Sorun gençlerin isyanıdır. İslam’ın radikalleşmesi değil radikalleşmenin İslamlaşması söz konusudur
Fransa’nın esas sorunu Suriye çöllerindeki halifelik değildir ve nasıl olsa kabus haline gelen bir serap gibi er geç kaybolup gidecektir. Sorun gençlerin isyanıdır. İslam’ın radikalleşmesi değil radikalleşmenin İslamlaşması söz konusudur
Fransa savaşta! Belki. Ama kim kime ya da neye karşı? IŞİD Fransız hükümetini kendilerini bombalamaya ikna etsin diye Suriyelileri Fransa’ya suikaste yollamıyor. Ortadoğu’da ne olursa olsun, IŞİD (Daesh / Daiş) radikalleşmiş genç Fransızların arasında gerekli cihatçıları buluyor ve kişisel isyanlarının altına kanlı imzalarını atmak için bu radikal gençler görüş ayrılığı içinde olan, bir neden, bir etiket, büyük bir öykü arayan gençlerdir. IŞİD’in ezilmesi bu isyanı değiştirmeyecektir.
Gençlerin IŞİD’e katılması çıkarcıdır: Dün El Kaide’nin, bir önceki gün (1995) Cezayir’de Silahlı İslam Örgütü’nün taşeronluğunu yapıyorlardı ya da Çeçenistan’dan geçerek Bosna ya da Afganistan’a kadar kişisel cihatlarının göç yollarında dolaşıyorlardı. Yarın başka bir bayrak altında savaşacaklar ya da 1990’lu yıllarda aşırı solun başına geldiği gibi eylem yaparken ölüm, yaş ya da düş kırıklığı nedeniyle sayıları azalacaktır.
Cihatçılarda üçüncü, dördüncü ya da n’inci kuşak yoktur. 1996’dan beri çok istikrarlı bir olguyla karşı karşıyayız: Genç Fransızların iki sınıfının radikalleşmesi yani “ikinci kuşak” Müslümanlar ve Fransız soyundan gelen ve din değiştirenler (İslam’ı seçenler).
Fransa’nın esas sorunu Suriye çöllerindeki halifelik değildir ve nasıl olsa kabus haline gelen bir serap gibi er geç kaybolup gidecektir. Sorun gençlerin isyanıdır. Gerçek soru bu gençlerin neyi temsil ettiğidir. Gelecek bir savaşın öncüleri mi ya da aksine tarihin bağırsak gürültüsünün başarısız kişileri mi olacağıdır.
Bugün sahnede oynanan ve TV ve basında tartışılan iki konu var: Kabaca, kültüralist açıklama ile üçüncü dünya açıklaması. Birincisi ısrarla ve sıkıcı olarak, uygarlıklar savaşını öne çıkarıyor; genç Müslümanların isyanı, Kuran’da cihada çağrı dinsel bir reformla kaldırılmadıkça İslam’ın bütünleşemeyeceğini göstermeye çalışır. İkincisi sömürgecilik sonrası sıkıntıları, gençlerin Filistin sorunuyla özdeşleşmelerini ve ırkçı ve İslam karşıtı Fransız toplumundan dışlanmalarını dile getirir. Kısacası hep eski nakarat: İsrail-Filistin sorunu çözülmedikçe isyanla iç içe olacağız.
Ama her iki açıklama da aynı sorunla karşı karşıya: Radikalizasyon nedenleri yapısal ise neden Fransa’da kendine Müslüman diyenlerin çok küçük ve sınırlı bir kesimini ilgilendiriyor? 5 milyonda birkaç bin kişi. Çünkü bu radikal gençlerin kimlikleri belirlendi. Eyleme geçen tüm teröristler “S” fişine kaydedildi (İstihbarat örgütleri ve polis tarafından tutulan kayıt -ç.n.). Önlem alma konusuna girmiyorum ve sadece bilginin gözümüzün önünde ve erişilebilir olduğunu söylüyorum. Kim olduklarına bakalım ve gerekli sonuçları çıkaralım.
