Rusya’nın Suriye’deki askeri yığınaklanması ve halen devam eden hava operasyonları Suriye ile ilgilenen pek çok aktör için sürpriz oldu. Ancak Rusya’nın iddia ettiğinin aksine IŞİD’i pek de etkilemediği gözlenen bu Rus fırtınası “En çok hangi başkenti şaşırttı?” diye soracak olursanız herhalde herkesin cevabı ‘Ankara’ olurdu. Aslında Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın 23 Eylül’deki Moskova ziyaretinden ve iki […]
Rusya’nın Suriye’deki askeri yığınaklanması ve halen devam eden hava operasyonları Suriye ile ilgilenen pek çok aktör için sürpriz oldu. Ancak Rusya’nın iddia ettiğinin aksine IŞİD’i pek de etkilemediği gözlenen bu Rus fırtınası “En çok hangi başkenti şaşırttı?” diye soracak olursanız herhalde herkesin cevabı ‘Ankara’ olurdu. Aslında Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın 23 Eylül’deki Moskova ziyaretinden ve iki ülke arasındaki yakın iş birliğine ilişkin açıklamalarından sonra Ankara’nın Rus hamlesine bu denli şaşırmaması beklenirdi. Ancak belli ki Ankara’daki karar alıcıların Moskova’nın Suriye politikası konusunda algıladıkları ile sahadaki gerçeklik arasında ciddi bir uyum sorunu var.
Rusya’nın Suriye’deki hava saldırıları en çok Ankara’yı afalattı. Türkiye halen Rusya’nın Suriye’deki amacını anlamaya çalışıyor.
Öncelikle, Ankara Suriye politikasında üç kayıp yaşadı. Rusya, Esad rejimine verdiği bu ‘hayat öpücüğü’ ile bir yandan siyasi anlamda Türkiye’nin “Esad’sız Suriye” tezini sonlandırırken, bir yandan da Suriye’de “ılımlı muhalefet” olarak bilinen ve Türkiye tarafından himaye gören grupların “terörist” olduğuna ilişkin uluslararası algıyı güçlendirdi. Ayrıca Rusya’nın Suriye’nin batısı ve güneyinde sağladığı hava hakimiyeti, Türkiye’nin Suriye’nin kuzeyinde kurmak istediği ‘uçuşa yasak bölge’ opsiyonunu da geçersiz kıldı.
Al-Monitor’a konuşan bağımsız güvenlik analisti Arda Mevlütoğlu’na göre Rusya bu hamlesiyle Suriye’nin kuzeyinde karada ‘güvenli bölge’ ve havada ‘uçuşa yasak bölge’ oluşturulmasına ilişkin tartışmaları bitirdi.
Mevlütoğlu bunun nedenini şöyle açıkladı: “Bir ülke üzerinde böyle bir bölge tesis etmek için öncelikle havada hakimiyet kurmak gerekmekte. Bundan sonra Türkiye için böyle bir girişim, Rus uçakları ile karşı karşıya kalma ve olası bir çatışma riskini de taşıyacak”.
Bu hamlenin aynı zamanda NATO’yu da çok rahatsız ettiğini vurgulayan Mevlütoğlu’na göre NATO’nun bundan sonra Suriye konusunda alacağı aktif ya da pasif her türlü tedbir, artık Rus askeri unsurları ile doğrudan karşı karşıya gelme riskini taşıyor. Mevlütoğlu bunun, NATO’da Suriye konusunda zaten farklılaştığı görülen yaklaşımları daha da karmaşıklaştıracağını belirtti.
Gerçekten de, Rusya’nın Suriye’de -özellikle de Suriye hava sahasında- artan görünürlüğü halihazırda içeride ve Kuzey Irak’ta PKK ile yoğun mücadeleyi sürdüren Türk ordusunun, bilhassa da Türk Hava Kuvvetleri’nin, Türkiye-Suriye sınır hattında daha çok terlemesi anlamına geliyor. Yani Genelkurmay Başkanlığı’ndaki uykusuz gecelerin sayısı artacak.
Nitekim, SU 30 tipi bir Rus jetinin 3 Ekim günü öğle saatlerinde Suriye’nin kuzeybatı komşusu olan Hatay bölgesinde Türk hava sahasını ihlal ettiği açıklandı ve Türkiye Moskova’ya nota verdi. Dahası, Rusya’ya mı yoksa Suriye’ye mi ait olduğu belirlenemeyen bir MIG-29’un Suriye hava sahasından, önleme görevi icra eden Türk F-16’larına radar kilidi attığı iddiaları gündeme damga vurdu.
