ABD’nin Suriye politikasında değişim öneren unsurların belirleyici hale gelmesi, Rusya ve İran’ın artan ağırlığının fiilen kabul edilmesi anlamını taşıyacaktır
ABD’nin Suriye politikasında değişim öneren unsurların belirleyici hale gelmesi, bölgesel güç dengelerinde Rusya ve İran’ın artan ağırlığının fiilen kabul edilmesi anlamını taşıyacaktır. Ancak şimdilik, Suriye’de cihatçı çetelere desteği arttırarak Rusya’yı sahada yıpratma ve zorlanan Rusya ekonomisinin üstüne bir de bu uzayan savaşın masraflarını yükleme taktiğinin benimsenmesi daha yüksek olasılık olarak görünmektedir
4 Mayıs 2010 tarihli Radikal gazetesinde Cengiz Çandar’ın “Oxford’da Cumhuriyet tarihimizin ‘en iyisi’ ile…” başlıklı bir yazısı yayımlanmıştı. Çandar bu yazısında, o günlerde Dışişleri Bakanlığı’nda birinci yılını dolduran Ahmet Davutoğlu’nun Oxford’da yaptığı bir konuşma vesilesiyle gerçekleştirdikleri İngiltere seyahatini anlatıyor ve Ahmet Davutoğlu hakkındaki düşüncelerini ifade ediyordu. AKP’nin dış politikasına dair son dönem yazdıklarını okurken, belleğimde sık sık Cengiz Çandar’ın 2010 tarihli bu yazısından kimi parçalar canlanmaya başladı.
10 Ekim 2015 tarihli Radikal gazetesinde Çandar’ın “Türkiye’yi ‘Suriye ile birlikte’ düşünmek zamanı…” başlıklı yazısı yayımlandı. AKP’nin Suriye politikalarının çöktüğünü ifade eden Çandar, “Türkiye’yi ‘Suriye ile birlikte düşünmek zamanı’ gelmiştir. Ya izlenen politika toptan değişmelidir ya da ‘sorumluları’…” diyor.
Doğru söylüyor…
Ama…
Aynı Çandar 2010 yılında bu politikaların mimarı Davutoğlu hakkında şu görüşleri ifade ediyordu:
“Ahmet Davutoğlu’nu epey bir zamandır tanıyor ve izliyorum. Son bir yıl içinde biri uzun bir yurtdışı seyahati, birkaç kez birlikte olduk. Gözlemlerim ve bildiklerime ek olarak, yol boyu dinlediklerimiz ve ‘Oxford performansı’na tanık olduktan sonra, gerek Oxford’da gerekse dönüş yolunda arkadaşlarla onun hakkında ‘değerlendirme’ sohbetlerine tutulduk.
Kanaatimi, Dışişleri Bakanı oluşunun ‘birinci yıldönümü’ vesilesiyle açıkça ifade edeyim: Cumhuriyet tarihimizin toplamının en çarpıcı Dışişleri Bakanı!”
“Ahmet Davutoğlu’nun Cumhuriyet tarihimizin en çarpıcı Dışişleri Bakanı olduğu gerçeği, bu çarpıcı istatistiklerden kaynaklanmıyor. Bu istatistiklerin yansıttığı ‘küresel vizyon’ algılamasından ve ‘entelektüel birikimi’nden kaynaklanıyor. ‘Teori’ koyan, okuyan, sorgulayan, araştıran, düşünen bir kafası var Davutoğlu’nun.”
“Yeni ‘paradigma’yı öyle bir heyecanla ve inandırıcılıkla anlatıyor ki, bu yeni paradigmada bir ‘eksen’ olmadığı için, Türkiye’ye yönelik ‘eksen kayması’ndan söz etmek de anlamsızlaşıyor. Türkiye, Davutoğlu’nun inandırıcı kategorizasyonunda tıpkı Çin, Hindistan ve Brezilya gibi ‘merkezi’ aktörlerden biri olmak durumunda. Dışişleri Bakanı sıfatıyla Türkiye’ye izlettiği dış politika da, bu ‘bakış açısı’nın mantıklı sonucu.”
“Ahmet Davutoğlu, bugün Türkiye’nin Dışişleri Bakanı. Çok bilgili, çok düşünen, çok araştıran, çok çalışan ve üretken bir insan. Cumhuriyet tarihimizin en çarpıcı Dışişleri Bakanı” dedikten sonra, Çandar yazısını aşağıdaki cümleyle bitiriyordu: “Türkiye ve ötesinin şansı…”
Yani Çandar’a göre talih kuşu sadece Türkiye’nin başına konmamıştı; talih bu kez Türkiye’nin “ötesine” de gülmüştü. Ötesi herhalde Libya’dan Suriye’ye, Irak’tan Lübnan’a doğru uzanan AKP önderliğinde gelişeceği tasarlanan Sünni kuşağıydı.
