Sesini bodrum katlarından dışarıya duyurmaya çalışan Cizre, “Hala yaşıyoruz” diyor, çünkü hala direniyor…
Abluka altındaki Cizre’de, bir bodrum katından İstanbul’daki dosta yazılan aşağıdaki mektuplar, tank ve top atışları altında direnen bir kentin 6 gününü zihnimizde canlandırmamızı sağlıyor. Elektrik yok, su yok, evlerin duvarlarında açılan delikleri saymazsak yol yok, koridorda tedavi görmeyi kabul etmezsen doktor yüzü yok, devletten gelen “terk edin” SMS’lerine itibar etmeyen az sayıda öğretmeni saymazsak vaktiyle güllerle karşılanan öğretmenler de yok… Ama her şeye rağmen yaşam var, direniş var. Sesini bodrum katlarından dışarıya duyurmaya çalışan Cizre, “Hala yaşıyoruz” diyor, çünkü hala direniyor…
16 Aralık: Nereye gideceğiz?
Evdeyiz. Yasef Mahallesi’nden silah ve top sesleri geliyor. Polis anons yapıyormuş, “mahalleyi boşaltın” diye. “Mahalleye gireceğiz, siviller çıksın” diye. Burada herkes sivil, nereye gideceğiz? Zaten yakın olan yerler kapalı, hiçbir yere gitmeyeceğiz. Asla başaramayacaklar. Bizler halkız. Onlar kaybedecek. Bunca zaman anlamadılar mı? Binlerce insan var nereye gideceğiz? Akıllarını kaçırmışlar. Bir şekilde bunların duyulması gerekiyor. Hiç uyumuyoruz.
Şu anda ne diyeceğimi bilemiyorum.
Endişeyle bekliyoruz, her taraftan saldırmaya başladılar. Mahallede (Cudi) herkes dışarıda. Az önce Salih Edim adlı çocuğun başından vurulup mahallemizde öldürüldüğü söyleniyor.
Allahım neredesin, duy artık bizi.
* * *
17 Aralık: Dışarı çıkamıyoruz
Hocam orada mısınız? Şimdilik iyiyiz, dünden beri elektrikler yok. Neredeyse şarj bitecek. Durum kötü, hiç durmuyor top atışları. Muhtemelen elektrikleri bilinçli kestiler. Kimseye ulaşamıyoruz. Artık dışarı çıkamıyoruz. Dışarısı çok tehlikeli. Mahalle girişinde önce top atıyorlar, sonra tarıyorlar. Telefonum kapanmak üzere.
Şu anda çok şiddetli saldırılar oluyor, bizler burada ölürken ülkenin diğer yarısı nasıl sessiz kalır?
Dün öldürülen Hatice Şen’in cenazesi evde çocuklarının gözü önünde bekletiliyor.
Hala insanım diyen herkese sesleniyorum, gecen seferki gibi cenazelerimizi buzdolaplarında mı bekletelim? Az önce yanan okulda kardeşim okuyordu.
Araba aküsünden telefonu şarj ettim.
İnşallah en kısa zamanda biter. Teşekkürler, desteğiniz için. Keşke herkes üzerine düşeni yapsa. Siz de bahçenizdeki elmaları topluyorsunuz. Hocam siz uyumayacak mısınız? Hadi ben uyuyamıyorum. Birlikteyiz o zaman.
* * *
18 Aralık: Elektrik yok, su bitmek üzere
Cudi Mahallesi’nde insanlar tanklara karşı sadece ses çıkarma eylemi yapıyor zılgıt sesleriyle… Botan halkı güçlüdür. Direnmek yaşamaktır…
Hala yaşıyoruz, aşağıda bir odamız var, oraya indik.