İslam ve radikalleşme
Tüm Fransız cihatçılar çok belirgin şekilde iki sınıfa ayrılıyorlar: Ya “ikinci kuşak”tandırlar, yani Fransa’da doğmuş ya da küçükken Fransa’ya gelmiş kişiler ya da Müslümanlığa geçmiş kişilerdir (sayıları artmakta ama 1990’lı yılların sonunda radikallerin %25’lik bir bölümünü oluştururlar) yani radikallerin içinde birinci kuşak yok (ya da yeni göçmenler). Üçüncü kuşaktan hiç yok. Oysa bu son sınıf var ve sayıları artıyor. 1970 yıllarının Faslı göçmenleri dede oldular ve teröristler arasında torunları yok. Irkçılıktan hiç sıkıntı çekmeyen ve Müslümanlığı seçen kişiler neden birden Müslümanların maruz kaldığı aşağılanmadan öç almak istiyorlar? Özellikle Maxime Hauchard gibi olan Fransız kır kökenliler ve onlar için sadece sanal bir varlığa sahip olan Müslüman topluluğuyla özdeşleşmek için geçerli bir nedenleri yok; kısacası “İslam’ın isyanı” ya da “Müslümanların isyanı” değil ama genelde iki sınıftan gençlerle ilgili: Çoğunlukla göçmen kökenli olanlar ve soyu Fransız olanlar. İslam’ın radikalleşmesi değil radikalleşmenin İslamlaşması söz konusudur.
İkinci kuşak ile Müslümanlığa geçenler arasında ne gibi bir ortak nokta var? Önce kuşakla ilgili bir isyan söz konusu; ebeveynleriyle ilişkiyi kesiyorlar ya da daha doğrusu kültür ve din olarak ebeveynlerinin temsil ettikleriyle ilişkiyi kesiyorlar. “İkinci kuşak” ebeveynlerin İslam’ına katılmıyorlar. Batılılaşmaya isyan edecek bir geleneği temsil etmiyorlar. Batılılaşmışlardır, Fransızcayı ebeveynlerinden daha iyi konuşurlar. Hepsi kuşaklarının “genç” kültürünü tanımışlardır. Alkol içerler, uyuşturucu kullanırlar, gece klüplerinde kız tavlarlar. Çoğunluğu hapishanaye girip çıkmıştır ve bir sabah uyanıp din değiştirirler. Selefiliği seçerler, yani kültür kavramını dışlayan ve kendi başlarına kendilerini yeniden oluşturacak bir İslami kuralı seçerler. Çünkü ne ebeveynlerinin kültürünü ne de nefret simgesi olan “batılı” kültürü seçerler.
İsyanın anahtarı öncelikle kültürel olarak topluma girmiş olan bir dinin aktarımının sağlanamamasıdır. Ne kökeni oldukları kültürel İslamın taşıyıcıları olan birinci kuşaktandırlar ama İslamı aktaramamışlardır ne de ebeveynleriyle Fransızca konuşan ve onlarla Fransız toplumunda İslam’ın ifade biçimleriyle içli dışlı olmuş üçüncü kuşaktırlar; bu çatışmalı olsa da, “sözle anlatılabilir”. Radikaller arasında Türklerden çok Mağripliler vardır. Çünkü Türkler için aktarım sağlanmıştır. Çünkü Türk devleti öğretmen ve imam yollayarak aktarımı sağlamıştır (ki bu da başka sorunları doğurur ama Selefiliğe ve şiddete bağlanmayı savuştururlar).
Gençler bağlarını koparıyor
Din değiştirenler ise “saf” dine bağlanırlar. Kültürel uzlaşma onları ilgilendirmez (sufizme bağlanan önceki kuşaklarla bir ilgileri yoktur). Kuşaklararası kopuş, kültürel kopuş ve sonunda siyasi kopuş olan “kopuş İslamı” na bağlanan ikinci kuşakla buluşurlar. Kısacası bunlara “ılımlı İslam” sunmanın bir yararı yoktur. Onların ilgisini çeken radikalleşmedir. Selefilik, Suudi Arabistan tarafından finanse edilen bir vaaz sorunu değil bağlarını koparan gençlere uygun gelen bir üründür. Değişik intifada türleriyle mücadele eden genç Filistinlilerle aralarındaki fark budur. Fransız radikallerinin Müslüman ebeveynleri çocuklarının isyanını anlamamaktadır. Giderek din değiştirenlerin ebeveynleri gibi, çocuklarının radikalleşmelerini engellemeye çalışırlar. Polise giderler, Türkiye’ye gidip çocuklarını geri getirmeye çalışırlar ve büyüklerin küçükleri radikalleştirmeye itmesinden korkarlar. Kısacası Müslüman nüfusun radikalleşmesinin ötesinde cihatçılar kuşaklararası kırılmayı yani aileyi parçalarlar.
Ailelerinden kopunca cihatçılar Müslüman toplulukların içinde marjinalize olurlar; dindarlık ya da dini bir pratik geçmişleri yoktur, aksine. Gazetecilerin makaleleri şaşırtıcı biçimde birbirlerine benzerler: Her suikastten sonra, saldırganın çevresinde anketler yapılıyor ve her yerde “şaşırtıcı bir sonuç” çıkıyor: “Anlamıyoruz, kibar bir çocuktu (yani bir tür küçük suçluydu), dini pratiği yoktu, alkol içerdi, kızlarla çıkardı… Evet, birkaç ay önce tümüyle değişti. Sakalını uzattı ve dinden başka şey konuşmaz oldu.” Kızlar için de “Bayan cihatçı hoppa” dendi.
