“Bazıları, bazı şeylerin bazı yerlerde yayınlanmasını istemez. İşte o şeylere haber diyoruz.” John Keane Gazetecisiniz ve işiniz haber yapmak. Yani gizli kalmış bilgileri halk ile paylaşmak. Gizli kalması için çaba gösterilen bazı bilgileri kamuoyunun nazarına sunmak. Ama bir gün bir haber yaparsınız ve birileri buna çok sinirlenirse başınıza gelecekleri öngörebilirsiniz. Bu ülkede çok kolaydır suçlanmak […]
“Bazıları, bazı şeylerin bazı yerlerde yayınlanmasını istemez. İşte o şeylere haber diyoruz.” John Keane
Gazetecisiniz ve işiniz haber yapmak. Yani gizli kalmış bilgileri halk ile paylaşmak. Gizli kalması için çaba gösterilen bazı bilgileri kamuoyunun nazarına sunmak. Ama bir gün bir haber yaparsınız ve birileri buna çok sinirlenirse başınıza gelecekleri öngörebilirsiniz. Bu ülkede çok kolaydır suçlanmak ve susturulmak. Tabii susup susmayacağınız biraz da size kalmıştır. Sizin direniş çabanıza bağlıdır yani. Habercilik de bazılarının sinirini bozmaktır esasında.
25 Mayıs 2015’ten bu yana “MİT TIR’ları” haberi ile ilgili Cumhurbaşkanı’nın açtığı davanın tedirginliğini yaşıyorduk aslında. Daha önce gazetecilerin başına gelenleri de bildiğimiz için çok daha kaygılıydık. Geçmişimiz çok zengin bu konuda malum. Bir tek Can Dündar rahattı sanırım. O tarihten bu yana haberleri yapmaya, muhabirlerinin büyük başarıyla hazırladığı haberleri yayınlamaya devam etti. Kemal Göktaş’ın Roboski kayıt ve belgelerini hatırlarsınız.
Belli ki tek derdi gazetecilik yapmaktı. Halkın bilmediği tek bir nokta kalmayıncaya kadar susmamaya kararlıydı. Çünkü halk bilmeyince neyleyeyim ben gazeteciliği de bu gazeteyi de diyerek vicdanının sesini dinledi. Devletin yaptığı her şeyi kutsayan bir anlayışın tersine halkın bilgilenme hakkına sonuna kadar sahip çıktı Dündar.
“Biz casus, hain, kahraman değiliz. Gazeteciyiz” diye yazıyordu bugünün Cumhuriyet’inde. Gazeteciyiz yani halkın sesiyiz, sessizliğiyiz yeri geldiğinde. Var olmaya çalışan, yalanları ortaya çıkarmaya yemin etmiş, tarafını halktan yana koymuş bir gazetecilik faaliyetiydi yaptıkları. Dedikleri gibi hain, kahraman, casus olma değildi dertleri. Kim kime neden yalan söylüyor onu ortaya çıkarmaktı. Halk yalanlarla yönetilecek, gizli kapaklı işlerle yönlendirilecek kadar değersiz değildi çünkü.
Hem direniş kültürünü hem habercilik refleksini öldüren liberal haber anlayışına karşı bir duruştur Can Dündar’ın gazeteciliği. Tarafsızlık ve “köprüyü geçene kadar…” anlayışını tamamen reddeden, hakikat gazeteciliğidir aynı zamanda. Gazetecinin tam olarak ne yapması, nerede durması gerektiği üzerine, yine bugün, Can Dündar’ın İMC TV’ye yazdığı kısa mektup çok anlamlı bu konuda. Dündar: “Tutuklu bir gazeteci mi olmak isterdin, suskun bir gazeteci mi’ diye sorsalar sizler, bizler hiç tereddüt etmeden ilkini seçecek bir siyasal-mesleki bilinçle yetiştik. Ikincisini seçenler suskunluklarından boğulurken, iktidar bizi susturmak istedikçe daha gür ses vermemiz ondan… o ses çoğaldıkça sessizliği yenecek, baskıya son verecek. Bunu biliyoruz. Eskisinden de daha kararlı mücadelemizi içerden sürdürüyoruz. Tüm dostlara selam olsun.” [1]
Dündar’ın ‘siyasal-mesleki bilinçle yetiştik’ vurgusu çok önemli. Hem hayata karşı duruşu hem de habercilik etiğini çok da önemli bir yerden vuruyor. Tarafsızlığı bir “orta yolcu” edasıyla dikte etmeye çalışan eğitim sistemi, ki bunu en tehlikeli şekilde yapan üniversitelerdir, geleceğin gazetecilerine “etliye sütlüye karışmama” alt bilincini de aşılamaktadır. İşte tam da buna karşı yapılan gazeteciliğin en önemli ve etkili örneğini Can Dündar ve Erdem Gül bize öğretti. Yıllarca anlatılacak bir gazetecilik temsili gösterdiler bize.
Can Dündar’ın sırf gazetecilik faaliyeti yüzünden tutuklanması bize Türkiye’de kimin gazeteci olmadığını da gösterdi aynı zamanda. Bir tarafta Roboski belgelerini büyük bir cesaretle ortaya döken Kemal Göktaş’ın gazeteci olduğunu, tetikçiliği, iftirayı ve hedef göstermeyi kişilik haline getirmiş tepeden inen Cem Küçük’ün gazeteci olmadığını gösterdi mesela. Yayımlanmamış bir kitap ile yargılanıp hapse atılan, devlete kimin nasıl sahip olmaya çalıştığını ortaya döken Ahmet Şık’ın gazeteci olduğunu ama dün kendisiyle alay edercesine manşet atıp sonrasında özür dileyenlerin fırsatçı akbaba olduklarını gösterdi. Bize kimin iyi kimin kötü olduğunu kıyaslama imkanı sundu Can Dündar. Cesur davranarak herşeyin tüm çıplaklığıyla gözler önüne serilmesini sağladı. Bu bağlamda gazeteciliğin cesaretle birlikte onurlu bir karaktere de sahip olunmasını gerektiren bir eylem olduğunu da ortaya koydu.
John Keane’den alıntı olarak yazdığım ve özetle “bazılarının istemediği şeyleri yayımlamaktır habercilik” mesajı sanırım Can Dündar ile cisimleşti. Kimsenin umudunu kaybetmemesi gerektiği Erdem Gül ve Can Dündar’ın gazeteciliği ile bir kez daha vurgulandı.
İktidarı elinde bulunduranların damarına basacak her şeyi her an yayınlayabilecek gazeteciler var ve var olmaya devam edecek. Bugün bu iktidar için de durum böyle yarın başka baskıcı iktidarlar için de böyle olmayı sürdürecek. Baskı gücü ne kadar artarsa artsın gazetecilik imkanları da o oranda artış gösterecektir. Gazetecilik kendine yaşam alanı oluşturmak için sızacak bir çatlak ve doğruları yazacak bir yol elbet bulacaktır.
[1] http://www.imctv.com.tr/can-dundardan-imcye-mektup-var/
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.