Rus müdahalesinin Türkiye’ye kaybettirdikleri yalnızca Suriye politikasıyla da sınırlı değil. Al-Monitor’a konuşan Ankara’daki üst düzey bir güvenlik yetkilisine göre bu müdahale şu anlama geliyor: “1.4 milyar dolarlık Akkuyu Nükleer Santrali’nin inşası gibi büyük ihalelerdeki ekonomik imtiyazlarla Rusya’yı etkileme stratejisi reel-politiğe yenildi”. Yani Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Başbakan Ahmet Davutoğlu böylelikle bölgedeki dengeleri okumada ekonomik bağımlılığın değil reel-politiğin temel belirleyici faktör olduğunu acı tecrübe ile görmüş oldular.
Rus müdahalesinin sonucunda Türkiye’yi deniz güvenliği konusunda da zor günler bekliyor. Al-Monitor’a konuşan deniz güvenliği analisti Devrim Yaylalı, Rusya’nın Suriye’de artan deniz unsurlarının Doğu Akdeniz’e etkisine işaret ediyor. Yaylalı’ya göre Doğu Akdeniz Türkiye için iki açıdan hayati öneme sahip. İlk olarak, buradaki hidrokarbon kaynakları Türkiye’nin enerji alanında dışa bağımlılığını azaltabilir. İkincisi, Kıbrıs’ın doğusu ile Hatay ve Suriye’nin batısında kalan bölge Türkiye’nin açık denizlere her hangi bir ülkenin sınırlaması olmadan çıkabileceği ender su yollarından biri. Ayrıca Türkiye’nin enerji ihracatının ve ithalatının önemli bir kısmı İskenderun Körfezi’nden yapılıyor.
Bu bölgedeki sükûnu şu an Deniz Kuvvetleri sağlıyor. Türk sismik araştırma gemilerini koruyor, Türk ve KKTC’ye ait Münhasır Ekonomik Bölge’ye giren yabancı sismik gemilere müdahale ediyor. Ancak Yaylalı sözlerine şöyle devam ediyor: “Türkiye, Güney Kıbrıs Rum Kesimi (GKRK), İsrail ve Mısır arasında devam eden ve denizin altındaki hidrokarbon kaynaklarının paylaşılması ile ilgili çekişmenin boyutları Rus savaş gemilerinin bölgeye gelmesi ile daha karmaşık bir boyuta gelecek. Ruslar muhtemelen, Yunanistan, GKRK ve Mısır başta olmak üzere bölgedeki ülkelere askeri ve politik himaye vererek Doğu Akdeniz su yolları üzerinde hakimiyet kurmaya çalışacak. Bu da Türkiye’nin Akdeniz’den açık denizlere çıkışının zorlaşması anlamına geliyor”.
Rusya’nın Suriye’ye askeri müdahalesinin AKP cephesinde yarattığı bir diğer kayıp da iç politikada. Bu müdahaleyle, belki de ilk defa AKP elitinin dış politikayı iç siyasette siyasi rant malzemesi olarak kullanma alışkanlığı bozuldu. Rus müdahalesi, Türkiye’nin Suriye politikasındaki kayıplarını söylemle kapatılamayacak kadar su yüzüne çıkardı.
Ankara’daki karar alıcılar ve güvenlik bürokrasisi şimdi Rusya’nın Suriye hava sahasındaki artan hareketliliğinin ne anlama geldiğini, ne kadar süreceğini ve bu hava saldırılarının bir kara müdahalesine evrilip evrilmeyeceğini anlamaya çalışıyor.
Ayrıca Rusya’nın 3 Ekim’deki hava sahası ihlalinin teknik bir hatadan mı kaynaklandığı yoksa Rusya tarafından Türkiye’nin askeri imkan kabiliyetlerine ve vereceği tepkiye ilişkin bir test mi olduğu merak konusu. Ankara’nın ileride yaşanması muhtemel bu tarz hava ihlallerini ne denli milli bir mesele olarak göreceği veya NATO’nun gündemine ne kadar getireceği de bilinmiyor.
Rusya’nın ihlalin nedenini “navigasyona bağlı teknik bir hata” olarak gören açıklaması ve Rusya Devlet Başkanı Basın Sözcüsü Dmitry Peskov’un “Suriye’deki operasyonlar Türkiye ile ilişkilerin kötüleşmesine sebep olmaz. İki ülkenin iş birliği güçlü bir temele sahip” şeklindeki açıklamalarının ardından kriz şimdilik önlenmiş gözükse de Ankara hala endişeli.
Neden mi? Çünkü diğer pek çok Batı başkenti gibi Ankara’nın kafasında da şu soru var: Rusya’nın Geramisov Doktrini’nin yeni uygulama alanı Suriye mi? Bunu sahada mikro realiteler yaratarak, belirsiz süreçler ve hem kinetik hem de yumuşak tekniklerle, uluslararası hukuk normlarına mümkün olduğu kadar bağlı kalarak nüfuzunu artırma stratejisi olarak özetleyebiliriz.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.