Kürt sinemasının bir temsilcisi: Yönetmen Kazım Öz ile söyleşi[1] 1996’da Mezopotamya Kültür Merkezi (MKM) çerçevesinde kurulmuş Sinema Kolektifi ile film çekmeye başlayan Kazım Öz Kürt kültürünü daha geniş bir kitleye aktarmayı ve tanıtmayı hedefliyor. Kürtlerin yoğun olarak bulundukları bölgelerde yaşananlarını gösterme arzusu ile kurulan kolektif “Kürt sorunundaki açmazlara ve kirli iç savaşa dikkat çekmeyi”[2] hedefliyor […]
Kürt sinemasının bir temsilcisi: Yönetmen Kazım Öz ile söyleşi[1]
1996’da Mezopotamya Kültür Merkezi (MKM) çerçevesinde kurulmuş Sinema Kolektifi ile film çekmeye başlayan Kazım Öz Kürt kültürünü daha geniş bir kitleye aktarmayı ve tanıtmayı hedefliyor. Kürtlerin yoğun olarak bulundukları bölgelerde yaşananlarını gösterme arzusu ile kurulan kolektif “Kürt sorunundaki açmazlara ve kirli iç savaşa dikkat çekmeyi”[2] hedefliyor ve 18 sene içeresinde, hem Türkiye’de hem de yurtdışında Kürt sinemasının bir dalı olarak kabul edilmeyi başardı[3]. Anlattıkları Türkiye’nin toprağı ile örtüşmeyen bir Kürt sineması coğrafyası ortaya çıkartıyor: vizyona sokabilme fırsatları, “alternatif sinema”ya açık ya da kapalı alanlara göre yeni bir harita oluşuyor. Bu hayali coğrafya Diyarbakır, Batman, Dersim, İstanbul’daki alternatif sinema salonları (Yeşil Çam sineması gibi), Türkiye ve yurtdışındaki film festivallerinden ibarettir. Çok somut örnekler ile, Türkiye’deki siyasi atmosferde resmi Türk kimliği ve azınlık kimlikleri hakkında ifade özgürlüğüne kısıtlı bir alanın bırakıldığını görüyoruz. “Ax” (1999), “Fotoğraf” (2001) ve “Bahoz” (2009) filmlerinin yönetmeni Kazım Öz, kolektif’ten ayrılmış olsa da, aynı heves ile film çekmeye devam ediyor. Öz, sanat alanında tecrübelerini bizimle paylaştı.
Sendika.Org: Sinema Kolektifi çerçevesinde film çekmeye başladınız. Bu kolektif MKM’nin (Mezopotamya Kültür Merkezi) bünyesinde oluştu sanırım. Tam olarak ne zaman başladı ve nasıl işliyor?
Kazım Öz: MKM 1991’de açıldı fakat Sinema Kolektifin kuruluşu daha çok 1996-1997’ye dayanıyor.İlk öğrencilerdenim. MKM’de sinema kursları gibi bir örgütlenme oldu. Birçok arkadaşla beraber başladıktan sonra bir sinema kolektifine çevirdik. Kolektifin ilk ürünleri 1996’da çıktı ama 4-5 sene sonra, sinema çalışmaları gerçekten başladı. 1999’da “Ax” (Toprak) çıktı[4]. Doğru düzgün bir sinema eğitimi almamız birkaç sene sürdü. Ben inşaat mühendisliği okudum ve sinema hakkında bir bilgim yoktu. Birbirimizi eğiterek ilerledik. Hem öğrenci, hem de öğretmen olarak katılıyorduk. Uzmanlık alanına göre, araştırma yapıp, kolektife sunuyorduk. Kısa filmler, uzun filmler, belgeseller, tartışmalar, film gösterimleri organize ediyorduk…Kolektifin 10 – 15 yıllık bir tarihi var ve 40’a yakın prodüksyonu oldu. Bir ara, Kürdistan’da, 4-5 yıl festival de organize ettik. İki yıl Dersim’de İnsan hakları film festivali, Batman’da Yılmaz Güney film festivali’ni organize ettik.
Katılanlar sinema bölümünden öğrenciler miydi? Katılma nedeniniz neydi? Bu inisiyatif hangi ihtiyaçtan doğdu?