Yasadığımız sıkıntıları nasıl anlatsam, annemin hastalığını biliyorsunuz. Elektrikler yok, kalan suyumuz da bitmek üzere. Bugün atılan top atışlarının parçaları bizim eve kadar geldi. Aşağıdaki sokakta top parçaları iki kadını yaraladı. Gözümün önünde birinin göğsüne, diğerinin de parmağına parçalar isabet etti. Göğsünden yaralanan kısa bir baygınlık geçirdi. Kendi imkanlarımızla saplanan parçayı çıkarttık. Ülkenin diğer yarısı hala suskun. Bunu ancak hep birlikte durdurabiliriz. Daha fazla insan ölmeden durdurulması gerekiyor. Lütfen çocuklar için, geleceğimiz için. Yarınlara umutla bakabilmemiz için… Bu karanlıktan kurtulmamız için. Eğer daha fazla camimiz yakılmaya devam ederse artık kimse bu halkı durduramaz. İnanmak istiyorum sizinle birlikte… Cudi’nin eteklerindeki Dicle nehri, hep ölüm kokan şehir, Cizre… Şu anda o kadar karanlık ki bu şehir, sessizliği bozan silah sesleri… Her seste biraz daha yıkılıyor şehrim. Araba aküsü çalıştığı sürece telefonu şarj edip size ulaşmaya çalışacağım hocam.
* * *
19 Aralık: Bodrumdayız
Telefonu yeni açabildim. Çok iyi sayılmayız, saldırılar gittikçe artıyor. Evdeyiz. Hiçbir yere gitmiyoruz. Burası toprağımız, evimiz nereye gidelim. Annemin hastalığı tekrar başladı. Biliyorsunuz ameliyat olmuştu, tam olarak iyileşememişti. Dünden beri kusmaya başladı. Dışarı çıkarmaya çalıştık, belki hastaneye ulaşırız diye. Ama ancak bizim iki sokak ötemize götürebildik.
Şehirden çıkamıyoruz. Gitsek de doktor yok. Çaresizlik içinde bekliyoruz. Geçen seferki yasak sekiz gün sürmüştü, 22 canımız gitmişti. Bu sefer kaç kişi ölecek? İnanın yarısını bile anlayamazsınız yaşadıklarımızın. Hakikat ancak buraya gelince öğrenilir. Şu anda bizim yaşadığımız ne? Dün geceki, top atışlarının en şiddetlisiydi. Bizim sokaktaki evlerin camlarına, demir kapılarına isabet etti. Herhalde genelkurmay başkanı gelişine… Demek ki bizden çok korkuyorlar. Nerdeyse nüfusumuzdan çok asker ve özel harekatçı, komutan geldi.
Sanırım hatlar kesildi. Hangi ahlaka sığar bir şehri tanklarla kuşatıp, her kafasını çıkaranı terörist deyip vurmak. Evet her sesini çıkaranı susturmaya çalışıyorlar. Cizre’de, Silopi’de, Sur’da, Nusaybin’de yasayan insanlar, hepsi halk, sivil insanlar.
Cizre’nin nüfusu 120 bin. Bunca insanın yaşadığı şehri hapishaneye çevirdiler. Şimdi ne olacak bunca insana? Amaç ne? Nereye göç edecek bu insanlar? Mezopotamya’yı kapatıyorlar. Bu sağlıklı bir durum değil. Buradaki insanlar çok güçlüdür. Daha önce de aynı şeyleri yaşamışlar.
Ama bir fark var. Artık eskisinden daha güçlüler, daha güçlüyüz. Bu yaşadıklarımız herhangi bir Batı şehrinde yaşansa, bu kadar dirençli olunur mu? Hangi yüzyılda yaşıyoruz? Elektrik yok, su yok. Rusya’nın doğalgazı kesme ihtimali bile korkuturken bizlerin yasadıklarına bak.
Ben Ankara’dayken bir kadın yanıma yaklaştı; “Size bir şey sorabilir miyim?” “Buyurun,” dedim. Bana “nerelisiniz” diye sordu. Ben de “Şırnak, Cizreliyiz” dedim. Kadının bana cevabı “Sizin orda sizin gibi yaşayan insanlar var mı?” oldu… “Gelin bir, belki sizden daha iyi yaşayan insanlar görürsünüz.”
Evet bizlerden haberleri bile yok. Görmemiş bile olsa hiç mi sorma gereği duymamış.
