1 Kasım seçimlerinin ardından en çok tartışılan konulardan bir tanesi şüphesiz AKP’nin asgari ücret zammı ve taşeron işçilerin kadroya alınması meselesi. AKP’nin ekonomi kurmaylarının yaptığı açıklamalara göre 100 günlük bir çalışma programı çıkartılacağı ve bu 100 günün ardından çıkarılacak programa bağlı olarak da asgari ücretin 1300 TL’ye çıkacağı ve kamuda çalışan taşeron işçilerin de kadroya […]
1 Kasım seçimlerinin ardından en çok tartışılan konulardan bir tanesi şüphesiz AKP’nin asgari ücret zammı ve taşeron işçilerin kadroya alınması meselesi. AKP’nin ekonomi kurmaylarının yaptığı açıklamalara göre 100 günlük bir çalışma programı çıkartılacağı ve bu 100 günün ardından çıkarılacak programa bağlı olarak da asgari ücretin 1300 TL’ye çıkacağı ve kamuda çalışan taşeron işçilerin de kadroya alınacağı açıklandı.
Türkiye’de çalışmakta olan 2 milyonu aşkın taşeron işçisinin nezdinde bu açıklamalar emek hayatına dair bir umut yaratmış olabilir. Lakin 13 yıllık iktidarı döneminde AKP’nin emek ve çalışma hayatına yaptığı müdahaleler göz önüne alındığında bu umudun ülkedeki tüm işçiler ve emekçiler açısından geçici olacağı aşikardır.
Türkiye’de taşeron çalışmanın adı AKP iktidarı ile eş anlamlıdır. Çünkü 2002 yılından bugüne Türkiye’de çalışma yaşamında taşeron çalıştırmanın tüm hukuki ve yasal dayanakları AKP iktidarı ile sağlanmıştır. 2002 öncesi yaklaşık 300 bin civarında olan taşeron işçi sayısı bugün AKP iktidarı ile 2 milyonu da aşan bir sayıya ulaşmıştır. Yani iktidarın emek hayatı üzerine kurguladığı tüm hesapların merkezinde taşeron sistemi hayati bir önem taşımaktadır. Sermaye dostu bir iktidarın taşeron çalışma koşullarını yaygınlaştırması ile sermaye adına; emek maliyetini azaltması, güvencesiz çalışma koşulları ve esnek istihdamın önünü alabildiğince açması ve işçilerin mücadele etme kapasitelerine ciddi zararlar vermesi anlamını taşırken, işçiler adına taşeron çalıştırmanın anlamı ise; düşük ücretler, hukuk dışı ve insanlık onurunu hiçe sayan çalıştırma biçimlerinin yaygınlaştırılması, kölelik düzenini aratmayacak şekilde iş yerlerinde uygulanan baskılar ve ötekileştirmeler ve tabii ki de 13 yılda 15 binden fazla işçinin taşeron düzenine bağlı olarak katledilmesidir.
Özetle taşeron çalıştırmanın bugüne kadar iktidar nezdinde anlamı daha fazla emek sömürüsü ve daha fazla kar mekanizmalarını işletmek iken, işçiler açısından taşıdığı anlam ise daha fazla güvencesizlik daha fazla ölüm demektir.
Öte yandan AKP’nin taşeron sistemi ile olan ilişkisini bugüne kadar uyguladıkları neoliberal dönüşüm programları ile orantılı bir şekilde işlediğini görmek gerekmektedir. AKP’nin başta sağlık alanı olmak üzere kamusal alandaki özelleştirmeler ile bu alandaki emek biçimlerini bütünüyle taşeron çalıştırma sistemine devretmesi, dönüşüm programları ile taşeron çalıştırma biçiminin yaygınlaştırılması noktasındaki uyumu göstermektedir. Yani AKP’nin bugünlerde taşeron işçilere yönelik kadro söylemlerine odaklanırken kamuda çalışan 600 bin civarındaki taşeron işçisinin kamusal alana dönük özelleştirme politikalarının bir ürünü ve sonucu olduğunu belirtmemiz gerekir. Her anlamıyla hukuksuz çalıştırma biçiminin güncel adı olan taşeron sistemi, kamuda çalışan 600 binden fazla işçiyi hukuksuz bir biçimde asıl iş kavramından muaf tutarak yardımcı işler hizmetinde göstermektedir. İktidar tarafından dile getirilen kamuda çalışan taşeron işçilerinin 3’te 1’nin kadroya alınacağı söylemi de zaten hukuksuz bir şekilde çalıştırılan bir kısım işçinin açtıkları davalar neticesi ile kazandıkları hakların iade edilmesi meselesinden başka bir anlam taşımamaktadır.
