AKP’nin, tek başına iktidar olma ve doğal olarak reisini başkan yapma şansını kaybetmesinden sonra, buna neden olan HDP’ye yönelik açtığı savaşın en kanlı bölümünü 10 Ekim cumartesi günü Ankara’da yaşadık. Henüz daha yaşananları havsalamız alamamışken, öfkeyle yılgınlık arasında bir yerlerde kendimizi kaybetmemeye çalışırken, Diyarbakır ve Suruç katliamlarından hemen sonra gördüğümüz pişkin ve utanmaz argümanlar yeniden […]
AKP’nin, tek başına iktidar olma ve doğal olarak reisini başkan yapma şansını kaybetmesinden sonra, buna neden olan HDP’ye yönelik açtığı savaşın en kanlı bölümünü 10 Ekim cumartesi günü Ankara’da yaşadık. Henüz daha yaşananları havsalamız alamamışken, öfkeyle yılgınlık arasında bir yerlerde kendimizi kaybetmemeye çalışırken, Diyarbakır ve Suruç katliamlarından hemen sonra gördüğümüz pişkin ve utanmaz argümanlar yeniden piyasaya sürüldü. AKP yöneticileri uluslararası kamuoyunun yarattığı baskıdan çekinerek ortalama şeyler söyler, ulusal yas ilan eder ve bu saldırıyı bütün millete yapılmış bir saldırı olarak göstermeye çalışırken, algı operasyonları AKP medyası tarafından yürütüldü.
Katliamdan bir gün sonra “Türkiye’ye tuzak” manşetiyle çıkan Sabah, “PKK elebaşısı Murat Karayılan’ın ‘ülkeyi kana bularız’ tehdidinden 13 gün sonra Türkiye, tarihinin en büyük terör katliamıyla sarsıldı” diyerek verdi haberi örneğin. “Ankara” manşetini atan Star da “güçlü operasyonlarla köşeye sıkışan terör”ü katliamın faili olarak işaret ederken “HDP’ye cansuyu bombası mı?” başlıklı küçük bir haberle HDP’yi hedef aldı. Yeni Şafak “Acımız da öfkemiz de çok büyük” diyerek katliamı “ortak bir acı olarak” sunmak isterken, manşet altı haberinde Demirtaş’ı “Provokatör işbaşında” başlığıyla öne çıkardı. “Alçaklık” manşetiyle çıkan Türkiye “kaosa koşan hainler”i işaret ederken, bu “hainleri” “Kandil şehirleri vururuz demişti” başlıklı manşet altı haberleriyle somutlaştırdı. Akit’in “Ankara’da seçim ayarlı bomba:Hedef Türkiye” manşeti de aynı şekilde kurgulanmış, “HDP’yi mağdur gösterme bombası” başlıklı bir haberle katliamın sorumluluğu HDP’ye yüklenmişti. 11 Ekim günü Takvim ve Akşam gazeteleri, ilginç bir şekilde açık hedef göstermeyen manşetlerle çıktı.
12 Ekim günü Sabah, “Teröre karşı seferberlik: 300 uzman görevlendirildi” manşetiyle, iktidarın istihbarat ve güvenlik zaaflarını örtmeye çalışan teknik bir haber paylaştı. Star, “Dertleri terör değil” başlığıyla Demirtaş’ı katliamdan nemalanmaya çalışan “oy taciri” olarak niteledi ve sendika ve meslek örgütlerinin aldığı grev kararını “Grev terörü” başlığıyla haberleştirdi. Yeni Şafak, “33 yelek alarmı” manşetiyle IŞİD’in Türkiye içerisindeki potansiyel eylemcilerine işaret ederken, HDP’lilerin katliam anmasında “gülümserken” çekilen fotoğraflarını “Bu neyin sevinci” başlığıyla öne çıkardı. Türkiye gazetesi de “Bombacılar IŞİD’li” başlığıyla fail olarak IŞİD’i seçerken, günün en “iddialı” manşetini (Talimat Esad’tan bomba PKK’dan) atan Akşam haberinde şunları paylaştı: “Başkent’te kurulan özel birim, 97 can alan kanlı saldırının perde arkasındaki güçlere yönelik önemli bulgulara ulaştı. Buna göre, eylem Suriye gizli servisi tarafından planlandı, PKK’nın fedai timleri taşeronluk yaptı”. Akit, bu saldırıların 2023 vizyonuna yapılmış bir saldırı olduğunu vurgularken, Takvim yine şaşırtarak “Canımız da bir acımız da” başlığıyla katliamda kaybettiklerimizin fotoğraflarını paylaştı.