Sizinle konuştum, biraz da olsa iyi hissediyorum. Şu anda çok şiddetli sesler gelmeye başladı.
Sizin gibiler olduğu sürece umut var demektir.
Bodrumdayız.
Bir an önce bitmesini bekliyoruz. Şarj bitiyor, akü ne kadar dayanır bilmiyorum.
İnanın bizler o kadar umutluyuz ki. Bitecek biliyorum, biraz sancılı olacak belki ama bitecek.
Sağ olun desteğiniz için.
Ben de arama fırsatı bulursam konuşurum.
Size çatışma sesleri yollayacağım WhatsApp’tan.
Yolladım.
Yavaş geliyor, alt katta internet az çekiyor.
Bugün Taksim’deki olaylardan biraz haberim oldu.
Siz neredesiniz, dikkat edin
Nerden ne geleceği belli olmuyor.
* * *
20 Aralık: Ya arkasına bakmadan gidenler
Ne yapalım uyuyamıyoruz. Yedi gün oldu.
Çok aç hissettiğimizde yemek yiyoruz. Aşağıda küçük bir tüpümüz var. Erzak bitene kadar artık.
Alışveriş yok. Burada herkesin evinde çok erzak var.
Zaten olmayan olandan alır. Herkes birbirine yardım ediyor. Sıkıntı su ve çocuklar. Keşke sadece onları uzak tutabilseydik.
Biz kuyu suyu kullanıyoruz.
Ama elektrik gelmezse o da bitecek. Mahallede iki evin var herkese dağıtıyorlar. Elektrik gelmezse jeneratör de bitecek.
Yasağın ikinci günü belediye çalışanı su vanasını açmak isterken kolundan vuruldu. Maalesef aldığımız bilgiye göre kolunu kesmişler.
Bu çok acı gerçekten. Kullandıkları nasıl kurşunsa vücudun herhangi bir yerine denk geldiğinde ya ölüyorsun ya da organın kesiliyor. Sanki zehirli kimse kurtulmuyor.
Gecen seferden biliyoruz bu sefer de aynı şeyler oluyor.
Bugün vurulan o hamile kadın…
Kurşun annenin sırtına isabet etmiş sonra da bebeğin sırtını delmiş.
Allahım nasıl bir acı. Ağlamamak için kendimi zor tuttum.
Ve bu akşam saatlerinde öldürülen Zeynep Yılmaz bir süre sokakta kaldı, kimse müdahale edemedi. Sonra nereye götürdüler bilmiyorum.
Muhtemelen bu akşam evde kalır, yarın çıkabilirlerse morga götürürler. Bugün o dedenin (Selahattin Bozkurt) cesedini kardeşi ve bir iki kişi taşıyarak caddeye çıkardılar. Ambulans izin aldıktan sonra cesedi almaya geldi.
Zaten hastanede sadece polisler var. Diyaliz hastaları vardı.
Onları da hastanenin koridoruna çıkarmışlar.
Kabul ederseniz böyle, etmezseniz evinize gidin demişler.
Ne hizmeti?
Hastaların bulursam fotoğraflarını yollarım.
Bundan önce diyaliz bölümüne roket isabet etmişti.
Başka bölüme sevk etmişlerdi hastaları, oradan da polisler attı.
Şu anda sanırım doktor yok.
Bildiğim iki sağlık çalışanı, bir de acil doktoru var. Hastanede kalıyorlar. Yedi gündür hiç dışarı çıkmamışlar, yarın izin verilirse çıkacaklar.
Burada doktor sayısı çok azdı, yasakla birlikte onlar da gitti.
Kimse gitmiyor hastaneye. Yaralılar var, evet. Çoğu kendi imkanlarıyla tedavi oluyor.
Neyse ki bu sefer cenazeleri morga götürüyorlar.
Allah yardımcımız olsun. Bu sesler hiç durulmuyor. Evet geçen seferki yasakta -bunu söylemek çok zor hala aklıma geldiğinde gözlerim doluyor- cesetler buzdolaplarına konuldu. Çok sıcak olduğu için buradaki herkesin derin dondurucusu var. Elektrikler de şimdiki gibi o zaman da yoktu.