“Türkiye’yi ‘Suriye ile birlikte düşünmek zamanı’ gelmiştir.
Ya izlenen politika toptan değişmelidir ya da ‘sorumluları’…”
Peki ya bu katil ve hırsızlar topluluğunu “Türkiye ve ötesi”nin başına konmuş talih kuşu olarak sunan ve bu ekip için propaganda kampanyaları düzenleyen; şimdi “toptan değişmeli” dediği politikaları yıllarca “militan bir tarzda” savunan ve bu politikaların kabul görmesi için “kanaat oluşturan” Çandar ve benzerlerinin “sorumluluğu” ne olacak?
Çandar ve benzerlerinin kendilerini esas olarak ABD emperyalizminin efendilerine karşı sorumlu kabul ettiklerini biliyoruz. Bugünkü tutumları da bu temel gerçeklikten kaynaklanıyor. Çandar yeni yazısında, 2013 yılından bu yılın Nisan ayına dek, Ulusal Güvenlik Konseyi üyesi ve Beyaz Saray’ın Ortadoğu ve Körfez Özel Koordinatörü olarak, Suriye konusunda Obama’nın en yakın danışmanı olan Philip Gordon’un “Suriye’yi Yeniden Düşünme Zamanı” başlıklı yazısından parçalar aktarıyor.
Gordon’un bu yazısı ve ABD büyük basınında, önemli “düşünce kuruluşları”nda devam eden tartışmalar, ABD’nin yönetici merkezlerinde Ortadoğu ve Suriye politikaları üzerinde belirli bir mutabakatın henüz oluşmadığını, farklı yaklaşımların varlığını gözler önüne seriyor. ABD yönetiminin Suriye konusunda son haftalarda sürekli olarak birbiriyle çelişen açıklamalar yapması da bu durumun bir başka görünümü.
Çandar’ın da aktardığı gibi, Gordon ABD’nin izlediği Suriye politikasının değişmesi gerektiğini savunuyor ve ABD’nin Suriye politikasının başından beri “amaçlar ve araçlar arasında bir uyumsuzluğa sahip olduğunu” ifade ediyor.
ABD yönetici merkezlerinde yürütülen tartışmaları derinleştiren ve hızlandıran asıl unsur, Rusya’nın Suriye’ye yönelik hamlesini ilerletmesi. ABD’nin bu hamle karşısındaki ilk adımı “ılımlı muhalefet”e silah akışını hızlandırmak ve arttırmak oldu. ABD yönetici merkezleri Suriye’nin Rusya için yeni bir Afganistan olması olasılığını tartışmaya başladı; Suriye’nin Rusya için yeni bir Afganistan olmasının temel koşulu ise, cihatçıların Afganistan’da olduğu gibi ABD ve diğer Batılı emperyalistler tarafından çok daha güçlü bir biçimde desteklenmesi.
Gordon’un yazısında vurgulanan nokta, ABD’nin sahadaki somut durumu dikkate alarak yeni araçlar üretemediği koşullarda amaçlarını değiştirmesinin gerekliliği. Aynı noktaya odaklanan ve ABD, Rusya, Türkiye, Suudi Arabistan ve İran’ın yürüteceği diplomatik görüşmelerle Suriye savaşına barışçıl bir çözüm bulma önerisi eski ABD başkanı Jimmy Carter’dan geldi. Carter New York Times’ın 23 Ekim tarihli nüshasında, (Jimmy Carter: A Five-Nation Plan to End the Syrian Crisis) başlıklı yazısıyla önerilerini ifade etti.
Hiç kuşku yok ki, ABD yönetim merkezlerinde yürütülen tartışmaların, bu “çözüm önerileri”nin gündemleşmesinin temel nedeni Suriye’nin beklendiği gibi kısa sürede düşmemesi ve ardından gelen Rusya hamlesi. Suriye yönetiminin Libya örneğinde olduğu gibi hızla düşmeyip direnmesi, tüm hesapları alt üst etti. Ahmet Davutoğlu’nun ve AKP’nin Suriye politikalarının Cengiz Çandar tarafından karakterize edilmesinde yaşanan büyük değişimin nedenleri bu gerçeklikte bulunuyor.
Ve süreç bu şekilde akmaya devam ederse, eski ortaklar arasındaki tartışma ve çatışmalar daha da derinleşecek. Ortadoğu’yu cehenneme çeviren çatışmaların boyutlarını ve nedenlerini daha net görebilmek için Bingazi’de cihatçılar tarafından öldürülen ABD’li diplomat Christopher Stevens’ın Libya’daki faaliyetlerine ve bu faaliyetlerin Katar ve Türkiye ile bağlantısına dikkatle bakmak gerekiyor.