13 Ekim günü Sabah, Davutoğlu’nun “Bir isme çok yaklaşıldı” açıklamasını manşete çekerek, PKK, DHKP-C ve DAEŞ örgütlerinin şüphe odağı olduğunu, DAEŞ’in birinci öncelikte bulunduğunu yazdı. Birbirlerinden bağımsız ele alınan bu üç örgütü birleştiren Star oldu ve “Kanlı dizayn” manşetiyle bu üç örgütün işbirliği içinde bu saldırıyı gerçekleştirdiği öne sürüldü. Akşam’ın manşetinde (“Kan ittifakı”) DHKP-C yerine Suriye gizli servisi vardı. Bir önceki gün Esad-PKK işbirliğine işaret eden gazete, bu sefer IŞİD’i de bu ittifaka dahil etti ve PKK ile IŞİD’in işbirliği içerisinde saldırdığını öne sürdü. Yeni Şafak ise Türkiye’ye karşı oluşturulan bu kanlı ittifaka Rusya’yı da dahil etti ve Rusya’nın IŞİD’i kasti olarak Türkiye’ye sürdüğünü yazdı. AKP medyasının bu elemanları çeşitli komplo teorilerini tercih ederken, Türkiye ve Akit gazeteleri HDP ve sosyalistleri hedef almayı tercih etti. “Cenazeleri provoke ettiler” ve “Her renk var Türk Bayrağı yok” başlıklarını atan Türkiye, cenazelerdeki öfke ve isyanı provokasyon olarak niteledi ve “Savaş mitingiydi” manşetini atan Akit, 10 Ekim mitingindeki siyasi sloganları savaşa çağrı olarak nitelemeyi seçti.
Yalan orkestrası
Gördüğümüz gibi, çağdaş Türkiye tarihinin en kanlı saldırısından sonraki üç günlük AKP medyası performansı, Gezi’den sonra karşılaştığımızın aksine, nüanslarla ifade edilecek de olsa, bir çeşitlilik barındırıyor. Bu çeşitliliği en iyi şekilde Mussolinin şu sözleri ifade eder sanırım: “Faşist gazeteciliği bir orkestra gibi görüyorum. Bir tona odaklanıyorsunuz. Notalar hükümetin basın birimi tarafından verilmiyor. Bu tonu faşist gazetecilik kendisi oluşturuyor; rejime nasıl hizmet edeceğini biliyor. Günlük emirler beklemiyor. Ancak, bu genel tonun içinde, uyumsuzluğa izin vermeyip, tam ve kutsal bir uyum yaratan çeşitlilik var”.[1]
Bu çeşitliliğin nedeni, bu katliam ile birlikte dünya ve ülke kamuoyunda eleştirilerin hedefi olması kaçınılmaz olan AKP’yi savunacak argümanlar üretmekle birlikte, komplo bombardımanıyla açık ihmalleri/niyetleri gözden kaçırmak ve en büyük rakip HDP’yi köşeye sıkıştıracak hamleleri de aynı anda dolaşıma sokabilmektir. Yukarıdaki üç günlük aktarımda gördüğümüz gibi, AKP medyası ilk olarak bu saldırıdan HDP’yi ve PKK’yi sorumlu tutmaya çalışmış, Diyarbakır ve Suruç katliamlarında olduğu gibi “oylarını arttırmak için kendilerini bombalıyorlar” argümanını ortaya atmıştır (Diyarbakır ve Suruç katliamlarının ardından bu eylemlerle PKK arasında en ufak bir bağlantı bulunamaması bu manşetlerin atılmasını tabii ki engellememiştir). Böylece terörün hedefi olan parti, faili yapılmak istenmiş, AKP’nin en büyük rakibi HDP, Kürt halkı nezdinde “Kürt halkına zarar veren parti” olarak sunulmuştur.
İkinci olarak, mitinge katılan insanlar, “ölmeyi hak eden” marjinaller olarak resmedilmiştir. Cenazelerde atılan sloganlar, tabutların üzerine örtülen sarı-kırmızı-yeşil bayraklar, Sabah çalışanı Süleyman Dinçer’in katledilen insanların sosyal medya hesaplarından bulup çıkardığı paylaşımlar[2], ismi barış olan mitingin aslında savaş hazırlığı olduğunu iddia eden manşetler bu mitinge katılanların “masum” vatandaşlar olmadığı söylemini paylaşmıştır. “Milli ve yerli” olmayan kurbanlar için milletimizin vicdanını yormasına hiç gerek yoktur. Konya’daki milli maçta yaşanan rezaletle de milletimiz partisine cevabını vermiş olmalı.
Üçüncü olarak, tıpkı Gezi İsyanı ve 17-25 Aralık operasyonları sonrasında olduğu gibi bu saldırı, temel olarak AKP’yi ve “büyüyen Türkiye’yi” hedef alan uluslararası destekli bir komplo eylemi olarak gösterilmiştir. Geçtiğimiz 2 yıldır hemen her gün işlenmesine ve artık kabak tadı vermesine rağmen, komplocu haber söylemi, hala AKP seçmeni üzerinde işe yarar olarak kabul edilmektedir. Kısa bir parantez açmam gerekirse, AKP medyası bu yöntemi kendisi icat etmemiş, Türk medyası geleneğinden miras almıştır. İçerisinde devlet güçlerinin parmağı olma ihtimali güçlü olaylardan sonra, gazetelerin refleksi ya olayı küçük ayrıntılara bağlamak ya da devasa komplo teorileriyle açıklamaya çalışmaktır. BU bağlamda, Sivas Katliamı’ndan bir gün sonra çıkan Hürriyet’in “Sivas’ta Aziz Nesin isyanı” manşeti hatırlanmalıdır.
