlerden yana olan, her yıl gizli toplantılar yapan, vakıf statüsünde parazit bir kurum. Bill ve Melinda Gates Vakfı, ALEC’in en büyük sponsorlarından biriydi. Bu karanlık ilişki ortaya çıkınca imaj değerini kaybetmemek için yaptıkları bağışı kesmek durumunda kaldılar. Çevir kazı yanmasın.
Sadaka malı eksiltmez arttırır…
Diye buyurmuş peygamberimiz (s.a.v.). Çok haklı. Bugün muhasebe, işletme ve vergi mevzuatından 2 gram nasibini almış herkes bu bağışların hangi akla hizmetle yapıldığını bilir.
Yüzyıllardır yaptığı hayır işleriyle rüştü ve güvenilirliği ispatlanmış yüzlerce hayır kurumu dururken bu zibidiler neden kendi adlarına vakıf ya da yeni bir şirket kurup parayı oradan oraya hortumluyorlar? Tabii ki vergi kaçırmak için. Vergi kaçırmak derken yasadışı bir faaliyetten değil, mevzuata uygun vergi muafiyeti sağlamaktan bahsediyoruz.
Hani hadislere göre Kuran-ı Kerim’in parayla alınıp satılması caiz değildir ya; ama sahaf amca, mümin kardeşine kitabı ‘hediye’ eder, mümin kardeş de sahaf amcaya kitabın fiyatı kadar ‘bağış’ yapar. Böylece hadisin etrafından dolaşmış olurlar, hesapta. Kimi kandırıyorlarsa?! Aynı şekilde ‘insider trading’ yasalarla engellenmiştir fakat içerden kendinize ‘hediye’ vermeniz yasak değildir. ALEC sayesinde yasalarda ‘bırakılan’ bu boşluk milyarlarca doları vergi sisteminin dışına çıkarmak için yasal zemini oluşturuyor.
Vergi vermek, günahlarını istesen vermeyecek bu vampir kapitalistlerin korkulu rüyasıdır. Bunlar sana canını verir, vergisini vermez. Bunların sekreterleri emlak vergisi verir, bunlar vermez. Bahse girerim ben IRS’ye Mark Zuckerberg’ten daha fazla vergi veriyorumdur. İyi bir muhasebeci şirketine yasal yollarla en düşük vergi ödeten muhasebecidir. Amerika’da din ve kilise kisvesi altında nasıl vergi kaçırıldığını daha önceki bir yazımda Pastafaryanizm ve Scientology dinlerine referansla izah etmiştim. Obama hükümeti, sözde hayır kurumlarına ve kiliselere uygulanan vergiden düşme oranını azaltmak için mücadele ettiyse de demokratların fendi kapitalistleri yenemedi. Lobiciler her türlü girişimi başarıyla engellediler.
Mark Zuckerberg biriken sermayesini şirkette tuttuğu takdirde en yüksek vergi aralığından devlete sermaye/kazanç vergisi vermek zorunda kalacaktı, maazallah. Sonra devlet gider evsizlere, yoksullara yardım falan eder, ücretsiz sağlık hizmeti filan verir. Amerika’da toplumsal bir bölüşüm olur, Allah korusun. Oldu olacak komünizm de gelsin bari (!).
Ortanın solu, Moskova yolu..
Bülent Ecevit’in ‘Ortanın Solu’ kitabındaki duruşu hayır işleri ile sosyal devlet arasındaki ahlaki farkı net bir şekilde ortaya koyar:
“Bazı kimseler, böyle duygu ve isteklerin kendilerine yüklediği sorumluluk ve ödevi hayır işleriyle, sosyal yardım çalışmalarıyla yerine getirmeye uğraşırlar. Bu türlü çalışmalar saygıdeğerdir ve bir ihtiyaçtan doğduğuna göre yararlıdır.
Ama asıl gerekli olan o ihtiyacı kaldırmak, bazı insanları hayır derneklerinin ilgisine, sosyal yardıma muhtaç olmaktan kurtarmaktır. Sosyal yardım, insanca duygulardan doğduğu yerde, asil bir çabadır.
Ama asıl gerekli olan, sosyal yardıma ihtiyaç duyurmayacak bir sosyal güvenlik ve sosyal adalet düzeni kurmaktır”
Ama maalesef, kimisi ahlaki değerleri kıt, kimisi de çok naif bazı insanlar, kazara milyarder olan bu düzenbazların göstermelik lütuflarına muhtaç bir sadaka kültürünü ezilen dünya halklarına reva görüyorlar.
Amerika, G-20 ülkeleri arasında sosyal devlet harcamaları en düşük olan, ama özel bağış hacmi en yüksek olan ülke. Yani sistem devlet aracılığıyla adil bir toplumsal bir bölüşüme gitmek yerine ultra zenginlerin vergi kaçırmasına göz yumuyor. Zenginler de kaçırdıkları kara paranın sadece çok küçük bir kısmını gerçek hayır işlerinde harcayarak marka yönetimi yapıyorlar. Resmen yasal hırsızlık.