Özellikle sinema bölümünden değildi. Belli bir eğitimi olan ya da olmayan, farklı farklı meslekten insanlar vardı. 5-10 kişilik bir grup ile başladı. Yıllar içeresinde değişti, sürekli ve kalıcı olan sadece ben oldum. Neden kurduk diye sorarsanız, biraz alternatif sinema, devrimci sinema ve özellikle Kürt sineması söylemi ile ortaya çıktı. 90lar, Kürtler açısından kendileri keşfettikleri yıllar. Sinemada, tiyatroda, resimde …sanatın her alanında öyle bir dönem yaşandı. Sinema kolektifi kendi kendine dağıtım yapabilen, gösteri yapabilen, her şeyi yapabilen piyasadan bağımsız bir oluşum idi. Montaj ve dağıtım işleri için, resmi bir yapım şirketi açıldı mesela, Yapım13 diye. Kimi zaman bu hedefe ulaştı, kimi zaman ulaşamadı ama çeşit çeşit ürünler üretti. Öyle bir tarihi var.
Kolektif film üreten ve aynı zamanda sinema alanında eğitim veren bir kurum. Atölyeler sayesinde, film ve belgesel çekmeyi öğretiyordunuz. Atölyelerin hedefi neydi? Kimler katılabiliyordu?
Evet, son 5 yıldır özellikle, her yıl İstanbul’da atölyeler yapıldı. 20-25 öğrencinin katıldığı 6 aylık atölyeler düzenlendi. Oranın sorumlusuydum. 10 hoca kadrosu vardı. Üniversite düzeyinde bir eğitim ortamı oluştu diyebiliriz. Akşamlar, haftada 3 gün, yoğun ve kapsamlı bir eğitim verip film çekiyorduk. Hem eğitim hem de pratik yapıyorduk. Hocalara, öğrencilere, işçilere … Herkese açık. 20 kişilik bir kontenjan tutuyorduk ve mülakatlar ile bir eleme yapıyorduk. Önemli olan adayın hedefi. Bağımsız sinema mı düşünüyor yoksa daha ticari bir şey olarak mı bakıyor? Hakikaten alternatif sinemayı geliştirebilecek, biraz düşünsel olarak farklı bakabilen insanlar daha çok arıyorduk. Öğrenci, bir fikir ile geliyor ve grup olarak onu kısa filmi olarak çekiyorduk. “Qapsûl” (Kapsül) ya da “Xal û Xwarze”(Dayı ve Yeğen) mesela, atölyelerden çıkan filmer bunlar. Hepsi kolektifin ürünleri olarak ortaya çıktı. Kolektifin yapısı böyle bir profili çekiyor ama “Kürt sineması” yapacak birini illa aramıyorduk. Aramızda farklı siyasetten gelenler vardı ama çoğunun Kürt hareketine yakın olduğu bir gerçek. Siyasi bir gerilim yaşanmadı, hemen hemen herkes ortak düşünüyordu.. 1999’da, “Ax” (Toprak) filmi Kolektif bir çalışmaydı mesela. Senaryo üzerine 5-6 kişi çalıştık. Yönetmenliği ben yaptım ama o ekibin organize bir işi idi.
O tartışmayı çok yaptık. Sadece festivalleri hedefleyelim diyenler vardı. Sadece Türklere yapmak önemli diyenler vardı ya da bazıları sadece işçilere yönelik filmler çekmek istiyordu. Kürt meselesini dünyaya anlatma derdi en baskın olanlardan biri idi. Kürt meselesi nedir, ne değildir, bu trajediyi anlatmak. Farklı görüşlere rağmen baskın fikir, herkese yönelik olsun diye karar verdik. Özel bir hedef kitlesi yok. Kürt meselesi sadece Kürtlere anlatmıyorsun sonuçta. Dil bir kıstas değildi ama mümkün olduğu kadar, anadilinde yani Kürtçe çektik.
Alternatif film çekmek pek para kazandırmıyor sanırım. Nasıl finanse ediyordunuz film çekimlerini? O kadar kişi nasıl geçinebiliyor? Tek ekip olarak, çok ciddi bir iş. Senaryo, yapım, çekim, kurgu, dağıtım … Normalde,her departman için ayrı çalışan bir ekip var işin her aşamasında.