Öğretmenler gidiyor.
Halbuki bizler, öğretmenleri güllerle karşılamıştık. Çocuklarımıza okumayı öğreteceklerdi.
Kalan çok az. Kalanların başımızın üstünde yeri var. Ya arkasına bile bakmadan gidenler, nasıl dönerler? Onlar tekrar geldiklerinde ya bazı sıraları boş görseler hiç mi vicdanları sızlamayacak? Kimden korkuyorlar onlara yemekler yapan halktan mı yoksa bir mesajla memleketinize dönün diyen devletten mi? Kalsalar kendi canımızdan önce onlarınkini korurduk. Buradaki birçok insanın canını en çok bu yaktı. Devlet “Siz çıkın, geride kalan 80 bin öğrenci ölse ne olur, kalsa ne olur” dedi.
Kız kardeşim hiç çalışamıyor. Bütün sene sürekli kaos ortamı. Dershaneye yolladık hiç gidemedi. Diyarbekir’de okumak istiyor. Bu gidişle hiçbir bölüm kazanamaz. Sürekli haksızlığa uğradığımız için hukukçu olmak istiyor.
Bugün de ders çalışması için ısrar ettim ama seslerden dolayı çalışamıyorum deyince bir şey diyemedim. Hiç durmuyorlar. Size yolladığım o ses kaydını bodrumdan kaydettim. Oraya bile bu kadar ses geldiğine göre dışarıyı siz düşünün.
Hiçbir hendeği geçemediler. Ama bilmediğimiz silahları kullanıyorlar. Tanklar da çok uzağa atış yapabiliyor. Cudi mahallesinin tepesinden içine geliyor toplar. Keskin nişancılar var, dışarıda gördüklerini vuruyorlar.
Evet birlikte tepeye çıkmıştık. Orada hendek yapamıyorlar, dağlık bölge olduğu için. Hendeklerde kum torbaları var. Sünger gibi düşünün. Henüz hiçbir mahalleye giremediler. Sadece kadınlarımıza kalsa taşla geri püskürtür. Bundan korkuyorlar. Hendeğin içine doğru patlayıcılar var.
Bize yaptıkları meşru değil.
Askerlesin çoğu paralı. Askerliğini bitirmiş gönüllü.
Sivil hiçbir er gelip de halka sıkmaz
Sadece zorunlu olduğu için gelmiştir.
Bu saat oldu hala durmadan devam ediyor
Hiç mi durmazlar?
Sürekli helikopterler dolaşıyor.
Askere desteğe helikopter geliyor.
Şarj bitiyor.
İyi geceler hocam
Sağ olun yalnız bırakmadığınız için.
* * *
21 Aralık: Bu duvarın deliği niye bu kadar dar?
Bugün yaşadıklarım bir hikaye gibi.
Gece sabaha karşı uyumuşum.
Sabah acaba ne olmuş şehrime, neresi yıkılmış, yanmış mı deyip sığınaktan çıktım.
Sabah saatlerinde çok top atıyorlar.
Gökyüzüne baktım yükselen siyah duman var meğer gene okulu yakmışlar. Bizim yukarıdaki iki katlı eve top isabet etmiş.
Her şeye rağmen doğan güzel bir güneş var.
