Yakın zamanda yayın hayatına başlayan Bavul Dergi üçüncü sayısı ile raflardaki yerini aldı. Dergi’nin editörlerinden Esra Tanrıbilir ile konuştuk.
Yakın zamanda yayın hayatına başlayan Bavul Dergi üçüncü sayısı ile raflardaki yerini aldı. Biz de edebiyat – sokak dergisi olma iddiası ile yola çıkan, okur tarafından hayli ilgi gören Bavul Dergi’nin editörlerinden Esra Tanrıbilir ile konuştuk.
Sendika.Org: Üçüncü sayısı çıkan Bavul Dergi, ilk sayıdan bugüne okur tarafından hayli ilgi gördü. “Bavul Dergi ne için yola çıkmıştı”, “Bavul’u farklı kılan ne” diye sorsak ne cevap verirsiniz?
Esra Tanrıbilir: Evet, okurun ilk sayıdan itibaren artarak devam eden ilgisi bizleri de çok mutlu ediyor. Bu motivasyonla hemen dördüncü sayıyı hazırlamaya koyulduk. Bizler kendimizin de okumaya can atacağı, edebiyatı ve sokağı birlikte işleyebileceğimiz bir dergi için yola çıkmıştık; büyük ölçüde de bunu gerçekleştirdiğimizi düşünüyorum. Dergimizi farklı kılan ise kapakta hemen Bavul’un altında yazan “Edebiyat – Sokak”ın ikinci kelimesi. Sokak, bizim üzerinde çok düşündüğümüz ve sesine önem verdiğimiz bir yer. Acısıyla, sevinciyle, sıradanlığıyla, öfkesiyle ve hepsinden öte kendi gündemiyle var.
Şu ana kadar çıkan sayıları incelediğimizde aslında yazar kadrosunda belirgin bir çeşitlilik olduğunu görüyoruz. Kimi yazarlar doğrudan sokağa çıkıp görüşmeler yapıyor, gözlemlerini yazıyor; kimileri kişisel yaşanmışlıklarını, kimileri ise öykü… Bu bir avantaj olduğu kadar, editörler açısından zorluklar da taşıyor olsa gerek. Bu çeşitliliğin editöryal süreçte ne gibi avantaj ve dezavantajları oluyor?
Evet, hem kalabalık hem de tarzları birbirinden farklı bir yazar kadrosuna sahibiz. Aslında bu bizim istediğimiz hatta özellikle tercih ettiğimiz bir durum. Sonuçta dergi çıkarmak kolektif bir iş. Daha Bavul Dergi yayın hayatına başlamadan altı ay önce, haftada bir toplanmaya başladığımız on beş kişilik bir sokak ekibimiz var. Bu ekibin bir kısmı aynı zamanda derginin editörleri de. Gelecek sayıda kapağın ne olacağını, yapılacak röportajları, işlenecek konuları hep birlikte belirliyoruz; yani görev dağılımı toplantılarda şekilleniyor. Başından beri işin içinde olduğumuz için de bu durum editöryal açıdan bize avantaj sağlıyor. Sokak ekibininkilerin dışında gelen yazıları da özellikle birkaç farklı editörün görmesine dikkat ediyoruz. Şimdiye kadar da bir olumsuzlukla karşılaşmadık.
Zürafa Sokak’ın sıhhi banyocusu, mezar sulayıcısı gibi belki sokaktaki pek çok kişinin doğrudan temas etmediği insanların hikayelerini yazıyorsunuz. Sizi ekip olarak bunu tercih etmeye iten şey neydi?
Evet, sokaktaki pek çok kişi bu insanlarla doğrudan temas etmiyor olabilir. Çünkü yollarımız sürekli kesişmesine rağmen yanlarından geçip gidiyoruz. Bu insanlar kurgusal birer karakter değil sokakların gerçek sahipleri. Biz sadece onları biraz daha yakından tanımak ve tanıtmak istiyoruz.
Dergiye yönelik aldığınız olumlu/olumsuz eleştirilerde en çok hangi tarz yazıların okur açısından ilgi çektiğini ya da daha çok kendilerine dokunduğunu söyleyebilirsiniz?
Sosyal medyanın avantajlarından biri de okurların tepkilerini anında ortaya koyabilmeleri sanırım. O yüzden, hangi yazıların, yazarların, konuların ilgi çektiğini gelen eleştirilerden ve paylaşımlardan anlık olarak takip edebiliyoruz. Biz sokakları anlatmayı baştan beri istiyorduk ama okurda bu kadar karşılık bulacağını tahmin etmemiştik. Sokak yazıları, daha önce işlenmemiş konular hem okurun en çok ilgisini çeken hem de onlara en çok dokunan yazılar oluyor. Sanırım onlar için, farklı bir dünyaya açılan farklı bir geçit olduk. Örneğin ilk sayımızın kapağı Bergen çok ilgi çekti ki belli bir yaşın altındakiler varlığından bile haberdar değildi.
Beni kişisel olarak en çok mutlu edense insanların Sait Faik’in kapağını süslediği son sayımızı Sait Faik kitapları ile birlikte paylaşmaları oldu. Eğer birkaç kişinin bile Sait Faik öyküleri ile tanışmasına vesile olduysak ne mutlu bize.
Çöplerden semt analizi yazıları hayli ilgi çekiyor. Bu yazıların çıkış hikayesi nedir?