Özelleştirme politikaları ile taşeron çalıştırma sistemi arasında ki uyumlu ilişkiyi, taşeron sisteminin yoğun olarak uygulandığı maden ve enerji sektörlerinde de görmekteyiz. AKP iktidarı boyunca yoğun özelleştirme politikalarına maruz bırakılan bu alanlar iktidarın sermaye ve kar adına en önemli dayanak noktalarını oluştururken bir diğer yandan da emek gücünün en çok sömürüldüğü alanlar olarak göze çarpmaktadır. Zira bu alanlardaki istihdamın hemen hemen tamamı taşeron çalıştırma düzeni altında şekillenmektedir. Güvencesiz çalışmanın ve esnek istihdamın yoğun olarak gerçekleştiği bu alanlar aynı zamanda işçi katliamlarının da en çok yaşandığı iş kollarıdır. Tabi bu alanlara ek olarak inşaat sektörü de yoğun taşeronlaştırmanın ve buna bağlı olarak da güvencesizliğin ve ölümlerin en yüksek yaşandığı iş kollarından bir tanesidir. Meseleyi bu somut tartışmalar üzerinden ele alırsak AKP’nin ne kamuda çalışan ne de özel sektör de çalışan taşeron işçilere yönelik vaatleri içi boş söylemlerden başka bir şey ifade etmemektedir. Kaldı ki AKP özel sektörde çalışan 1,5 milyon civarındaki taşeron işçiye kadrolu çalışma imkanından bahsetmemektedir. Bu da AKP ile özdeşleşen taşeron sisteminin kaldığı yerden devam ederek daha da yoğun uygulanacağının göstergesini bizlere sunmaktadır.
Öte yandan asgari ücret meselesini biraz daha açtığımızda DİSK’in verilerine göre yoksulluk sınırının 4000 TL’yi aştığı bir ülkede AKP‘nin taşeron işçilere yönelik 1,300 TL’lik maaş vaadinin işçilerin gündelik yaşamını idame ettirebilmekte çok da etkisinin olmayacağı açıktır. Özelleştirmeler ve taşeron çalıştırma arasında kurulan ilişkinin bir diğer halkasını da taşeron çalıştırma ve asgari ücret meselesi arasında kurmak mümkündür. Taşeron sisteminin sermaye adına en önemli getirilerinden bir tanesi de ucuz emek maliyetinin sağlanması olduğuna göre, 1300 TL asgari ücret meselesi emeğin ucuz iş gücü olarak yoğun bir şekilde kullanılmaya devam edeceğinin sinyallerini bize vermektedir. Oysaki DİSK’in uzun bir süredir sürdürdüğü ‘’insanca yaşanılabilir bir ücret politikası için asgari ücretin en az 1.800 TL olması’’ mücadelesi işçiler adına daha gerçekçi bir noktada durmaktadır. Yoksulluk hallerinin gündelik yaşam koşullarında daha da derinleştiği ülkemizde işçilerin aileleri ile birlikte barınma, eğitim, sağlık ve gündelik ihtiyaçlarının karşılayabilmesi noktasındaki talebi ve hakkı şüphesiz iktidarın asgari ücrete yönelik vaadinden çok daha fazlasını içermelidir. 13 yıllık özelleştirme politikaları ile daha fazla kar elde eden AKP iktidarı, özelleştirdiği alanlardaki çalışma hayatını da taşeron sistemi ile ucuz emek gücünü dayatarak aslında karını ikiye katlamış olmaktadır. Taşeronun sisteminin iktidar nezdindeki vazgeçilemez yanını bu şekilde incelemek gerekmektedir. AKP’nin zengin dostu, işçi ve emekçi düşmanı anlayışının bel kemiğini bir bakıma taşeron sisteminin varlığı oluşturmaktadır.
Son olarak AKP iktidarının bugüne kadarki iktidarlardan bizler açısından önemli bir farkı mevcuttur. İşçi sendikalarını giderek etkisizleştiren ya da kendi çizgisinde eriten AKP, sendikal alanda kendine biat eden makbul sendikacılık anlayışını inşa etmiş bulunmaktadır. Bunun karşısında yer alan sendikaları ya marjinal olmakla ya da casuslukla suçlamaktan geri kalmamaktadır. AKP bu şekilde emek ve çalışma yaşamına yönelik baskısını ve otoritesini sendikalar üzerinde de kurarak işçiler adına mücadele edecek sendikal odakların ortaya çıkmasına engel olurken, emek yaşamını kendi siyasal gündemleri üzerinden şekillendirerek sendikaları da bu gündemlerin içine mahkum etmeyi başarmış durumdadır. AKP’nin son günlerdeki asgari ücret ve kadro meselesi ile ilgili açıklamaları yeniden emek alanına dair kendi gündemini inşa etme girişiminden başka bir anlam taşımamaktadır.
Önümüzde halen taşeron köleliğinin bütün zorbalıkları dururken, işçilerin ve emekçilerin kıdem tazminatına yönelik saldırı planları rafa kalkmamışken, sendikal alana yönelik baskılar devam ederken emek hareketinin de artık bütünlüklü ve iktidarın gündeminden bağımsız bir emek programı oluşturması ve bu program etrafında mücadele ederek kendi gündemini iktidara dayatmaktan başka bir şansı bulunmamaktadır. Sorunu salt asgari ücret meselesinden tartışmaktan ziyade işçilere ve emekçilere yönelik yıllardır süren kapsamlı saldırılara karşı emeğin sermayeden ve iktidardan bağımsız mücadelesini yeni dönemde daha görünür hale getirmek bizler açısından zaruri bir görev olarak önümüzde durmaktadır.
*DİSK Güvenlik Sen Uzmanı
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.