Ekibin içeresinde, iş dağıtımı yapılıyordu. Herkes iki alanda yoğunlaşıyor ve bu şekilde, filmin her aşamasında çalışabiliyor. Birinde görüntü yönetmenliği yapmışım mesela, birinde kurgusal kısmını yapmışım, birinde prodüksyon yapmışım. Kolektifin öyle bir çalışma yöntemi vardı. Diğerlerini bırak, en büyük sorun, enerji kaybı. Filmi bitirmek bir iki sene sürebiliyor ve sonra onun gösterimi ile uğraşmak lazım ve bu yüzden, yeni filme odaklanamıyorsunuz. Alternatif sinemanın öyle bir handikapı var. Çok nadiren destek bulduk ve kendi kendimize yapıyorduk. Bir müzik grubu ile anlaşıp, konser veriyorduk. Giriş biletlerin parası ile, bir film finanse edebiliyorduk. Film gösterim biletlerini satıyorduk. “Demsala dawi: Şewaxan” (Son Mevsim: Şavaklar) için, bir tekne gezisi bile organize ettik. Yaratıcı olmak şart. Bazen, ödülden aldığımız para ile finanse ediyorduk. “Bir varmış, bir yokmuş” geçen hafta Kanada’dan ödül aldı. Montreal’da en iyi belgesel film ödülünü aldı mesela. Bu parayı hemen yeni filme yatırdık. 40 küsür film çektik ama daha çok film çekilebilirdi. “Bahoz”(Fırtına)’dan sonra, onun gibi iki-üç film daha yapabilirdik ama o filme biraz para da yatırdık ve çöktük. Gösterimleri engellendi. Festivaller kabul etmedi.
İnternette araştırdığımızda, hem kolektifin hem de sizin filmleriniz kolay kolay bulunmuyor. Nerede gösteriliyor?
Filmlerimiz piyasada yok. Gönderebileceğimiz 25 filmlik bir set kurduk ama onun dışında, İnternette sadece birkaç tane bulabilirsiniz. Dijital kısmı biraz zayıf galiba bizde, sistematik olarak koymuyoruz. Salon gösterim ise, 1999’da “Ax” (Toprak) filmi mesela dünyayı dolaştı ve 50-60 küsür festivalde gösterildi ama Türkiye’de yasaklandı. Özel gösterimler yapıldı. Kolektifin de dağıtım tartışmaları yaptığı bir dönem idi o yıllar, çünkü kolektifin filmlerini gösteremiyorduk. Yapım şirketi açmaya ihtiyaç duyduk ve bir ekip sırf filmin dağıtımı ile ilgileniyordu. Çektiğimiz filmleri kendi kendimize salonlar kurup gösterdik ve birçok film insanlara öyle ulaştırıldı. Bazen sinema olmayan yerlerde, projeksyon ve ses sistemi kiralayıp, perde ve sandalye kurup öyle gösteriyorduk. “Bahoz”(Fırtına) filmi için öyle oldu. Beyoğlu gibi birçok sinemanın olduğu bir yerde bile, gösterim şansımız fazla olmadı. Birçok yer ile görüştük mesela, Yeşilçam sineması gibi sinemalar kabul ediyor. “Bahoz”(Fırtına) 14 hafta kapalı gişe oynadı ama daha büyük bir salon bulamadık. Orada birçok seyirci kaybettik büyük oranda. Onun dışında, İstanbul’un kenarlarında kabul eden salonlar vardı. Bir-iki hafta oynatanlar oldu. Bizim sinemamız biraz politik. Bu da hemen bir engele oluşuyor. “Bahoz”un (Fırtına) 6 sene oldu çıkalı, ama hala onu yeni izleyip bana yazanlar var.
Filmleriniz medyada ne kadar duyuruluyor?
Daha çok alternatif medya’dan davetiye geliyor, anaakım medya’dan pek yok. Özgür Gündem, Evrensel, Birgün, Radikal gibi gazetelerde arada bir makale çıkıyor. Kürt siyaseti ile ilgilenenler daha çok yazıyor ama filmlerin hikayelerini genel bir şekilde aktarıyorlar. Anlayabiliyorlar tabi ama detaya pek girmek istemiyorlar, bir çeşit otosansür uyguluyorlar ve gündeme almak istemiyorlar. Televiziyon da ise, sadece “spot cümleler” oluyor ve kendini anlatamıyorsun. Analitik yorumlar yok. Altyazı, Yeni sinema ya da Entract dergilerinde oluyor yorum sadece. Bu konuda dergiler iyi. Şimdiye kadar öyle oldu …sonrası için bilmiyorum.
İzleyicilerden ne tür tepkiler aldınız? Filmlerinizde izleyicilerin hoşuna giden taraflar ne genelde?