Çöplerden Semt Analizi’ne biz de ekip olarak bayılıyoruz. Fikir babaları dergimizin yazarlarından Ali Mendillioğlu ve yayın yönetmenimiz Önder Abay. Kendileri daha önce de buna benzer çalışmalar yapmışlardı. Şimdi de Bavul Dergi’de yapıyoruz. Her semtin kendine has özellikleri kendine ait de bir kimliği var ve bunların en iyi okunduğu yerler de çöpler. Eğer çöpleri doğru okuyabilirseniz her şeyi öğrenebilirsiniz.
Bu tarz dergilerin çoğunda aslında üstesinden gelinmeye çalışılsa da erkek egemen dilin, kavramların, bakış açılarının sürdüğünü görüyoruz. Bir kadın editör olarak size özellikle sormak istiyorum, bu sorunla başa çıkmak için neler yapıyor nasıl zorluklarla karşılaşıyorsunuz?
Hatta ben “bu tarz dergileri” biraz daha genişletip, her türlü yazılı ve görsel basını, interneti, edebiyatı, iş hayatını, sokakları da dahil ederek hayatın her alanında bu egemen dilin, kavramların, bakış açılarının sürdüğünü söyleyeceğim. Bunlarla da ancak bu mecralarda yer alarak mücadele edebiliriz. Meseleye Bavul Dergi açısından bakacak olursak, benim biraz daha şanslı olduğum söylenilebilir. Çünkü daha ilk toplantımızdan itibaren bu konular gündemimizde oldu, sonunda da farklı bir çözüm üretmeyi başardık; derginin son sayfasına “Feminist Kapanış” koyduk. Feminist Kapanış, beni, kadın bir editör olarak çok rahatlatıyor. Bu köşeyi Gizem Çıtak hazırlıyor. İlgili sayının bütün yazılarını okuyarak (yazdıklarının içeriğine ve tarzına editöryal müdahale olmaksızın) görüşlerini köşesinde paylaşıyor. Ayrıca, fırçayı yiyeceklerini bildiklerinden midir, yazarlarımızın hemen hemen hepsi bu konularda oldukça dikkatli davranıyor. Yazılarında cinsiyetçi küfürlerden kaçınmaları bile az şey değil. Öte yandan biz sokak işi yapıyoruz ve maalesef sokağın dili de eril. Derdimizin sokağı bütün gerçekliğiyle anlatmak olduğunu söylerken sokağın diline sansür uygulamamız da mümkün değil. Bu nedenle de Feminist Kapanış’a en çok sokak haberleri ve röportajları konu oluyor. Ayrıca mutfak ekibimizin yarısı kadın ve öyle devam etmesi için gayret ediyoruz.
Derginin son sayısında bir fotoğrafın hikayesinin anlatıldığı bir yazı var. Bir kadın olarak bakıldığında bu fotografta sokağa çıkan üç kadının rahatsızlığı, taciz görülürken erkek gözünden bambaşka tariflenmiş. Bu yazıda olduğu gibi aslında erkek gözünden yapılan böylesine değerlendirmeleri nasıl yorumluyorsunuz?
Evet, maalesef erkek bakış açısıyla yazılmış yazılara sıklıkla rastlıyoruz. Gerek Bavul Dergi’de gerekse kitap editlerimde önüme gelen metinlerde bir kadın olarak beni rahatsız eden yerlerin değiştirilmesi için ısrarcı olurum, bazen de editör olarak inisiyatif kullanarak kendim değiştiririm. Ne var ki sorunuzda söz ettiğiniz son sayımızdaki “Bir Fotoğrafın Hikayesi” köşesini sizin gibi yorumlamadım. Belki fotoğrafçı&yazarın orada başka bir derdi olduğunu bildiğimden, belki de onu daha önceki işlerinden tanıdığımdan, böyle düşündüm. Fatih Pınar bu köşede sadece ana tanıklık eden, dünyayı 80mm gören, en iyi karenin peşinde koşan bir ‘kameraadam’ın kişisel tecrübelerini paylaşıyor.
Bavul kendini yeniden üretmek, geliştirmek için ne yapacak? Okurlarınıza mesajınız, onlardan beklentiniz nedir?
İlk sayıdan itibaren bir öncekinin üzerine bir şeyler ekleyerek ilerlediğimizi düşünüyorum. Yukarıda da söylediğim gibi dergicilik gerçekten de ekip işi. Bavul’un arkasında bir sürü insanın emeği ve işbirliği var. Bu bağları ne kadar güçlendirirsek bizim için o kadar iyi. Biz toplantılarımızda kendimizinkiler başta olmak üzere yayınlanmış bütün yazıları, görselleri irdeliyoruz. Her ayın dergisi çıkar çıkmaz daha okura bile ulaşmadan ilk toplantıda biz özeleştirimizi yapıyoruz. Bazen oldukça acımasız da olabiliyoruz. Ama ancak böyle yaparak kendimizi yeniden üretebilir, geliştirebiliriz. Sonra okura kulak kabartıp, gençleri, sokağı dinliyoruz. Olumlu ya da olumsuz onlardan gelecek tüm eleştiriler çok değerli ama okumaları kaydıyla. Okusunlar, sadece bizi de değil, daha çok dergi daha çok kitap okusunlar.
Söyleşi: Aylin Kaplan