Libya’da Kaddafi yönetimini düşüren NATO operasyonunun sahadaki stratejik ortağı cihatçı çetelerdi. NATO savaş aygıtı karada savaşan cihatçı çeteleri silahlandırmış, hava operasyonları ile cihatçı çeteleri korumaya almış, savaşta avantajlı bir konuma yerleşmelerini sağlamıştı. Kaddafi’nin düşürülmesinin ardından Libya’da çatışmalar yeni boyutlar kazandı ve kesintisiz devam ediyor. Libya artık bir hayalet ülke.
Libya’da yaşananlar ve ABD diplomatının Bingazi’de cihatçılar tarafından öldürülmesi o dönem tartışmalara neden olmuştu. Aaron Klein’ın konuyla ilgili kitabı ““The REAL Benghazi Story: What the White House and Hillary Don’t Want You to Know” üzerine son günlerde yazılanlar, konunun ABD, Türkiye ve Katar ile bağlantılı yönlerini yeniden gündeme getiriyor.
Stevens’ın “diplomatik” faaliyetlerinin silah tüccarlarının Katar gibi ülkelere silah satmasında aracılık yapmak, Libya’dan Suriye’deki çetelere silah transferi işini örgütlemek gibi boyutlar içerdiğini bu yazılanlardan öğreniyoruz. Libya’dan Suriye’ye büyük çaplı silah transferlerinin Türkiye ve Katar aracılığıyla gerçekleştirildiği; Stevens’ın da transferlerde önemli bir role sahip olduğu ifade ediliyor. Libya’dan yola çıkan silah yüklü gemilerin İskenderun’a geldiği ve buradan Suriye’deki çetelere sevk edildiği o dönem kimi haberlere yansımıştı.
O dönem New York Times’a konuşan Abdul Basit Harun adlı bir çete lideri, Libya’dan Suriye’ye silah transferi işinde kendisinin ve grubunun aktif rol oynadığını ifade etmişti. Libya’dan Suriye’ye silahlar ABD, Türkiye, Katar ve cihatçı çeteler koordinasyonu ve ortaklığı çerçevesinde taşınmış ve Suriye’deki cihatçı çetelere teslim edilmişti.
ABD silah tüccarlarının Katar’a yaptıkları silah satışlarında diplomat Stevens’ın aktif rolü ve bu silahların cihatçı çeteler için alınıyor olması Aaron Klein’ın kitabında somut dayanak noktaları ile birlikte ortaya konulmuş. Tüm bu faaliyetlerin CIA’nın “örtülü operasyon”ları kapsamında gerçekleştirildiği dile getiriliyor.
Rusya’nın hamlesine ABD’nin vereceği karşılık, Rusya için Suriye’de yeni bir Afganistan yaratmak olursa; ABD ve diğer Batılı emperyalistler cihatçı çetelerle bağlarını çok daha fazla geliştirecek, çeteleri çok daha güçlü bir biçimde destekleyecekler demektir. Bunun anlamı, yeni Libya’lar, bölgede yeni ve daha büyük yıkımlardır.
ABD’nin Suriye politikasında değişim öneren unsurların belirleyici hale gelmesi ise, bölgesel güç dengelerinde Rusya ve İran’ın artan ağırlığının fiilen kabul edilmesi anlamını taşıyacaktır. Ancak şimdilik, Suriye’de cihatçı çetelere desteği arttırarak Rusya’yı sahada yıpratma ve zorlanan Rusya ekonomisinin üstüne bir de bu uzayan savaşın masraflarını yükleme taktiğinin benimsenmesi daha yüksek olasılık olarak görünmektedir.
Libya Suriye bağlantısı hakkında Klein’ın kitabı bağlamında yeniden gündeme gelen tartışmalar bir temel gerçeği bir kez daha gözlere batırıyor. Bölgede yaşanan büyük yıkımın sorumluları ABD önderliğindeki Batı emperyalist güçleri ve onların bölgesel taşeronları Türkiye, Suudi Arabistan ve Katar’dır. Efendilerin izni ve onayı olmadan, taşeronların bırakın yıkıcı, örtülü savaşlar yürütmeyi, bunun hayalini bile kurmaları mümkün değildir. Çandar ve benzerleri de tam bu noktada devreye girmiş, efendilerle taşeronlar arasındaki bağlantıları kurmuş, yeni bölge politikalarına yönelik kamuoyu yaratılmasını sağlamışlardır.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.