İki gün önce “Bir varmış bir yokmuş” Ankara’da gösterildi ve tepkiler çok iyiydi. İzleyiciler filmdeki insanların dialoglarına şaşırdı ve filmin en ilgi çeken tarafının samimiyeti olduğunu söylediler. İnsanlarda bir heyecan da yaratıyor. Avrupa delegasyonunda biri “Nasıl bir güven verdiniz ki insanlar evlerine kadar getirdiler sizi” diye sordu. Öyle sorular vardı. O güzel oluyor. Özelikle Kürtler, ama Türkler’de de en çok tepki alan “Bahoz” (Fırtına) oldu galiba. Kürt meselesini bilmeyenler için bir keşif oldu… “Orada uzaktan gördüğümüz insanlar demek ki bunlarmış” diye…bir tanışma heyecanı yaşandı sanırım. Genelde Türkiye’de alternatif sinemada, devrimci karakter bir şekilde daha çok yenilen karakterlerdi. “Bahoz”’da öyle değil, yaşayan ve mücadele eden karakterler var.
Birçok festivalden ödül kazandığına göre[5], kolektifin ve sizin filmleri beğeniliyor fakat hem gösterim hem de tanıtım konusunda, zorluk çektiğinizi anlatıyorsunuz.Baskı, sansür ve otosansür’den bahsettiniz. En son Altın Portakal festivalinde gördüğümüz gibi[6], sansür mekanizmaları bazen açık bazen kapalı bir şekilde işliyor[7].
Baskı var, evet. Eğer bugüne kadar gelebildiysem, o da aldığım tedbirlerdendir. Ne yapmalı, nasıl bir yöntem uygulanmalı diye kafa yorduk. “Ax”(Toprak) filmini tamamen illegal çektim. Orada başladı, anladım ki bu konuyu açık açık çekemeyecektim. O filmden dolayı yargılandım mesela. İsmim bir kontregerilla’nın defterinde bulundu. Musa Anter’i öldüren adam. İtiraf edip, yurtdışına kaçtı ve onun defterini aldılar. Defterinde benim ismim geçiyordu. Bir yerde belgeseli mi izlemiş, bilmiyorum. Yazdığı listede benim ismim vardı. Bi de zamanında, gözaltılar da oldu. Gösterim kısmı ise, sinemalar tarafından ciddi bir otosansür var. Korkuyorlar ve filmin onların için tehlikeli olduğunu söylüyorlar. “Bahoz” (Fırtına)’u en iyi ilerici salonlarda bile, bir hafta gösterip, hemen çıkartılar. Başka şehirlerde de çok oldu. Malatya’da, Mersin’de, Van’da bile, ikinci hafta kaldırdılar. Tehdit aldıklarını söylüyorlar ama emin değilim. Adana’da, seçici kuruldan biri bana “biz onu seçtik, sonra çıkarıldı “ dedi. Perde arkasında öyle şeyler dönüyor yani. Diyarbakır’da daha rahat oynadı ve en iyi kitlesi orada oldu. Festivaller’e gönderdiğimiz zaman, beğenmediklerini söylüyorlar ama yalan tabi, öyle değil. Bir festivale en azında kabul edilmeyi hak eden bir film.
O açıdan, yurtiçi ve yurtdışındaki festivaller stratejik bir rol oynuyor sanki. Orada aynı siyasi çekinceler olmadığı için, daha rahat bir şekilde gösteriliyor. Ödül aldığınızda, meşrutiyeti artıyor ve sonra Türkiye’de daha kolay bir şekilde gösterebilme fırsatı buluyorsunuz herhalde?
“Fotoğraf Cannes’da gösterildi mesela. “Ax”(Toprak) ya da “Dur”(Uzak) da Avrupa’nın birçok yerinde gösterildi. Paris’te, Mediterranée film festivali’nde, İtalya’da. Türkiye’den ziyade daha çok yurt dışında gösterildi filmlerim. Orada belli bir etki yarattıktan sonra, burada yolu açılıyor ve kabul ediliyor. “Bir varmış bir yokmuş” Kanada’dan ve Paris’ten ödül aldı. İstanbul’da da gösterildi. Festival’den festivale tolerans seviyesi değişiyor. Bazıları ulusalcı ve milliyetçi olabiliyor. İstanbul film festivali iyi olanlardan biri, demokrat bir festival. Çok profesyonel bir şekilde çalışıyorlar. Tehdit almış olabilirler, ama yine de, vizyona sokuyorlar. İstanbul ile ilgili muhtemelen. Şehrin öyle bir yapısı da var.
2015’te film festivallerinde siyasi iktidarın politikaları ile çelişen Bakur vb filmlerin engellenmesi üzerinden sinemada sansür tartışması yeniden gündeme geldi ve sinemacılar tarafından bir dizi eylem düzenlendi. Sanatta “Sansür tarihinde” bir dönüş noktası oldu mu?
