Vaktiyle, belki 10 yıl geçmiştir, Türkiye’nin en eski iktisat dergisine ilgisizliği tartışırken, akademisyeninden gazetecisine, özel danışmanlardan kamuda istihdam edilenlere doktora öğrencilerine kadar 10 binin üzerinde kişinin ekmeğini iktisatçılık yaparak yahut iktisatçılığı bahane ederek yediğini hesaplamıştık. Fakat bu iktisatçı kalabalığına karşılık gelen bir iktisat yazını yoktu. Bir başka ifade ile, iktisatçı arzına denk gelen bir yayın […]
Vaktiyle, belki 10 yıl geçmiştir, Türkiye’nin en eski iktisat dergisine ilgisizliği tartışırken, akademisyeninden gazetecisine, özel danışmanlardan kamuda istihdam edilenlere doktora öğrencilerine kadar 10 binin üzerinde kişinin ekmeğini iktisatçılık yaparak yahut iktisatçılığı bahane ederek yediğini hesaplamıştık. Fakat bu iktisatçı kalabalığına karşılık gelen bir iktisat yazını yoktu. Bir başka ifade ile, iktisatçı arzına denk gelen bir yayın (kitap, dergi vs) talebi bir türlü oluşmuyordu.
Diğer yandan, gazete sayfalarının en büyük kısmı ekonomi sayfalarına ayrılır. Televizyonlarda, dergilerde, radyolarda, internet sitelerinde de iktisadi yaşam dikkate değer yer alır. Üstelik bu sayfalarda mebzul miktarda iktisat yorumcusunun görüşleri sütunları doldurur.
“Bunlar ne yazar?” diye sorulursa rakamları teknik biçimde yorumlamakla uğraşıyorlar diye cevap verirsek kesinlikle abartmış olmayız. Sütunlar dolduran yorumların, asla teknik bir iktisat çerçevesinin dışına taşmadığını görürüz. Para, üretim, ihracat, cari açık, kar, risk iştahı, faizler, milli gelir gibi terimler ve bunların istatistikleri, grafikleri doldurur o sütunları. Ama insan, işçi, o üretimin arkasındaki süreç yer bulmaz kendine. Kavramlara, kavramların dayandığı tarihi ve sosyal çerçeveye hiç yüz verilmez.
Mesela, resmi milli geliri verileri mi açıklandı. Liberalinden burjuva soluna hatta kendini Marksist sayanına kadar hepsi, rakamları, tıptaki röntgen mütehassısı gibi ele alırlar. Rakamların sıhhatinin tartışılması, işçinin aşırı çalışmasının yol açtığı tüketiciliği hiç bir zaman kapsamaz. Her nedense iktisadi sürecin aslında sosyal bir ilişki olduğunu akıllarına getiremezler.
Bir türlü, iktisadi olayların siyasetle, sınıflarla, sosyal mücadele ile ilişkisini kuramazlar. Tam tersine, kurmamak için özel çaba harcarlar. Bunu yaparken de iktisadın herkesin anlayamayacağı, özel bir uzmanlık alanı olduğu izlenimi yaratırlar. Rosa Luksemburg’un ifadesiyle “ortalığı bir duman perdesiyle” örtmeye çabalarlar.
İktisadi hayat gerçek haliyle, ortaya konulamaz. İktisadi yaşamın yüzeydeki görünüşü, hatta bu görünüşün bile küçük bir kısmı ortaya konulmuş olur. Tabi unvanlarına, makamlarına ünlerine uygun olarak Rosa Luksemburg’un belirttiği gibi “cafcaflı cümlelerle.”
Kavramların, sınıfların, Kürt meselesinin, sosyal mücadelenin, dışlandığı teknik bir alan. Son derece steril…
Savaş ve ekonomi
Bunlara neden mi dikkat çekiyorum?
7 Haziran’dan itibaren adım adım tansiyonun yükseltilmesi ve Cizre’de, Sur’da, Silopi ve pek çok yerde savaş diyebileceğimiz çatışmalara bu iktisatçı kalabalığı tek kelime etmediği için. Sanki ekonomi ayrı bir sahada, siyaset ayrı bir mecrada sosyal alan çok daha farklı bir çevrede cereyan ediyor.
Hükümet politikaları, AKP eleştirisi, AB kararları gündemdeyse siyasete evet. Fakat sınıflar harekete geçince, ulusal mücadele şiddetlenince iktisatçılarımız başlarını kuma gömerler.
Acaba ekonomi alanı, savaştan, çatışmalardan muaf mı? Çatışmaların yoğunlaştığı ilçelerden kitlesel iç göçün, yüzlerce ölümün, tankın topun eskitilmesinin hiç mi iktisadi bir karşılığı yok? Savaş, fabrikalardaki, bürolardaki sınıf mücadelesini, mesela örgütlenme çabalarını, ücret taleplerini etkilemeyecek mi? İç göç, kentlerde emek (işçi) arzını artırmayacak mı? Emek arzı artınca ücretlerin düşmesi eğilimi hızlanmayacak mı? Konut sorunu arsa spekülasyonuna yol açmayacak mı? Bütçede askeri harcamalar ve örtülü ödenek masrafları artmayacak mı?
Kürtlerin yoksulluğu ile bu savaşın hiç mi ilgisi yok? Yoksulluk ile kapitalizmin eşitsiz gelişimi arasında kuvvetli bir bağ bulunmuyor mu?
Yabancılaşma, parçalanma, dağılma
Bir kısmı cevabı içinde olan bu türden sorular, dolaysız olarak bizi aynı zamanda yabancılaşma meselesine de götürüyor. Kapitalizmin muazzam sermaye birikimi, metalaşmanın yayılması, paranın her toplumsal dokuya sızmasıdır, hiç kuşkusuz yabancılaşmanın maddi temeli. Burjuva ideolojisinin hakimiyetini yeniden üretir bu ekonomik çark. Marks’ın devrindekinden çok daha kaba, daha bayağı, daha parçalanmış (bütünlükten uzaklaşmış) halde. Ayrıcalıklar, rütbe ve makamlar, üniversitede kürsü tahsisi, işini koruma endişesi yabancılaşmayı besler.
Kapitalizmin sağladığı ayrıcalıklardan, kapitalizmi eleştirerek yararlanmak işine gelmez iktisatçıların. Rosa Luksemburg, iktisadi gerçekliğin, burjuva iktisatçıları tarafından “içi boş bir cümle yığını ve safsatadan ibaret olması”nın nedeninin “rastlantısal bir yanılgı olmadığını” belirtmişti yüzyıl önce. İktisatçıların ideolojik işlevi toplumun bilhassa işçilerin ikna edilmesi bakımından önemlidir.
Bir toplumun en önemli üretici gücü işçilerin yani canlı emeğin haddini bilmesi, üretimde kendisine verilen rolü benimsemesi gerekir. Bu nedenle hangi iktisatçı sütunlar dolduran yazılarından sınıftan, üretim sürecinden, bu süreçteki işçiden bahsetmiyorsa gerçeği gizliyor demektir.
23 Aralık 2015
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.