Hedef belli, Saray hükümranlığına son vermek. Bu hedefe varacak stratejiyi ise seyredenler, geriye çekilenler değil değiştirmek için öne atılanlar oluşturacak…
Normale dönmeyeceğiz, normale döndürmeyeceğiz. 10 Ekim Katliamı’nı unutmayacağız, unutturmayacağız. AKP iktidarını meşru görmeyeceğiz, göstermeyeceğiz. Tayyip Erdoğan’ın Saray hükümranlığına son vermek hedefimiz olacak.
AKP iktidarı hızla, 1 Kasım sonuçlarını başlangıç yapan yeni bir milat oluşturmaya çalışıyor. Çünkü öncesinde gerçekleştirdiği katliamların, yaptığı yolsuzlukların üzerini örtmek zorunda. Kuşkusuz bunda en büyük destekçisi, çıkarı ne olursa olsun sistemin devamından yana olan güçler. 1 Kasım genel seçim sonuçlarının halka karşı işlenen suçlarla, sistemin kendi kurallarını bile çiğneyerek elde edilmiş olması önemsizleştirilmeye, yok sayılmaya çalışılıyor. Bu durumun kabul edilmesi, haksız elde edilmiş bir iktidarı meşrulaştıracağı gibi, bu iktidarın kendi varlığını devam ettirmek için aynı yol ve yöntemleri kullanmakta bir “sakınca” görmemesini sağlayacaktır. 10 Ekim’in hesabı sorulmadıkça, AKP iktidarı alaşağı edilmedikçe bu ülkede iktidar olmak için benzer yöntemler kullanılmaya devam edecek.
10 Ekim’in yarattığı tahribat hala toplumsal muhalefetin üzerinden kalkmadı, kendiliğinden kalkmasını da beklememek gerek. Kuşkusuz bu durumun zamana yayılarak hafiflemesini ummak birilerinin tercihi olabilir. Ancak biliyoruz ki yapılması gereken mücadeleyi çok daha kararlı ve örgütlü hale getirmektir. Bu tür katliamları engellemenin tek yolu; yapanı, bu yöntemi tercih etmekten vazgeçirmektir. Bu vazgeçirme işinin ikna yöntemiyle olmayacağı da açıktır. Tek koşulu, bu yöntemin işine yaramayacağının kanıtlanmasıdır. Yani bu yöntemi kullanan yargılanacağını, hesap vereceğini, değil iktidarın bir parçası olmak iktidarın tüm ilişkilerinden tasfiye edileceğini “kavrarsa” ancak vazgeçer! Bunun sağlanması için ilk adım katliamın yarattığı politik atmosferi dağıtacak, kitle pasifikasyonunu kıracak bir direniş çizgisinin örgütlenmesi olacaktır.
10 Ekim Katliamı’nın, AKP’nin “tekrar iktidarı” için organize edildiği, Davutoğlu hala suçu üzerinden atmaya çalışsa da su götürmez bir gerçek. Tayyip Erdoğan, Paris Katliamı ile Ankara Katliamı’nın aynı olduğunu ifade ediyor, yani ya Paris Katliamı’nı “kokteyl terör örgütü” (IŞİD, PKK, EL Muhaberat, v.s.) yaptı ya da Ankara Katliamı’nı IŞİD; hangisi olduğunu söylemeye daha karar vermedi. Ama iki katliam arasındaki en belirgin fark, Ankara Katliamı’nı IŞİD’in hala üstlenmemiş oluşu.1
Katliamlar karşısında yapılacak olan sadece, katliama uğramış mağdurların yaralarını sarmak, acılarını hafifletmeye çalışmak değildir; taziyeye gitmek, maddi ve manevi yardımda bulunmak, anma etkinlikleri düzenlemek yerine getirilmesi gereken görevlerin sadece bir kısmı. Katliamlara karşı mücadele, siyasi iktidar mücadelesinin bir parçası olduğu gibi aynı zamanda bir insanlık (vicdan) mücadelesidir. Bu insanlık suçunu işleyenler, bu suçtan iktidar olma kazancı sağlayanlar her gün ama her gün suçlarıyla yüzleştirilmedikleri sürece yeni suçlar işleyecekler. Tam da bu yüzden kimsenin kaçıp kurtulacağı bir yer, vicdanının sesini bastıracağı bir kuyusu yok; tek yol mücadele etmek, üstelik örgütlü mücadele etmek.