Takiye’den ya da gizlemeden söz etmeyelim. Çünkü bir kez yeniden doğduktan sonra gençler saklanmıyorlar ve Facebook üzerinden inançlarını gözler önüne seriyorlar. Yeni ben güçlüyü, içselleşmiş yoksunluğa karşı rövanşı, öldürme isteği ve kendi ölümlerinin büyülülüğünün onlara verdiği bu yeni gücün zevkini herkese gösteriyorlar. ABD’de kitle saldırganların ya da Norveç’te Breivik’in yaptığı gibi sakin ve soğukkanlı şekilde öldürüyorlar. Nihilizm ve kibir sıkı şekilde bağlıdır burada.
Bu çılgına dönmüş bireycilik Müslüman topluluklara göre de yalnızlaşmada görülür. Çoğu camiye gitmez. İmamları kendilerini imam ilan etmiş kişilerdir. Radikalleşmeleri hayali bir kahraman, şiddet ve ölüm etrafında gerçekleşir; şeriat ve ütopya atrafında değil. Suriye’de sadece savaşırlar; sivil toplumla ilgilenmezler ya da bütünleşmezler. Kendilerine seks köleleri bulurlar ya da gelecek şehitlerin eşleri olmaları için internet üzerinden genç kadınları avlamaya çalışırlar öyle ki savunmaya çalıştıkları Müslüman toplumlarda hiçbir sosyal bütünleşmeleri yoktur. Ütopyacıdan çok nihilisttirler.
Kimileri Tebliğ’den geçse de, hiçbiri Müslüma Kardeşler’le görüşmemiştir. Filistin tarafını tutan hareketler başta olmak üzere, siyasi bir hareket içinde mücadele etmemişlerdir. Hiçbiri “toplulukla” (tarikatla) ilişkiye girmemiştir: Ramazanda yemek dağıtmak, camide ya da kapı kapı dolaşarak sokakta vaaz vermek gibi… Hiçbiri ciddi dinsel eğitim almamıştır. Hiçbiri dinbilimle ilgilenmez, ne cihadın türüyle, ne de İslam Devleti’yle (IŞİD).
Özel bir yerde (hapishane, mahalle, spor klubü) karşılaşmış küçük bir “arkadaş” grubu etrafında radikalleşirler. Bir “aile”, kardeşlik yaratırlar. Kimsenin incelemediği önemli bir şema var: Kardeşlik çoğu kez biyolojiktir. Çoğu kez eyleme geçen iki kardeş vardır (Kouachi kardeşler ve Abdeslam, küçük kardeşini “kaçıran” A. Abaahoud, din değiştiren Cain kardeşler ve 2013’te Boston maratonunda suikast yapan Tsarnaev kardeşler). Kardeşleri radikalleştirmek (kızlar da dahil) sanki kuşaklararası boyutu ve ebeveynlerle olan kopuşun altını çizmenin yoluymuş gibi. Hücre üyeleri arasında duygusal bağlar kurmaya çalışır: Silah arkadaşının kızkardeşiyle evlilik yapılır. Cihatçı hücreler Marksist ya da ulusalcı (Cezayir FLN ya da IRA, ETA gibi) radikal hareketlerin hücrelerine benzemezler. Kişisel ilişkiler üzerine kurulu olup içeri sızmaya karşı koyarlar.
Teröristler, Müslüman toplumun radikalleşmesinin bir ifadesi değil ama daha çok gençleri etkileyen kuşaklararası bir isyandır.
Neden İslam? İkinci kuşak için bu açıktır: Onların gözlerinde, ebeveynlerinin beş paralık ettiği bir kimliği üstlenmek istemeleridir: “Müslümanlardan daha çok müslümandırlar” ve özellikle ebeveynelerinden. Ebeveynlerini kazanmak için (boşuna) harcadıkları enerji anlamlıdır, ama ne kadar ayrı bir dünyada yaşadıklarını da gösterir (tüm ebeveynlerin anlattıkları çok hikaye vardır). Din değiştirenlere gelince, bunlar İslam’ı seçerler çünkü radikal isyan piyasasında olan sadece islam’dır. Daiş’e katılmak terör estirmenin kesinleşmesidir.
24 Kasım 2015
Olivier ROY: Profesör Roy, İtalya’nın Floransa kentinde Avrupa Enstitüsü’nde Akdeniz programını yürütmektedir. Siyaset bilimci ve İslam uzmanı olan ROY’un bu konuda birçok eseri vardır.
[Le Monde gazetesideki Fransızca orijinalinden İsmail Kılınç tarafından Sendika.Org için çevrilmiştir]
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.