Öyle bir toplumsal karar alma mekanizması düşünün ki paranın nereye harcanacağına çok zengin 40 tane züppe, kişisel hobilerine göre karar veriyor, halklar değil. Mesela bu aralar Bill Gates’in hobisi tuvaletler. Herif tuvaletlere milyonlarca dolar harcamış. Yemek yerken aklına bir şey geliyor, 100 milyon dolar yatırayım diyor, kafasına göre. Ortadoğu’daki halkların Bill Gates nezdinde bok kadar değeri yok yani.
The Social Network
Kişisel gelişim meraklılarının yarı-dahi ve başarı abidesi olarak gördüğü Zuckerberg’in hikayesini anlatan The Social Network diye sansasyonel bir Holivud filmi vardı. Mark Zuckerberg’in zengin olmak için proje arkadaşlarına satış koymak ve fikir hırsızlığı dahil her türlü şerefsizliği yapan dolandırıcı bir adam olduğu görülse de reklamcılar bu filmi ilham verici, işte profesyonellik bu, müthiş bir başarı öyküsü gibi kişisel gelişim sloganlarıyla pazarladılar. Sonuçta CEO olmaya giden 8 adımdan biri de rasyonel olmaktır. CEO olma yolunda, yanındaki insanlar senin için arkadaş değil, rakiptir. Başarılı olmanın yolu, etrafındaki herkesi rakibin olarak görüp gerektiğinde onlara çelme takabilecek kadar ahlaksız olabilmekten geçer. Bizim ahlaksızlık dediğimiz bu hareketlere iş dünyasında ‘profesyonellik’ denir. Filmde Zuckerberg, hiçbir gerçek arkadaşı, yani gerçek bir sosyal ağı olmayan ama dünyanın en büyük sanal sosyal ağını kontrol eden bir ‘profesyonel’ olarak resmediliyor.
NYU’da finans profesörü olan David Yermack’ın bilimsel araştırması bu sözde filantrokapitalistlerin gizli gündemlerini, bağışların zamanlaması ile şirketlerin hisse değerleri arasındaki ilişkiyi inceleyerek ifşa ediyor. Araştırmaya göre siyolar, şirketin hisse değerleri tepe noktasına ulaştığında (içerden gelen bilgiyle düşeceği tahmin edilen noktada) mega bağışlar yaparak parayı sözde hayır kurumlarına kaçırıyorlar. Dikkat ederseniz Bill Gates en büyük bağışlarını “akıllı telefon yarışına girerken izlediğimiz yol yanlıştı” açıklamasından sonra yaptı. Microsoft Windows’un artık bir geleceğinin kalmadığını ve ‘yeni teknolojiler’ trenini kaçırıp Apple ve Samsung’a ezildiklerini anladığı noktada parsayı kendi vakıflarına hortumladı, tabii ki vergisini ödemeyerek. Kaldı ki Mark Zuckerberg karısına hediye ettiği yüzde 99’luk hisseyi bir kerede değil, hayatları boyunca değerlendirecekler. Yani o hisselerin bugünkü reel değeri 45 milyar dolar olmayacak. Kendileri öldükten sonra bile bu yandan çarklı hayır şirketindeki paralar çocuklarına, hatta torunlarına kadar 1 kuruş vergi vermeden aktarılabilecek.
Dünyayı kurtaramayan züppe
Yahu zaten bir düşünün…
Hayat hikayesi ve başarıları Ali Cengiz oyunları üzerine kurulu bir üçkağıtçı, sevabına hayır işi yapar mı, aklınız eriyor mu? Mark Zuckerberg Noel Baba mı? Bunlar gelir vergisinden yırtmak için kendi maaşlarını 1 dolar gösterip, sonra TED konuşmalarında pişkin pişkin ‘önemli olan maddiyat değil, insanlık için fark yaratmak’ gibilerinden dalavereler çeviren, ofislerinde muhtemelen Mr. Burns misali ellerini ovuşturan, yarım sosyopat, yarım psikopat insanlar.
Zuckerberg’in siyasi pozisyonunu netleştirmek gerekirse, önümüzdeki seçimler için Cumhuriyetçi Parti’nin aday adayı olan ince faşist Marco Rubio’yu finanse ettiğini söylemek yeterli olur sanırım. Hatta geçenlerde Donald Trump, Marco Rubio’yu Mark Zuckerberg’in kişisel senatörü ilan ederek eleştirmişti.
Bu kampanacılar temiz kalpli, eli açık, gönlü zengin, iyilik meleği insanlar olarak pohpohlanacaksa eğer; Keriz Feneri davasında hapis cezası alanların, Jet Fadılların, Süleyman Mercümeklerin, Selçuk Parsadanların, Sülün Osmanların günahları neydi o zaman? Günahları marka yönetimlerinin zayıf olması ve arada ters esen siyasi rüzgarlara yenik düşmeleri. Yoksa onlar da tıraştan bir iki hayır işi yaparlardı pekala.
Şu bir gerçek: Dünyanın en zengin işadamlarının bugüne kadar yaptığı mega bağışların (iyi niyetli dahi olsa – ki değil) insanlığa katkısı sıfıra yakındır. Filantropi, sadaka kültürüdür, kapitalizmin el çabukluklarından biridir. Asıl gerekli olan insanların bir avuç ahlaksız züppenin eline bakmak durumunda kalmadığı, herkesin kendi ekmeğini kendi emeğiyle kazandığı bir üretim biçimidir. Halkların, üreten ve yöneten olduğu demokratik bir sosyalizmdir…
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.