Erdoğan-Davutoğlu ikilisinin kuracağı yeni hükümetin neye benzeyeceğini çok iyi biliyoruz. Bu ülke 13 yılını bu zihniyetin, bu kadroların boyunduruğunda geçirdi. Kamusal hakların gasp edilip sermayeye pazarlandığı, kentlerin/doğanın yağmalandığı, halkın gericilikle boyunduruk altına alınmaya çalışıldığı, bunun yetmediği durumlarda her türlü faşist baskıya maruz bırakıldığı bir 13 yıl. Şimdi kuracakları “tekrar iktidarlarını” aynı zamanda son beş ayda halka karşı işledikleri suçlar üzerine kuracaklar…
Bu seferki daha öncekilerin hepsinden daha kırılgan, daha zayıf olacak. Bunu çok iyi bildikleri için yapmaya çalıştıkları yeni başlangıçta, inisiyatifi elden bırakmamaya (Kürt siyasi hareketi karşısında), toplumsal hoşnutsuzlukları törpüleyecek adımlar atmaya (asgari ücreti artırmak), emperyalistlerle ilişkilerde yeni işbirlikçilik misyonları aramaya (mülteci sorunu, IŞİD ile mücadele v.s.) ve ulusaşırı sermayeye yeni olanaklar yaratmaya uğraşıyorlar.
AKP, tekrar iktidarında Kürt siyasi hareketi ile yeni bir düzlem (masa) kurmak zorunda, bundan kurtuluşu yok. Ancak her gerici egemen iktidar gibi kendisinin tek belirleyici olduğu biçimde ve lütfederek vereceği kırıntılarla bu “sorunu” geçiştirmek istiyor. Son beş ayda HDP’den çaldığı milletvekilliklerini, kirli savaş taktikleriyle Kürt halkının bir kesimini yıldırmasını bir avantaj olarak kullanıp PKK ile Kürt halkını birbirinden ayrıştırma taktiğini devreye sokmuş durumda.2 İsrail devletinden öğrendikleri, Kürt kentlerine uygulanan baskı ve terör bu siyasi amacın başarıya ulaşması için. Kürt siyasi hareketinin, gerilla ile halkı birbirinden ayırmadan, aynı mekanda ve birlikte hareket ettirme tercihi ise AKP’nin oyununu bozacak nitelikler gösteriyor. Askeri gücü sokmayarak, devletin egemenlik alanı dışına çıkarmaya çalıştıkları her mahalle, kendi direnişini sonlandırsa da başka mahalle ve kentleri de içine alacak şekilde genişliyor. Bölge ölçeği düşünüldüğünde bu tarz mücadelenin engellenmesi mümkün değil. Ayrıca Kürt siyasi hareketinin Suriye’deki savaşta elde ettiği maddi ve manevi olanaklar da eklendiğinde AKP iktidarının bu mücadelede inisiyatifi elinde tutma ihtimali her geçen gün zayıflıyor.
Gerek Kürt siyasi hareketi karşısında gerekse de bölgede etkin pozisyon kazanma noktasında Tayyip Erdoğan’ın tercih edilmesini gerektirecek tüm malzemeyi tükettiler. Artık emperyalist merkezler için Tayyip Erdoğan ne Müslüman ülkeler için ılımlı bir model ne radikal İslamcıları kontrol edebilmek için bir sigorta ne de onları dize getirmek için kullanılacak güvenilir bir müttefik. Erdoğan’ın elinde kalan Avrupa’ya mülteci akınını önleyecek duvarları örmek ve ülkeyi açık hava mülteci cezaevine dönüştürmek. Bu durumun yarattığı tüm sorunları da Türkiye halklarının sırtına yüklemek. Erdoğan’ın bulduğu bir başka formül ise ulusaşırı nükleer ve savaş sermayesi için “yağlı kapı” haline gelip bu sermaye devlerinin lobi yapmasını sağlamak. Nükleer santral ihalelerini bir verip bir iptal ettirme taktiğini, G20 toplantılarının zamanlamasına denk getirerek, Çin’e verilen uzun menzilli füze ihalesini iptal ettirerek geliştirdi. Şimdi füze üreticilerinin kapısında sıraya girmesini bekliyor, ağızlarını sulandıran rakam 4 milyar dolar.