Dördüncü olarak, AKP’ye ve yeni Türkiye’ye yönelik olduğu iddia edilen bu komplolar, tam anlamıyla deli saçması halde sunulmuştur. İlk önce PKK, sonra Esad-PKK, ardından DHKP-C ve PKK, başka bir gazetede IŞİD-PKK, son olarak da Rusya-IŞİD ortaklıkları ortaya atılmış, Saray Medyası’nın son dönemki yakın dostu Aydınlık da, AKP’yi tamamen aklayıp, ABD’yi suçlayan manşetleriyle bu çorbaya tuzunu eklemiştir. İnsan aklına hakaret niteliğindeki bu senaryolar, “herkes aklına geleni yazsın” emriyle değil, merkezden bilinçli olarak planlanmış gibi gözüküyor. Bu kadar farklı senaryoyu ortaya atmanın tek amacı, ayan beyan olan gerçekler üzerindeki dikkatleri dağıtmaktır. IŞİD’i kimin senelerdir beslediği, bu kanlı çetenin Türkiye’de eylem yapmak için neden 7 Haziran seçimlerinden iki gün önceyi seçtiği, Suruç’taki canlı bombanın ailesi tarafından defalarca ihbar edilmesine rağmen neden yakalanmadığı, Suruç bombacısının abisinin eylem yapacağını 2 buçuk ay boyunca bütün halkın bilmesine rağmen Ankara’nın nasıl gerçekleştiğini herkes açıkça görebilmekteyken, insanların dikkatini bu gerçeklerden uzaklaştırabilmek için kamuoyunun önüne bir “komplo çorbası” konulmuştur.
Troll medyası
AKP medyası, katliamın ilk gününden itibaren bu kadar dezenformasyonu neye güvenerek yapıyor? Tabii ki muhafazakâr ve milliyetçilerin devletçi tedrisatına. Ne olursa olsun devleti bir “suç” faili olarak göremeyecek, kulağı hep güçlülerin ağzına dönük olacak büyük kitlelere güveniyor. Gramsci’nin ortak duyu (common sense) kavramıyla açıkladığı gibi, toplumun, hegemonyayı elinde tutan sınıflar tarafından belirlenmiş, dokunulmazları ve tartışma sınırları vardır. Bu dokunulmazlara dokunmak ve sınırları genişletmek, kısa vadeli tartışmalarla değil, uzun vadeli ideolojik mücadelelerle mümkündür ancak. Halkın ortak duyusuna aykırılık teşkil eden haberler/görüşler, egemen medyadan önce halkın bu kesimi tarafından “sapkın” olarak değerlendirilir ve muhakeme bile edilmez. Böyle bir avantajı elinde bulunduran AKP medyası, dezenformasyon faaliyetini böylesine cesur şekilde gerçekleştirebilmektedir.
Katliamın ilk gününden itibaren sosyal medya hesaplarında AK Troll’ler olarak tanımlanan dezenformasyon gruplarının performanslarına bakıldığında, bu kullanıcıların mesajlarının, açtıkları başlıkların ve yazdıkları yorumların neredeyse tamamı AKP medyası tarafından yazılan metinlere dayanmaktadır.[3] Ekşi Sözlük mecrasını ele aldığımızda, katliamdan sonra troll’ler tarafından açılan ve öne çıkan başlıkların şunlar olduğunu görüyoruz: “hdp milletvekillerinin anma töreninde gülmesi”, “ankara patlamasında ölenlere üzülmeme hakkı”, “kürt yayılmacılığının türkiye’ye bela olması”, “her renk var türk bayrağı yok”, “pkk’nın başımıza ışid’i musallat etmesi”. Sayıları 6 bini bulan ve bu insanlara neden troll deniyor? Çünkü, sosyal mecralarda maaş karşılığı dezenformasyon yaratmakla, yalan bilgileri kasten yaymakla ve yürütülen siyasi tartışmaları sabote etmekle görevliler. Peki Akşam’ı, Sabah’ı, Star’ı bu troll’lerden ayıran ne? Birisinin medya kuruluşu, birisinin sosyal medya kullanıcısı olması mı? Yoksa aralarında, işbölümü hariç, hiçbir fark yok mu?
*Araştırma Görevlisi, Marmara Üni. İletişim Fakültesi
[1] Aktaran Tarık Şengül, Muhafazakar Popülizm, İmge Yayınları, 2011, s.166
[2] https://pbs.twimg.com/media/CRL2CqIWwAATl6p.jpg
[3] Hafıza Kolektifi tarafından yapılan incelemede, Twitter’da faaliyet gösteren Ak Troll’lerin bir haritası çıkartıldı. Bu haritaya göre ağ içerisinde yer alan Hilal Kaplan, Ceren Kenar, İbrahim Karagül, Melih Altınok gibi birçok isim troll hesaplarla etkileşim içerisinde. http://hafizakolektifi.org/index.php/2015/10/07/ak-troller-kimler/
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.