Elbette. Filmin gösterimini engellemek için, bir “kayıt tescil” belgesi eksikliğini bahane ettiler. Genelde nispeten özgürce film gösteren İKSV festivalinde öyle bir sansürün gelmesi, daha genel çapta siyasi dönüşümlerin yaşandığı ve yeni siyasi çizginin deşifre olduğu bir olaya dönüştü. Bir parti olan AKP’nin devletleşmesinin sonucu olarak yeni bir dönem başladı Türkiye’de. Bu sansür olayı da bu değişimin sonucu olarak ortaya çıktı. Sansüre gösterilen reaksiyon, iktidarın aygıtlarını işine yarayacak şekilde nasıl kullandığı konusunda bir farkındalık yarattı. O festivalde “Beyaz Çınar” adlı filmim de vardı, diğer yönetmenler gibi protesto olarak filmimi çektim.”Bakur” için gösterilen ortak tavır kitlesel bir eyleme döndü ve festival tam gerçekleştirilemedi. Uzun zamandır sanatta yapılan bir sansür girişimine karşı o kadar büyük bir eylem olmamıştı.
Sansür genellikle medya bağlamında tartışılıyor. Özellikle 2015 yılında seçim süreçlerinde tırmanan bir baskı atmosferi var. Sanata yönelik baskılarda da benzer bir tırmanış var mı? Sanatçıların büyük ölçüde sessiz kalmasının nedeni ne?
Evet, medya ile paralel gittiğini söyleyebiliriz. Bu sene mesela, Antalya film festivali deyim yerindeyse budandı. Belgesel bölümü iptal edildi. Ulusal sinemayı destekleyen ödüllerin çoğu iptal edildi. Türkiye sineması açısından olumsuz bir gelişme bu. Ancak sanatta belki biraz farklı bir sansür çeşitinden de bahsetmemiz gerekiyor. Daha köklü, daha saklı bir sansür mekanizması söz konusu. Birçok Amerikan filmi vizyona girerken, burada çekilen filmlerin büyük bir kısmı ya çok az salonda yada hiç gösterilmiyor. Genelde “ticari nedenlerden” dolayı gösterilmediği algısı yaratılmış durumda ama aslında bu durum bile dolaylı bir sansür gerçeğini ifade ediyor. “Doğal hale gelmiş dolaylı bir sansür”den bahsedebiliriz Türkiye’de. Yılda 100 tane filmin çekiliyorsa, yarısısından çok fazlası izleyici ile buluşamıyorsa bu da gerçekte bir sansür sayılır. “Göstermemek” doğrudan bir müdahaleden farklı gözükse de, o da bir çeşit sansürdür. Sanatçıların gazetecilerden daha sessiz olduklarını düşünmüyorum. Bu kadar medya kırımı ortadayken gazeteciler, yazarlar öyle ciddi eylemler yaptı da “sanatçılar sessiz” mi diyelim? Aksine sanatçılardan daha duyarlı yaklaşımlar görüyoruz genelde. Genel olarak bir sessizlikten bahsetmek lazım.
Dipnotlar:
[1] Bu görüşme Aralık 2014’te yapılmış ve Kasım 2015’te güncellenmiştir.
[2] https://www.facebook.com/Mezopotamyasinema/info?tab=page_info
[3] http://www.sinemadicle.com/index.php?option=com_content&view=article&id=181:filmen-kurdi&catid=25:sinema&Itemid=27 , http://www.insanokur.org/?p=9950
[4] Rengen Bi Keda Destan – El yordamıyla renkler (1996) / Desten Me We Bibin Bask Eme Bifirin u Herin – Ellerimiz kanat olacak uçup gideceğiz (1996)
[5] “Dur”(Uzak) 2005: En İyi Belgesel Film , 17. Ankara Film Festivali – 2006 ; En iyi belgesel, Film festival Türkei-Deutschland; “Bahoz” (Fırtına)2009 :Umut Veren Yeni Erkek Oyuncu, 20.Ankara Film Festivali-2009); “Bir varmış bir yokmuş” 2014, Grand Prix: Rencontres internationales du Documentaire de Montréal
[6] http://www.altyazi.net/soylesiler/2000lerde-sansur-dosyasi-tanikliklar/
[7] http://www.siyahbant.org/turkiye-%E2%80%9Cfotograf%E2%80%9D-filmini-polonya%E2%80%99da-sansurledi/
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.