Rıza üretme kapasitesini giderek kaybeden AKP açısından nüfusun büyük bölümünün proleterleştiği bir ülkede Erdoğan’ın kendi deyişi ile “fakiri tahrik etmemek”3 için yine yalana dayalı propaganda ve “bir verir gözüküp üç alma” taktiği devreye sokuluyor. Asgari ücretin 1.300 lira yapılacak olması AKP iktidarının emeğin çıkarlarını gözetiyor olduğu anlamına elbette gelmeyecek. Önemli bir yönü propaganda malzemesi olarak kullanılacak olan bu taktik, peşi sıra emeğin kazanılmış önemli haklarının bir kısmının gasp edilme girişimini beraberinde getirecek. “Patronların yükünü hafifletmenin” yolu, anahtarı Bilal’de olan Tayyip Erdoğan’ın kasasından geçmeyecek, doğrudan ya da dolaylı halkın sırtına yıkılacak. İşçi çıkarılmasının kolaylaştırılarak iş güvencesinin ortadan kaldırılması, kıdem tazminatının gasp edilmesi, işsizlik fonunun patronların kullanımına açılması, asgari ücrete yıl içinde bir daha zam yapılmaması gibi seçenekler saldırının çok değişik biçimler altında yapılabileceğini şimdiden gösteriyor.
Toplumsal öfkeyi ve demokrasi mücadelesini engelleyebilmek için ise artık elinde baskı ve şiddet araçlarından başka bir şey yok. Son üç yılda iki büyük isyanla sarsılan AKP iktidarı yeni dalgaların geleceğinin farkında. 13 yıllık iktidar boyunca devlet kadrolarına doldurulanlar hala sadece kişisel çıkarlarının peşinde, polis teşkilatı dışında hala devlet bir bütün olarak AKP’lileştirilemedi, kendisine doğrudan bağlı ve her türlü ayrımcılığa tabi sermaye grupları hala pazarın tek belirleyeni olma pozisyonuna ulaşamadı, AKP seçmenleri türlü girişimlere rağmen AKP partizanlarına (milislerine) bir türlü dönüştürülemiyor, v.s. v.s.
Ancak yaşananlar, AKP’nin kırılganlığının kendiliğinden ya da iç çekişmeleriyle, egemen sınıflar arası mücadele ya da emperyalistlerle arasındaki gerilimlerin doğrudan sonucu olarak bir yıkılışa yol açmayacağını, böylesi bir süreçten bugüne kadar medet uman tüm kesimlere de gösterdi. Tekrar edelim hedef belli, Saray hükümranlığına son vermek. Bu hedefe varacak stratejiyi ise seyredenler, geriye çekilenler değil değiştirmek için öne atılanlar oluşturacak…
Dipnotlar:
1Yaptığı her eylemi 48 saat içerisinde üstlenen IŞİD, ne hikmetse üç eylemi aylar geçmesine rağmen hala üstlenmedi; Diyarbakır, Suruç ve Ankara. Ayrıca bombacıları Antep’ten Ankara’ya getiren şoför de polisin son operasyonunda öldü, böylece bağlantı noktası da koparıldı. Artık soruşturma sonlanmış olacak, onlara göre….
2Hüda-Par ve küçük Kürt gruplarının oluşturduğu ve seçimlerde HDP’yi destekleyen birlik olan Azadi İnisiyatifi, müzakerelerin kendileriyle sürdürülmesini talep ettiler bile.
3Erdoğan’ın G 20 bünyesindeki B20 toplantısındaki konuşmasından.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.