En anlamlı hipotez, Erdoğan rejiminin katliamları istihbarat organları aracılığıyla planlamak ve örgütlemekten doğrudan doğruya sorumlu olduğudur
İki varsayımsal suçlunun güdülerini, eylemlerini, yandaşlarını ve çıkarlarını gözden geçirdikten sonra, olgular ışığında en mükemmel ve derinlikli açıklamayı sunan en anlamlı hipotez, Erdoğan rejiminin katliamları istihbarat organları aracılığıyla planlamak ve örgütlemekten doğrudan doğruya sorumlu olduğudur
Giriş
Ankara’da, sendikacı, barış eylemcisi, Kürt hak savunucusu 100 ilerici insanın katledilmesiyle sonuçlanan 10 Ekim 2015 terör saldırısından bazıları Recep Tayyip Erdoğan rejimini bazıları ise IŞİD teröristlerini sorumlu tutuyor.
Erdoğan rejiminin kendi “hipotezi”, terör saldırısından IŞİD veya PKK’nin sorumlu olduğuydu ve bu pozisyon neredeyse bütün NATO hükümetleri ve Batılı kitle medyası tarafından büyük bir gayretkeşlikle tekrarlandı. En son iddiaları ise katliamı – Türkiye hükümeti tarafından, daha önce, temmuz ayında, Suriye sınırındaki Suruç kasabasında 33 genç Kürt destekçisi eylemcinin öldürülmesiyle sonuçlanan bombalama eylemini gerçekleştirmekle suçlanan kardeşini “taklit eden”- Türk kökenli bir IŞİD üyesinin gerçekleştirdiği oldu.
Türkiye muhalefetinin büyük çoğunluğu tarafından dile getirilen alternatif hipotez ise, Erdoğan rejiminin katliamın örgütlenmesiyle doğrudan veya dolaylı biçimde ilişkili olduğu veya bu katliamın gerçekleştirilmesinin yolunu açtığı yönünde.
Her iki hipotezi incelerken bu iki hipotezden hangisinin, katliama doğru giden olguları daha iyi açıkladığını ve ortaya çıkan kargaşadan kimin yararlandığını incelemek zorunlu.
Bizim yaklaşımımız Ankara katliamından önce, katliam esnasında ve katliamın ardından gerçekleşen çeşitli şiddet eylemlerini incelemek biçiminde olacak. Hem Erdoğan rejiminin, hem de katliam kurbanlarının güttüğü siyaseti ve özellikle de yaklaşan 2015 Kasım seçimleri ışığında her birinin siyasal yaklaşımlarını ele alacağız.
Ankara katliamını önceleyenler
Erdoğan rejimi son birkaç yıldır, sivil toplum faaliyetlerini şiddet yoluyla bastırmaya çalışıyor. 2013’te, İstanbul’un ortasındaki Taksim Gezi Parkı’nı hükümet yandaşı müteahhitlere karşı savunmayı amaçlayan büyük toplumsal protesto hareketlerine karşı kullanılan kitlesel polis şiddeti, 8 göstericinin ölümü ve 8500 doğa ve sivil toplum savunucusunun yaralanmasıyla sonuçlandı. 2014 Mayıs ayında, Soma’da 300’ü aşkın maden işçisi Erdoğan’ın yandaşı olan bir iş adamının sahip olduğu maden ocağında meydana gelen yeraltı patlamasında katledildi. Katliamı izleyen gösteriler devlet tarafından zorbalıkla bastırıldı. Öncesinde devlet mülkiyetinde olan maden, Erdoğan tarafından 2005 yılında özelleştirilmiş; rejim yandaşlarına yapılan bu satışın yasallığı birçok eleştiriye konu olmuştu.
Sivil göstericilere yönelik bu zorbaca polis şiddetinden önce ve sonra, binlerce kamu görevlisi ve kanaat önderi, Gülen hareketi olarak adlandırılan yasal bir İslamcı toplumsal örgütün destekçisi oldukları iddiasıyla Erdoğan rejimi tarafından tutuklandı, işten çıkartıldı ve soruşturmaya uğradı.