Ben, üç kardeşim bir de babam son kalan ekmeğimizle kahvaltı ettik. Dedim ben hamur yapayım, benden küçük kardeşime de sen de kalan son sebzelerle dolma yap, halamlar bir de komşular yeriz dedim. Ama ben hamur yapmayı bilmiyorum. Ben ekmek yaparım yapmasına, hamuru makine yapıyordu. Neyse azmin elinden ne kurtulmuş. Hamuru yapmaya başladım, babam bir güzel yaktı ateşi, ekmek güzel olsun diye. Kardeşim bir de kuzenim dolma açmaya başladılar. Bu arada top ve silah sesleri aralıksız devam ediyor. Bir de evlerin bahçe duvarlarına delikler açtık oradan gidip geliyoruz. Hamur oldu, halam geldi. “Bu duvar deliğini niye biraz daha açmadınız?” dedi. Halam biraz kilolu da. Ben de komşumun arka bahçesindeki tandıra bakmaya gittim. Ne kadar güvenli! Ama başka çare yok. Ekmek yok yoksa. Her zaman risk var işte. Halam hamur yuvarladı. Bir de komşum ne yapıyor bakayım dedim. Ateşin üzerinde kocaman bir tencere bahçede, içinde sadece su var. Bin bir zorlukla taşıdı suyu. “Ne yapacaksın sıcak suyu?” dedim. “Çocuklarımı yıkayacağım. Sekiz gündür yıkamadım.” Kocası su taşıyor, komşum da çocuklarını yıkıyordu. Eltisi de bana yardıma geldi. “Ben yaparım” dedim, “yok birlikte yapalım da sen de hemen eve git bir şey olmadan” dedi. Bu arada gözüm yanan evlerde. Başımın üzerine düşen top ve mermi parçalarında. Ekmeği birlikte yaptık. Üç parçaya ayırdım. Olmayanlara, bize ve komşulara… Dolmaları arka bahçeye götürüp ateşe koyduk. Diğer komşumuz da gelsin diye diğer duvarı da deldik. Sağ olun. Siz gelince size de yaparız. Yok hiçbir bakkal çalışmıyor. Bize yakın olan bakkala gece top mermisi isabet etti. Neyse ki içeride kimse yoktu. Kargo mu? Yok gelmez. PTT kargo şoförünü keskin nişancılar öldürdü. Haberiniz vardır.
Saat 23.42. Dışarıdan o kadar çok patlama sesi geliyor ki. Uyumaktan korkuyorum. Kimi öldürecekler, nereyi yıkacaklar, yakacaklar diye. Gözlerim yorulunca kendiliğinden kapanıyor. Sığınakta yer yataklarımız var, sorun yatakta değil.
Bodrum evin altında olduğu için çok soğuk olmaz. Gece ayaz olunca soğuk olur. Gündüzleri daha sıcak. Battaniyelerle ısınıyoruz.
Annemle ve babamla sohbet ederdik, bazen bize 90’ları anlatırlardı. Ben o sene iki yaşındayım hiçbir şey hatırlamıyorum. Zaten sonra göç etmek zorunda kalmışlar Adana Tarsus’a. Sonra ’99 yılında geri gelmişler. Halamın eşi “Ben burada rüya göremiyorum evime gideceğim” diyor. Babam “Sen gidersen ben de gelirim” diyor. Amcam da geliyor. Bizler aynı bahçede kalırız, evler ayrıdır ama. Evlerde korucular kalıyor o sıra. “Bu evleri bize devlet verdi, çıkmayacağız” diyor. Amcam tek başına kaldı ve bin bir zorlukla korucuları çıkarttı. Hepimizin gelmesi bir yılı buluyor. Ve rüya görebildikleri evlerine kavuşuyorlar.
Burası bizim toprağımız, evimiz, dedelerimizden kalan miras. Başka yere gidemeyiz, gitsek de yaşayamayız. Bu şehrin her sokağında, köşesinde anım var benim. Başka yerde olamaz ki. Bu şehre aşık olan halka “Çıkın!” diyorlar. Burada yaşam her anlamda mücadele ama mücadele insanı ayakta tutar. Çok meşakkat görürsün ama güzelliklerinin de farkına varırsın. Botan halkı her zaman güçlüdür, umudunu kaybetmemiş bir halktır. Haksızlığa karşı boyun eğmez, bugüne kadar da eğmedi.
Bir uyusam sabah her şey bitse. Çok mu şey istiyorum. Evet sanki bu gece de her yeri yıkacaklar. Allah yardımcımız olsun.
* Mektupların sahibi adının saklı kalmasını istediğinden müstear ad kullanılmıştır.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.