Bir sabah uyadığınızda kırık bir soğuk hava sizi sendeletiyorsa, aylardan ekimse Ankara’dasınızdır. Havayı rahatlıkla içinize çekebilirsiniz, kurudur engelsiz ulaşır ciğerlerinize. O sabah gara inen binlerce kişi aynı ürpertiyle ciğerlerine soludukları havayı çekip, sıcacık üflediler Ankara’ya. Güneş ilk ışıkları yavaş yavaş l süzüldüğünde ortalığı onlar çoktan ısıtmışlardı. Avuçlarında getirdikleri barış güvercinlerini Hrant vermişti ellerine. Ürkek barış […]
Bir sabah uyadığınızda kırık bir soğuk hava sizi sendeletiyorsa, aylardan ekimse Ankara’dasınızdır. Havayı rahatlıkla içinize çekebilirsiniz, kurudur engelsiz ulaşır ciğerlerinize. O sabah gara inen binlerce kişi aynı ürpertiyle ciğerlerine soludukları havayı çekip, sıcacık üflediler Ankara’ya. Güneş ilk ışıkları yavaş yavaş l süzüldüğünde ortalığı onlar çoktan ısıtmışlardı. Avuçlarında getirdikleri barış güvercinlerini Hrant vermişti ellerine. Ürkek barış güvercinlerini.Tüm renklerden insanlık ördüler sabah sabah. Sınırsız bir dünya gibiydiler. Kürdün gelini Lazın Kazımı ve daha neler neler insanlık torbasından alana dağılan.
Sevgililer vardı garın duvarına yaslanan. Onlar çoktan barışmışlardı ülkede. Yakalarında yaşasın Kürt Türk aşkı yazıyordu. Erkek saçını kokladığında kadının, kadın nefesini çekiyordu sevgilinin. Erkek ellerini öptüğünde kadının, kadın küçük kaçamak düşlerde demleniyordu.
Bir babayla oğul vardı gardaki alanda. Alanın en güzel gözlerini taşıyan iki mavi göz, iki kocaman mavi göz ve utangaç gülümsemeden bir surat. Ayağında spor ayakkabı dün alınan gıcır gıcır. Nasılda güzel yumruğu vardı arada havalanıp babaya gösterilen. Annesinin boynundan koklayıp uğurladığı kücücük barışsever.
Bir tarafta kardeşler vardı, abla kardeş. Oğlan saçını çekti ablanın azıcık. Abla gülümsedi. Küçükken de elmasını kaçırırmış. Annesi yeni elma verdiğinde onu da kaçırmış.Yeniden gelen elma kafasına atıldığında oğlan onu da yermiş. Böyle böyle Ankara ‘nın sabahında çocukluk anılarına sarılıp koklaşıp gülüştüler.
Genç bir oğlan vardı,bence çocuk. Bıyıkları yeni çıkmış. Kapkara gözlerindeki inanç Ankara’nın orta yerinde herkes tarafından görülmüş. Ne de güzel bir sesi vardı. Gülüşün bir isyanın ateşinde parlayacak Ali İsmail, diyordu.
Bir yaşlı kadın vardı alanda garda. Acının, ağıtların ülkesinden gelen. Barışı alıp götürecekti bu sefer. Bir elma şekeri sunar gibi sunacaktı torunlarına. Sol memesinin altında Ankara’nın orta yerine getirdiği koskocaman bir yüreği vardı. Oğullarını uğurladığında, iki diziyle birden toprağa düşmüş. O gün bugün her yerinden kanarmış, kanarmış. Beyaz tülbentinden bir parça alıp halaya durdu barışın halayına.
Öğretmenler öğrencilerini alıp getirmişlerdi alana. O gün derse herkes gelmişti .Ellerinde barış dersinden notlarını Ankara garının duvarına yapıştırıp hep birlikte halaya durdular, barışın halayına.
“Bu meydan kanlı meydan, bu meydan kanlı meydan” sözlerini duydu tarihin sayfalarındaki devrimci kahramanlar ve ardarda gelen patlama sesleri duyuldu ülkenin dört bir yanından. “Katiller, katiller” diyen binlerce barışsever, öfkeleri kederlerinin önüne geçenler hep bir ağızdan defalarca haykırdılar. Hrant’ın ürkek barış güvercinleri bir bir döküldüler. Bu meydan barış meydanı olsun diyenler kırk yerinden kırk kez vuruldular. Meydanın kandan kızıllığı dünyanın her yerinden görüldüğünde öfkeliler tekrar tekrar “inadına barış” dediler. Kürdün gelini, Lazın Kazım’ı son kez bakıştılar. Birbirlerinin nefesini çeken sevgililer nefeslerini gökyüzüne bıraktılar. Ankara’nın kanlı meydanının en küçük barışseveri mavi gözlerini kapattığında barışa ağıtlar yakılıyordu Kürtçe. Bir halkın dili hep mi ağıt söyler? Silkinip yerinden kalkan yoldaşlar birbirlerinin yaralarından yeniden barışı meydana taşıdılar. Hep bir ağızdan “İnadına barış” sözlerini dünyanın bütün meydanlarında söylediler.