Yüzlerce gazeteci, insan hakları eylemcisi, yayıncı ve diğer medya çalışanı Erdoğan rejimi tarafından Erdoğan hükümetinin yüksek yolsuzluk düzeyini eleştirdikleri gerekçesiyle tutuklandı, işten çıkartıldı ve kara listeye alındı.
Erdoğan rejimi ülke içinde laik muhalefete yönelik baskılarını iktidarı İslamcı bir lider kültünün ellerinde yoğunlaştırmak amacıyla tırmandırdı. Bu durum özellikle de hükümetin, Suriye’ye cihada giderken Türkiye’den geçen binlerce cihatçı militana ve paralı askere verdiği desteği derinleştirmesinin ardından daha da belirginleşti.
Türkiye, Suriye’deki silahlı ayaklanmanın başından itibaren, Suriye’ye giren silahlı İslamcı teröristlerin başlıca eğitim üssü, silah deposu ve giriş noktası oldu. Erdoğan rejimi silahlı İslamcı teröristleri, savaşçıları kuzey Suriye’nin ve Irak’ın önemli bölgelerini özgürleştiren ve Türkiye Kürtleri için “bir özyönetim örneği” oluşturan Suriyeli ve Iraklı Kürtlere saldırmaya, onları mülksüzleştirmeye ve imha etmeye yönlendirdi.
Erdoğan rejimi silahlı İslamcı terörist gruplarını finanse etmek ve silahlandırmakta ve özellikle de bu grupları laik Şam hükümetine ve Bağdat’taki Şii rejimine karşı kentsel terör savaşlarında eğitmekte zalim Suudi monarşisiyle birlikte hareket etti.
Bu silahlı İslamcı terörist gruplar, Erdoğan’ın veya Suudilerin düşmanlarının; özellikle de laik Kürtler, solcular, sendikacılar ve İran’la ittifak içinde olan Şiilerin ağırlıkta olduğu bölgeleri bombalamakta uzmanlaştılar.
Erdoğan rejiminin Suriye’ye yönelik müdahalesinin arkasında Türkiye’nin etkisini genişletmek (yeni-Osmanlıcılık) ve Kuzey Suriye ile Irak’taki başarılı Kürt özerk hükümeti ve hareketini imha etmek yatıyordu.
Erdoğan bu amaçla dört siyasayı birleştirdi:
Erdoğan rejimi Türkiye toplumunun yaşadığı İslamcılaştırmayı sürdürmek ve derinleştirmek ve Suriye ile Türkiye’nin içindeki ve dışındaki Kürt bölgeleri üzerindeki kendine özgü hegemonyasını tesis etmek için diktatörlük yetkilerini pekiştirmeye çalışıyor. Bu ihtiraslı ve uzun erimli amaçlarına ulaşabilmek için, Erdoğan’ın kendi yönetimini her türlü rakip iktidar merkezinden temizlemesi zorunlu.
Bu istikametteki ilk adımı laik, ulusalcı Kemalist ordu mensuplarını tutuklamak ve ihraç etmek oldu. Sonrasında ise Gülen cemaatindeki eski destekçilerini iktidarın merkezinden temizlemeye yöneldi.
HDP’nin yükselişi nedeniyle Haziran seçimlerinde çoğunluk elde edemediğinde ise, sistematik bir terör kampanyasını başlattı: AKP üyelerinden oluşan sokak çetelerini örgütledi; bu çeteler HDP binalarını yakıp yıktı ve insanları yaraladı. Erdoğan’ın terör kampanyası, 2015 Temmuz ayında, Erdoğan tarafından desteklenen IŞİD’ın kontrol altına almak istediği, büyükçe bir Suriye sınır kasabası olan Kobanê’deki Suriyeli Kürt mültecilerle ve İslamcı teröristlere karşı direnen kuşatma altındaki savaşçılarla dayanışmayı amaçlayan solcu gençlerin katledilmesiyle tırmanışa geçti. 33 solcu genç öldürülürken, 104’ü yaralandı. Saldırıyı önceden bilen iki gizli istihbarat elemanı veya “polis” PKK tarafından yakalandı, sorgulandı ve infaz edildi. Devlet destekli katliama yönelik bu misilleme eylemi, Erdoğan’a Kürtlere yönelik savaşı yeniden başlatma gerekçesi sağladı. Erdoğan derhal hem silahlı hem de silahsız Kürt hareketine karşı savaş ilan etti.
