“Psikoloji zorunlu kandırmaca, psikologlar da devletin doğal işbirlikçileri değildir.” 10 Ekim Katliamı sonrasında eskiden beri varolan psikososyal desteğe dair tartışma yeni bir evreye girdi. Bu yeni evrede gerek tartışmalara katılanların sayısı, gerek toplumsal etkileri, gerekse karşılıklı yanıtlaşmaların hızı arttı. Ancak aynı zamanda bu tartışmanın kendi alanı içerisinde henüz tamamlanmamış olması, olgunlaşmaya eğilimli olan düşünceler ile […]
“Psikoloji zorunlu kandırmaca, psikologlar da devletin doğal işbirlikçileri değildir.”
10 Ekim Katliamı sonrasında eskiden beri varolan psikososyal desteğe dair tartışma yeni bir evreye girdi. Bu yeni evrede gerek tartışmalara katılanların sayısı, gerek toplumsal etkileri, gerekse karşılıklı yanıtlaşmaların hızı arttı. Ancak aynı zamanda bu tartışmanın kendi alanı içerisinde henüz tamamlanmamış olması, olgunlaşmaya eğilimli olan düşünceler ile henüz çiçek vermeden dona maruz kalmış meyveler misali hep çiğ kalacak olanların ayırt edilmeksizin kamusal alana taşınmasını beraberinde getirdi.
Bu tartışmaya dair psikologların kendi e-posta gruplarında ve yüzyüze gerçekleştirdikleri tartışmalar içerisinde, kamusal alanda görünür olan konum, düşünce ve argümanlar dışında elbette ki çok daha fazla çeşitlilik içeren konumlar, düşünceler ve argümanlar bulunuyor. Doğal olarak alandan uzak olan okurun psikososyal destek tartışmalarına dair kendisine bir konum belirleyebilmesi de tartışmaların kamuoyuna yansıyan kısmına dair alan içerisinde verilen yanıtları bilmeyi ve eleştirilerden haberdar olmayı gerekli kılıyor. Bu yazının amacı da kendisi de bir psikolog olan yazarın bu konuya dair kendi konumunu ortaya koymak ve daha önce Sendika.Org’da yayımlanan Sertan Batur ve Sevgi Türkmen’in yazıları ile açığa çıkanlar dışında da yaklaşımlar olduğunun altını çizmektir.
Kanımca böylesi bir çaba, 10 Ekim Katliamı’nı bugüne kadar olanlardan farklı kılan kimi özellikler nedeniyle de aciliyet taşımaktadır.
10 Ekim Katliamı’nı farklı kılan özelliklerden ilki, bu saldırının düzene muhalif olan tüm demokratik toplumsal bileşenlerin kitlesel bir şekilde katıldıkları bir mitinge yönelik olmasıdır. Yani saldırının hedefi olanlar ayrıştırılmış herhangi bir muhalif grup -Maraş’ta olduğu gibi sadece Alevîler, cezaevleri operasyonlarında ve Suruç’ da olduğu gibi örgütlü sosyalistler, Diyarbakır’ da olduğu gibi kürtler- değil bütün bir “sol” dur.
Bir diğer farklılık Reyhanlı’dan Diyarbakır mitingine, oradan Suruç’a ve günümüze uzanan katliamların süreklilik gösterdiği ve sarayın kendi iktidarını korumak için yaptığı hamleler olarak bundan sonra da yaşanabileceğine dair tüm sol kamuoyunun ortaklaşıyor olmasıdır.
Doğal olarak tüm bunlar katliam sonrası yaşanan şok ve sarsılmanın -ki biz psikologlar buna travma diyoruz- çapını da, şiddetini de arttırmasına neden olmuştur.
Hal böyle olunca dayanışmak ve ihtiyacı olana “profesyonelce” destek olmak için sahada olan psikologlar da daha önce hiç olmadığı kadar kendilerini politik tartışmaların içinde bulmakta ve sürece müdahil olurken terapi, dayanışma ve politika herşey iç içe geçmektedir.
Ama bütün bu karmaşaya rağmen gerek TPD gerekse TODAP bünyesinde organize olan psikologlar, katliamın hemen ardından hızlıca hem hastane önlerinde hem de görüşme odalarında sürece müdahil olabildiler. Bu satırların yazarı olarak ben böyle olağanüstü durumlara “en az siyaset en çok dayanışma” prensibi ile yaklaşmanın daha doğru olduğunu düşünenlerdenim. Hatta bunu yaparken boynumda psikolog olduğumu belirten kartlar taşımaktan da hiçbir rahatsızlık duymadığımı belirtmeliyim. Hastane önünde psikolog olarak bulunmak doktor olarak bulunmak kadar doğaldır.
Kim ne derse desin, beyninde çakan şimşekler misali gidip gelen katliam görüntülerinin acısı ve yaşıyor olmanın utancı ile sesi titreyen biri ile karşılaştığımda önceliğim onun bu duygularını kontrol altında almasına yönelik profesyonelce müdahale olacaktır. Siz buna ister teselli ister normalleştirme deyin farketmez.
Son olarak böylesine büyük çaplı bir katliam yaşanırken buna katliam deme ve sorumlulardan hesap sorulmasının onarıcı etkilerini ifade etme ön koşulunu yerine getiren ve travmaya müdahale konusunda yeterli deneyimi olan tüm profesyonellerin seferber olmasının, ihtiyaç sahipleriyle buluşmasının sağlanmasının da “politik” bir öncelik olduğu kanaatindeyim.
Bu noktada diyebilirim ki “Psikoloji zorunlu kandırmaca, psikologlar da devletin doğal işbirlikçileri değildir.” Halkın demokrasi mücadelesi, zulme ve baskıya karşı direnişi içerisinde psikoloji direnişin ve mücadelenin bir parçasına, psikologlar da direnişçilere dönüşebilir. Yani demem o ki, boynumuzdaki “psikolog” kartları ile katliam alanında ve hastane önlerinde olmak devrimci bir etkinlik haline gelebilir ve “başka bir psikolojiyi mümkün” kılabilir.
Kanımca bu noktada profesyonellerin psikososyal destek tartışmalarını kişiselleştirmeleri ve ayrışmaları körükleyen bir hesaplaşmaya dönüştürmeleri yerine, psikolojinin nasıl devrimcileştirilebileceğini kendi mecrasında tartışabiliriz. Çünkü gün birbirimizle hesaplaşma günü değil, yan yana gelip, içinde bulunduğumuz tüm alanları ve elimizdeki tüm araçları düşmanla hesaplaşmak için seferber etme günüdür.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.