10 Ekim Ankara Katliamı ülkemizde “AKP gerçeğini” bir kez daha gözler önüne sermiştir. Saldırı, devleti ele geçirmiş Saray Cuntası’nın yardım ve yataklık yaptığı IŞİD tarafından gerçekleştirilmiştir Artık hiçbir şey gizlenmeden-saklanmadan, alenen gözlerimizin önünde gerçekleşiyor. Devlet “kamu otoritesini sağlamak!” adına silahlı-silahsız tüm güçlerini “siyasal alana” sürerek demokrasi ve barış güçleri karşısında terör estirmekten geri kalmıyor. HDP […]
10 Ekim Ankara Katliamı ülkemizde “AKP gerçeğini” bir kez daha gözler önüne sermiştir. Saldırı, devleti ele geçirmiş Saray Cuntası’nın yardım ve yataklık yaptığı IŞİD tarafından gerçekleştirilmiştir Artık hiçbir şey gizlenmeden-saklanmadan, alenen gözlerimizin önünde gerçekleşiyor. Devlet “kamu otoritesini sağlamak!” adına silahlı-silahsız tüm güçlerini “siyasal alana” sürerek demokrasi ve barış güçleri karşısında terör estirmekten geri kalmıyor. HDP binalarını basıyor, yakıyor-yıkıyor, Kürt illerinde-sıkıyönetimler eşliğinde- genç/yaşlı demeden, kadın-erkek/çocuk demeden insanları öldürüyor. Ve, Ankara’da 100’ün üzerinde insanın yaşamını yitirdiği bombalı katliamı KCK’nın “ateşkes” ilan ettiği bir tarihte gerçekleştiriyor. Gelişmeler, bizleri, “Büyük sıçrayışı gerçekleştirmek için, birkaç adım geriye gitmek zorunda…” (Brecht) bırakmıştır. Kuşkusuz bu durum bizlere ağır bir yük bindirmektedir ve Türkiyeli devrimciler olarak bu yükü taşıyabilecek bir donanıma sahip olmamız (“edinebilmemiz”) bu noktada önemlidir. Farklı biçimde söylersek ya da bugüne dair –örneğin 1 Kasım seçimleriyle ilgili olarak söylersek- sorun, sadece, “HDP’nin yeniden meclise sokulması” sorunu değil, Türk ve Kürt direnişleri arasındaki siyasi temsil alanındaki dayanışma eğilimini sokağa taşırarak Türk ve Kürt devrimci süreçlerini ortak bir ırmak yatağına akıt(abilme)” (Ferda Koç) sorunu olarak önümüzde durmaktadır.
Ankara Katliamının faillerini biliyor ve tanıyoruz! Failleri Diyarbakır’dan-Suruç’tan Kürt coğrafyasında yaşanılan baskılardan/zulümlerden tanıyoruz. Düşman da kendini sakla(ya)mıyor zaten! 1 Kasımda seçimin yapılıp yapılamayacağının da bir garantisi yok. Saray gladyosu, AKP hükümeti ve devletin (silahlı-silahsız) tüm olanaklarını kullanan “Başkan”, devlet terörünü sadece Kürt illerinde değil tüm ülkeye yaymakta kararlı. Saray gladyosu ve AKP gözünü öylesine karartmıştır ki, “davasını”, egemen sınıflar içinde yaşanılan krizin tarafları arasında bir “o tarafla” bir “bu tarafla” ittifaklar yaparak sürdürebilmektedir. Katliamı gerçekleştirenlerin de yakalanmayacaklarını, hatta ödüllendirileceklerini biliyoruz! Olmayan adaletten “adalet” beklemenin de bir âlemi yok! Dolayısıyla, Barış talebimiz, masum insani bir talep olmanın ötesinde kazanana kadar kaybedeceğimiz bir kavganın sonucunda elde edilebilecek bir talep haline gelmiştir. Kuşkusuz kaybedecekler, ama nasıl? Bu soruya verilecek yanıtlar “nasıl gidecekleri?” ve bu süreçte Devrimci Hareketin “nasıl tutum aldığı?” ile doğrudan ilişkili olacaktır. Şimdilerde gündeme ilişkin haberler, bilgiler, belgeler, vahşet görüntülerini izliyoruz. Ateşin sadece düştüğü yeri yakmadığı dalga dalga tüm ülkeye yayıldığı bir dönemi yaşıyoruz. Türkiye Ortadoğu cehennemine hiç olmadığı kadar yakındır. Saray gladyosunun Kürt illerinde uyguladığı zulüm, “90’lı yıllara dönüş” olarak adlandırılıyor. Oysa gerek Kürt illerinde gösterilen direnişin boyutları, gerek ülkenin batısında yürütülen siyasal mücadelede gözlemlenen “kıpırdanmalar”, gerekse Türkiye Cuhuriyeti’nin uluslararası arenada içinde bulunduğu durum doksanlı yıllardan daha farklı bir noktada olduğumuzu gösteriyor. Sistem çatırdıyor, yönetenler yönetemiyor. İktidar sahipleri yangından mal kaçıran hırsız telaşı içinde ne yasa tanıyor ne “milli irade”! Şimdi, her şey ve çok şey pahasına, Sarayın savaşına karşı halkların kardeşliği ve mücadelesini güçlendirmenin zamanıdır. Önümüzde katedilecek engebeli-dolambaçlı ve zorlu yolların olduğunu, olabileceğini unutmamak gerekiyor. Tüm engellere ve engellemelere rağmen Türk ve Kürt halklarının birleşik devrimci mücadelesinin zeminleri oluşmaya başlamıştır. Eşitsiz gelişse de hayat-mücadele halkların kardeşliğini ve birleşik mücadelesini dayatmaktadır. Şimdi, gökyüzüne uğurladığımız barış yıldızlarımızı yumruklarımızın üstüne koyarak faşizmi ezecek, Saray’ı yıkacak öfkenin iradesini yaratmak zorundayız…
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.