Erdoğan rejimi, rejimin IŞİD’la olan bağlantılarını bir kenara koyarak, Suruç katliamının IŞİD canlı bombaları tarafından gerçekleştirildiği iddiasını ifade etti. Geniş çaplı bir soruşturma başlattığını duyurdu. Aslında bu, zanlıların formalite icabı alınıp bırakılmasından ibaret bir soruşturma oldu ve hiçbir sonuca ulaşmadı.
IŞİD Suruç ve Ankara katliamlarına karıştıysa, bunu Erdoğan’ın emri altına çalışan Türkiye istihbaratının komuta ve yönetimi altında gerçekleştirdi.
Suruç Katliamı: Ankara için bir prova
Suruç, Erdoğan rejimi için, üç ay sonra gerçekleştirilecek olan Ankara katliamının provasıydı.
Hedef bir kez daha HDP ve büyük ilerici sendikalar, meslek örgütleri ve savaş karşıtlarıydı.
Erdoğan bir kez daha, kendisinin IŞİD’le olan bağlantılarını bir kenara bırakarak, IŞİD’i suçladı. Ancak birçok olgu Türkiye devletinin komploya dahil olduğuna işaret ediyor:
Katliamdan kim yararlandı?
Terör saldırısı sadece ve sadece Erdoğan’ın acil ve uzun vadeli stratejik siyasal amaçlarına hizmet etmiştir, başka hiç kimsenin değil!
İlk ve öncelikli olarak, öldürülenler HDP’liler, savaş karşıtları, solcular ve sendikacılardır. Katliamın ardından HDP’yi hedef alan zorbaca hükümet saldırıları Erdoğan’ın kendi kendisine diktatörlük yetkileri verebilmesini sağlayacak bir anayasa değişikliği için gereken seçim çoğunluğunu elde etme şansını artırmıştır.
İkincisi, bu katliam (1) Türkiye ve Suriye Kürtleri arasındaki bağları zayıflatmayı; (2) Türkiyeli sendikalar, laik meslek örgütleri, barış eylemcileri ve HDP arasındaki bağları koparmayı; (3) HDP seçim bürolarına saldırıp bu büroları imha edecek sağcı ultra milliyetçi sokak çetelerini harekete geçirmeyi ve (4) demokrasi yanlısı ve ilerici insanları sindirerek, Erdoğan’ın ülke içindeki iktidar gasbına ve Suriye’ye yönelik müdahalesine yönelik muhalefeti susturmayı amaçlamaktadır.
Sivil toplum örgütlerine ve muhalif siyasal partilere yönelik seri şiddet eylemlerinden, tutuklama ve baskı kampanyalarından kimin sorumlu olduğu sorusuna gelirsek. Yanıt Erdoğan’dır.
Suruç ve Ankara’daki katliamlara uzanan yolda, İstanbul ve diğer illerdeki Kürt mahallelerine yönelik şiddet kampanyası ve bombalamalardan kim sorumludur? Yanıt yine Erdoğan’dır.
Sonuç
Ankara katliamına yönelik iki hipotezi karşılaştırdık. Erdoğan rejiminin hipotezi, Türkiye hükümetinden bağımsız bir güç olarak IŞİD’ın –veya hatta PKK’nin- önemli Türk ve Kürt sivil toplum örgütleri üyelerini katletmekten sorumlu olduğu hipotezi iken; bunun karşısındaki hipotez, tezgahı kuranın Erdoğan rejimi olduğudur.
İki varsayımsal suçlunun güdülerini, eylemlerini, yandaşlarını ve çıkarlarını gözden geçirdikten sonra, olgular ışığında en mükemmel ve derinlikli açıklamayı sunan en anlamlı hipotez, Erdoğan rejiminin katliamları istihbarat organları aracılığıyla planlamak ve örgütlemekten doğrudan doğruya sorumlu olduğudur.
Buna elbette icraatla ilgili yardımcı bir hipotez de eklenebilir: Bombalar, bir IŞİD üyesi terörist eliyle yerleştirilmiş olabilir; ama Erdoğan’ın polis aygıtının denetimi altında.
[Informationclearinghouse.info’daki İngilizce orijinalinden Sendika.Org tarafından çevrilmiştir.]
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.